31 Aralık 2023 Pazar

otuz bir aralık

hiçbir zaman yeni yıla çok anlam yükleyenlerden olmadım. 'bir ocak' takvimleri değiştirir, hepsi bu. 

kaldı ki, asıl takvim içimdedir ve orada yeni yıl yazdan sonra, kumsalın boşalması, yazlıkçıların çekilmesi, dalgaların çoğalmasıyla başlar. ki, saçlarına griler bulaşmış güzeller güzeli bir kadın kumsala inerken siyah boğazlı kazağını giymeye başlamıştır artık.

yine de 'takvimler değişirken' muhasebesi yapalım. adet yerini bulsun, burada dursun.

artık gri değil yeşil seviyorum. koyu yeşil. boğazlı kazak ya da tişört. fark etmez.

nergisler hâlâ en güzel. masada çiçek.

dinlediğim müziklere dikkat etmez oldum. viyana senfoni orkestrası da bir bana, tufan altaş'ın alkol bulaşmış köy düğünü kaydı da. yerine denk gelsin, keyif versin yeter.

ayrıca, "var bir hayalimiz": levent cantek bozkır'ın üçüncü sezonuna tufan altaşlı bir sahne yazsın, işi gücü bırakıp arka planda bir 'iç çekiş gibi' duran figüranlardan biri de ben olayım.

film izlemeye daha da az vakit ayırdım. diziler dahil. bence bunda sinema salonu kültürünün hayatımızdan hızla çekilmesi de etkili. büyük ya da küçük fark etmez, film ekranda seyredilemez gibi geliyor bana. ama spor adına ne varsa başım üzere. en çok vaktimi alanlar ise tenis ve voleybol yine. bisiklet ise seyredilmez, daha çok dinlenir.

okumak ve yüzmek en çok tercih ettiklerim. hem sosyal medya kullanıp hem şikayetçi olanları ise anlayamıyorum. eskisi gibi uzun uzun koşacağım günleri ise iple çekiyorum. belki "duta da dalarım" o zaman.

boş zamanlarımda aylaklık yapmak ise en sevdiğim. dinlenmek değil aylaklık. saf aylaklık. insanları seyrederek şehri yürümek, lokanta ve kafelerin sokağa taşan masalarında, park kanepelerinde oturmak, kırlarda dolaşmak, dallar, yapraklar altında yürümek, yükseklerden vadiye, nehre, denize bakmaklar falan.

şölen masası gibi kalabalık sofralar, upuzun süren, bitmeyen kahvaltılar hâlâ çok güzel.

sadece yeni film/ dizi izlemiyorum. ikinci, üçüncü, belki daha çok kez izlediğim filmler de oldu. ilk izlediklerimin en iyi ise the wire (en çok da dördüncü sezon) ve the banshees of inisherin(2022) filmiydi. evet, "artık seni sevmiyorum" ile "en azından denedim" arasında.

ama asıl hikâye aftersun(2022) benim için. belki, kuşlar yasına gider bahsinde olduğu gibi birileri çıkıp uyarmadı. yine de hislerim o filmden uzak durmamı, eğer seyredersem çok üzüleceğimi, hatta ve hatta hayatımın eskisi gibi olmayacağını söylüyor. hakkında az şey bilmeye çabalıyorum ama çok şey hissediyorum.

çok kitap okudum. kairos. benim için senenin en iyisiydi. yalnızız ise hayal kırıklığı. beklediğimden çok fazlasını bulduğum deli ibram divanı ve wisconsin,1963 ise yılın sürprizleri. bütün bir yıl tomás nevinson'ı bekledim ama gelmedi. genazino okumak ise o denli keyifli değildi. kötü değil çok sevdiğin bir yemeği bir kaç öğün üst üste yemek gibiydi. galiba benzer şeyi armand v.*'yi okurken de hissettim. ama yemek aynı yemek değil, dag solstad bambaşka bir şey denemiş, ne yazık ki sonuç pek iştah açıcı değildi. kesinlikle eminim; murat menteş dinlemek okumaktan daha keyifli. yeni bir nazan bekiroğlu okuyamadık ama mutlu kavgaz'ın yeni macerasına şahit olmak iyi geldi.

iki bin yirmi ikinin en güzel ikinci şeyi, madrigal harikası seni dert etmeler bu sene de en çok dinlediğim şey olabilir. ama bu yazı boyunca fonda gevende: ağlaya ağlaya çaldı.

normalde jakuzi: sür beni çalması gerekirdi. hem müzikalitesi daha yüksek, hem sözleri manidar, hem de albüm kartonetinden havasına kadar kavinsky etkisi tartışılmaz.

ama kız öldü. bu defa gerçekten öldü.

27 Aralık 2023 Çarşamba

yalnızız üzerine

nihayet okudum. evet, 'ikinci defa' veya 'yeniden' değil. 'ilk defa'. okumadığım peyami safa romanlarından biriydi. artık okuyayım dedim.

konu beni cezbetmese de kelimelerin ahengi, cümlelerin musikisi muhteşemdi.

dillere persenk "türk işi dostoyevski" benzetmesinin boşuna olmadığını bir defa daha gördüm. çok yeri dostoyevski tadı alarak okudum. arama motorlarına sormadım ama bu benzeyiş üzerine akademik çalışma, makale var mı, meraklandım.

ama tolstoy diyelim ilk. dostoyevski bahsine onsuz başlanmaz ne de olsa. erbabı olsa, "düalite" derdi, dünyanın cümle hâllerini öğrenmişler ise "her şey zıddı ile kaim".

bu eşleşmede dostoyevski tarafında olanlardanım. hatta, beni ben yapan kitaplardan anna karenina'ya, edebi kıymetini inkar etmediğim harp ve sulh'e rağmen tolstoy'u sevmem.

ama iyi yazar olduğunu, kaleminin dostoyevski'den daha güçlü olduğunu inkar edemem. dostoyevski romanlarındaki olmamışlık hissinin, noksanlıkların onun romanlarında mevcut olmadığını da.

dostoyevski uçurum kenarında, düşmekle kalmak arasında ilhamla yazarken, tolstoy'un yazdıkları bir kelime dahi fazlalık içermeyen, aritmetiği iyi hesap edilmiş metinlerdir.

başka bir deyişle, dostoyevskiciyim ama müessesemiz eli kalem tutan birine ihtiyaç duysa dostoyevski'yi değil tolstoy'u seçerdim.

yalnızız'a buradan baktım kitabı bitirip de içimde demlenmeye bıraktığımda.

insan ruhuna mikroskopla bakıyoruz duygusu veren tespitleri, karakterler geçidi, nietzsche üzerine yazdığı bir makaleden alıntı hissi veren trajedinin doğumu gölgesindeki bölüm, zaman zaman rilke ve malte laurids brigge'nin notları'na selam durduğu yerler ve samim vasıtasıyla aktardığı simeranya ütopyası etkileyiciydi.

ama "bu roman, roman gibi bir roman," diyemem. olsa olsa, "peyami safa insan ruhu üzerine konuşabilmek için bir roman bahane etmiş".

olmamış dediğim yanları, olmasa da olurmuş bir çok karakter var. aydın mesela. ya da renginaz. hatta necile, necile ile samim arasındaki yapıştırma hissi veren bağ...

dürüst olmak gerekirse kurgusu da kötüydü. 'tanrı yazar'dan 'ben' anlatısına geçerken okurun zorlanması yetmezmiş gibi bir de 'ben'lerin değişip durması işi daha da zorlaştırıyor.

öyle ki, server bedi müstearıyla yazdığı 'ucuz roman'lar daha çok "olmuş bu" hissi veriyor.

24 Aralık 2023 Pazar

çay bahçesi

ağaçlar yapraksız, çay bahçesi sessiz, yaz günleri olsa müşterilerin oturabilmek için yarışacağı denize bakan uzak köşe birbirine geçirilmiş, sanki yazdan arda kalmış bir anı gibi duran ve artık kimsenin ihtiyaç duymadığı masalar ve sandalyeler tarafından öbek öbek işgal edilmişti.

22 Aralık 2023 Cuma

başarı

kemal sayar aydınlamamın ilk adımlarına denk gelen varlığıyla her zaman değerli oldu benim için.

mesleki tecrübesi ve başarısı arttıkça kaleminin edebiyat yanı irtifa kaybetse de mesleğine yaslanan deneme kitapları, televizyon programları ve konuşmaları hâlâ kıymetli.

geçenler de onlardan birine rastladım. itiraf etmeliyim ki çok etkilendim. ve kendimi biraz daha sevdim.

kazanırken neyi kaybettin?
bir makam kazandın.
çok mal, mülk biriktirdin.
peki, bu arada neyi kaybettin?
ruhunu kaybetmiş olabilir misin?
insan ilişkilerini kaybetmiş olabilir misin?
aile sıcaklığını kaybetmiş olabilir misin?
sevdiklerinle hiç saatine bakmadan uzun saatler geçirme gibi bir lüksü kaybetmiş olabilir misin?
herkes kendine bunu sormak zorunda.
kazanırken neyi kaybediyorum?
eğer ruhumu kaybediyorsam, insanlığımı kaybediyorsam eksik olsun.
'istemem, eksik olsun' diyebileceğimiz şeyler olmalı hayatta.
ben bu modern çağın başarı yutturmacasının tam bir illüzyon olduğunu ve gönüllü köleler yaratmak üzere tasarlandığını düşünüyorum.
başarı özüne sadık bir hayat sürmektir.
başarı dürüstlüktür.
başarı ahlâktır.
başarı erdemdir.
başarı herkesin rüşvet aldığı yerde rüşvet almamaktır.

şimdi herkes kendi başarılarını yazsın defterine.

16 Aralık 2023 Cumartesi

dakika ve skor

"Berta endişe içinde oğlunun yüzünü profilden izliyordu. Rudolf hafifçe dudak bükmüş, uyumaktaydı. Eğilip bakmasına gerek yoktu, oğlunun dudağının diğer yarısının da bükük olduğunu, kaşları arasında çatılmaktan kaynaklanan derin iki çizgi bulunduğunu biliyordu. Bu çizgilere bakarken Berta'nın içinde, sonbaharın son günlerinde yapraksız ağaç dallarını seyrederken uyanana benzer bir duygu uyanıyordu. Öyle ki çıplak dallar Berta'ya tuhaf bir eğrilikle gökyüzüne doğru uzanamıyormuş gibi görünüyor ve onda sıradışı bir sessizliğe bürünürek kulaklarından şehrin gürültüsünü dahi siliyormuş izlenimi uyandırıyordu, o ise kulak kesilmiş sessizliğin içinden kopacak çığlığı bekliyordu. Bu çığlık tıpkı çürüme ve ölümün pençesinden kurtulup nihayetinde gökyüzüne kanat çırpmak üzere ağacı kemiren kabuk böceği gibi kemiriyordu Berta'yı. Yapraksız zamanlar diye adlandırdığı kışın ilk günleri Berta'yı korkutuyordu. Mevsimin ilk karı yağıp da ona her yıl umut verdiğinde ve buz kristallerinin beyazı tuhaf bir eğrilikle gökyüzüne doğru uzanan çıplak dalları örttüğünde Berta içinin ferahladığını, yüreğinin ise bir çeşit cesaretle dolduğunu hissediyordu."


*: marianne fritz, şeylerin ağırlığı

14 Aralık 2023 Perşembe

ev alet ve edevatları

"modern hayatın çökmesini ve her yeri yabani otların kaplamasını sabırsızlıkla bekliyorum," demişti hayao miyazaki. ruh kardeşim...

çünkü, ne zaman çok katlı binalara ve etrafı çevrili, giriş kapısı güvenlik görevlisi dolu sitelere baksam gözlerimin önünde hep aynı manzara belirir: kimselerin yaşamadığı, boyası dökülmüş, camları kırık binalar ve ondan alınanı geri almak için usul usul geriye dönen tabiat.

o gün, salondaki halının üzerinde oradan oraya gezinen ev robotunu seyrederken bunu düşünüyordum. ne gereksiz bir aletti, zamandan kazandırdığı falan da yoktu. o rahatça işini yapsın diye bazı eşyaları kaldırıp indirmek, yerini değiştirmek de epey zaman alıyor üstelik.

"senin de miadın dolacak, modan geçecek ve bir dolabın en alt gözüne tıkılacaksın," dedim. "o da yer olursa."

tıpkı bir zamanlar her eve giren cd/dvd oynatıcılar gibi.

sahi, n'oldu onlara? yanına dev gibi televizyonlar, yansıtıcı için perde, perde için gökyüzü kadar geniş duvar hayal ediyordunuz. sayamayacak kadar çok filminiz olacaktı hani?

iskoçya'da ya da muson kuşağında yaşamıyorsanız, çok çocuklu değilseniz çamaşır kurutucular için de fikrim aynı: gereksiz.

anlayacağınız, teknolojik gelişmeler ya da onun insan hayatını kolaylaştıran yanı hikâye.

her şey moda diye, herkes kullanıyor diye.

9 Aralık 2023 Cumartesi

şifa

"ben adım gibi eminim. bu otlar değil beni iyileştiren. çünkü bunlar şu kenarında yetişen alelade otlardır. beni iyileştiren senin şifalı ellerin. sen bunun farkında değil misin?"*


*: çukur dizisi, efsun'un yamaç'a anlattığı masaldan

3 Aralık 2023 Pazar

eksik bir şey

söyleyeceklerim kalbinizi kırabilir. o yüzden, "aman kalbim kırılmasın," diyenleri ve "zaten kırık"ları bu tarafa alalım.

kalbi olanlar kırılacak, biliyorum. daha önce kırdım çünkü.

*

ne zaman ivan's childhood (1962) filminin ünlü öpüşme sahnesine meyleden birilerini görsem yüksek bir yere çıkıp, "hayır!" demek isterim. "hayır! o şey göründüğü gibi değil."

o sahnede yüklediğiniz anlamların hiç biri yok. aşk yok. tutku yok. zor var. hatta taciz...

çünkü kız başkasını seviyor ve kızın ayaklarını yerden kesiyor sandığınız adam da işgalci ordunun bir subayı. ve orada sadece güç ve imtiyazdan değil kızın muhtaçlığından da faydalanıyor.

serbest düşüşe bırakılmış ayaklar size "olsun n'olacaksa" diyerek kendini tutkunun ateşine atmak ya da "al beni, ne yaparsan yap" dercesine kendini muhataba emanet etmek gibi görünebilir. ama hayır, o hâl, tepkisizlik hâli. çaresizlik, utanç, içinden ona kadar sayma, "yüzmeye devam et... yüzmeye devam et..." hâli.

*

diyeceğim o ki, yapmayın...

bir söze, bir resme bakarak karar vermeyin. bin parçalık bir yapbozun bir kaç parçasından ve baskın renklerden yola çıkıp son-uç'a varmayın. üstelik, çöl de sonsuzluk hissi verir, okyanus da.

nazan öncel'in dediği gibi "anlamadan, dinlemeden" pozisyon almayın ki muhatabınız ibrahim tatlıses gibi "nereye gidiyorsun?" diyerek isyan etmesin.

*

başka bir şey daha yapmayın: biraz sosyal medya etkisi biraz da ilgileriniz sebebiyle haberdar olduğunuz şeyleri biliyorum kabul etmeyin.

oysa (hepi topu yedi tane olan) tarkovski filmlerini izlemediniz. mühürlenmiş zaman ve günlüklerinin kitap hâli zaman zaman içindeyi okuyup, sevgili enver gülşen'in içinde tarkovski geçen cümlelerinin altını çizmediniz. sadece, tarkovski sineması üzerine bir kaç yazıya ve sosyal medya paylaşımlarına denk geldiniz.

raziye hakkındaki bilginiz de sadece birinci bölümün başlangıcından ibaret. oraya bakarsanız aşk romanı. roman boyunca gemi azıya almış ilkyaz ırmakları gibi akan saf tutkuyu inkar etmemekle beraber eleştirel bir eser söz konusu gerçekte. melih cevdet anday, cumhuriyetin vaa'z ettiği aydın tipini, müslüman mahallesinde salyangoz satmaya kalkmanın işe yaramazlığını o kadar iyi anlatır ki. yetinmez, muhafazakârlık saydığımız şeyin aslında cehalet olduğunu da işaret eder.

icra muhteşem olabilir ama 'aziz' tom waits green grass 'cover'larından ibaret değil. neşet ertaş da yalan dünya'dan. feridun düzağaç o, kısa da olsa uzun da 'fede' değil. bilseniz, ne hazineler saklı geçmişinde. üstelik düşler sokağı kendi şarkısı bile değil.

*

nihayet...

günün sonunda nuh tepesi (2019) filmini anmak da var. aynayı karşına alıp kendi kendine:

"benden özür dileyeceksin. hayatımın tam ortasına koydum seni. orada duramadığın için benden özür dileyeceksin. biz bu ilişkiyi bambaşka bi yere taşıyabilirdik, buna izin vermediğin için benden özür dileyeceksin...''

1 Aralık 2023 Cuma

aydınlanma

kim ne derse desin, yaşınız kemale erse dahi öğrenmeyi, aydınlanma yaşamayı, ders almayı mümkün kılan bir şey hayat.

bilgi hanesine kaydedilenler, duyduğumuz haberler ya da teknolojik gelişmeler gibi yeni günle gelenler değil kastettiğim. hep orada olan, ama o vakte kadar göremediklerimiz falan.

ben de yeni bir şey fark ettim. aydınlandım hatta. meğer çamaşır sererken ya da asarken çorapları eşlemek çabası sadece zulüm değil saçmalıkmış.

oysa çamaşırları topladıktan sonra mevzuya çeki düzen vermek ne kolaymış.

/konuyla bir ilgisi yok ama, en berbat ev işi çamaşır katlamaktır bence. çorapları bile ütüleyen manyaklardan olmasam da her şeyi öylece dolaba ya da çekmecelere tıkan, sonra da eline gelen ilk şeyi giyenlerden değilim o ayrı./

erbabına sormadan önce, "bunu yeni mi öğrendin?" diyeceklere ya da "erkeklerden alabileceğiniz maksimum verim budur" diye düşünenlere, "tarifte 'soğanları küp küp doğrayın' diyorsa küp küp doğrarım" dediğim yazıyı tavsiye ederim.

artık sorabilirim: nedendir çorapları asarken ya da sererken eşleme içgüdüsü? yoksa, "ay başıma bir şey gelirse, ambülans çalışanlarına ve cenaze görevlilerine rezil olmayayım," diyerek temiz iç çamaşırlarına ve herhangi bir kaçağı göçeği olmayan, ucu sağlam çoraplara yüklenen ablaların ev hâli mi?

cevap niyetine "mükemmelliyetçilik" diyenler ocak dışı bırakılmakla kalmıyor, ağzı burnu kırılıyor bilesiniz.

/o işi de, "o çay bahçesi benim bu çay bahçesi senin dolaşıp daha yayınlanmamış kitabının telifini kaptıracağı, yeğenine matematik çalıştırıyormuş gibi yapan adamlar aramaktan fırsat buldukça buraya yazdıklarımı okuyan, artık iki adım atınca nefesi tıkandığı, "dünyayı seyretmek için ne güzel yermiş" bahanesiyle, nefes nefese bulduğu ilk yere oturan arkadaşım" yapıyor.

elbette, bir miktar para karşılığı.

ne yani? pavyonda mı çalışsın bu yaşta?/

27 Kasım 2023 Pazartesi

tehlikeli şiirler - altmış yedi

bugün tehlikeli şiirler okuyalım leyla
sezai karakoç'tan kar şiiri mesela

Karın yağdığını görünce
Kar tutan toprağı anlıyacaksın
Toprakta bir karış karı görünce
Kar içinde yanan karı anlayacaksın

Allah kar gibi gökten yağınca
Karlar sıcak sıcak saçlarına değince
Başını önüne eğince
Benim bu şiirimi anlayacaksın

Bu adam o adam gelip gider
Senin ellerinde rüyam gelip gider
Her affın içinde bir intikam gelir gider
Bu şiirimi anlayınca beni anlayacaksın

Ben bu şiiri yazdım aşık çeşidi
Öyle kar yağdı ki elim üşüdü
Ruhum seni düşününce ışıdı
Her şeyi beni anlayınca anlayacaksın

23 Kasım 2023 Perşembe

iki şarkı

mikrofona ingiliz yazar rachel joyce geliyor ilk önce:
"onu her zaman özlüyorum. gittiğini biliyorum, acıya alıştığımı da... her gün geçtiğim yolda büyük bir çukur vardı. ilk zamanlarda çukurun orada olduğunu unutup içine düşüyordum. çukur hâlâ orada, ancak düşmemek için çukurun varlığını unutmuyorum ve etrafından geçmeyi öğrendim."
*

ardında bıraktığı boşlukta yeni zelandalı katherina mansfield var şimdi:
"sessizlikten bir uçurum bizi birbirimizden ayırıyor.
bir tarafında ben duruyorum uçurumun, öbüründe sen.
seni ne görebiliyor ne de duyabiliyorum, yine de orada olduğunu biliyorum.
çocuksu adınla çağırıp duruyorum seni
ve feryadımın aksi senin sesinmiş gibi yapıyorum.
bu uçurumu nasıl kapatabiliriz? konuşarak ve dokunarak olmaz asla.
gözyaşıyla tamamını doldurabileceğimizi düşünürdüm önceden.
artık kahkahamızla yırtmak istiyorum onu."*


*:the gulf, poems,1923. çeviri: sermelix

20 Kasım 2023 Pazartesi

aşk gibi

"yaprakla yağmurun aşkı"* değil ama. "rüzgâr ile çiçekli gömlek"in aşkı.

*

bir arkadaşım -kendisi, o çay bahçesi benim bu çay bahçesi senin dolaşıp daha yayınlanmamış kitabının telifini kaptıracağı, yeğenine matematik çalıştırıyormuş gibi yapan adamlar aramaktan fırsat buldukça buraya yazdıklarımı okur. gerçi, artık iki adım atınca nefesi tıkandığı, "dünyayı seyretmek için ne güzel yermiş" bahanesiyle, nefes nefese bulduğu ilk yere oturduğu, ama konunun "dünyayı seyretmek"le bir alakası olmadığı için bu aralar daha sık okuyor galiba- enstantane başlığıyla buraya taşıdığım ve kelimelerle çektiğim fotoğrafların sonuncusuna, "fotoğraf değil de gif sanki" deyince fark ettim.

/kabul, o demeden de fark etmiştim ama öyle anlatmak kulağa daha hoş geliyor./

orada anlatılanlar nasıl da bir aşka benziyor: aniden ortaya çıkan biri (rüzgâr) mutfakta hayaller kurarak çorba karıştıran ya da "ütü yaparken izlenecek diziler"den bir tanesini karşısına almış ütü masasında oradan oraya gezinen birinin (çiçekli gömlek) aklını karıştırır, başını döndürür. sonra o biri (rüzgâr) geldiği gibi gider, çünkü o doğasına uygun davranmaktan, yani esmekten başka bir şey yapmamıştır ve nelere sebep olduğunu düşünmez bile. ne de olsa masumiyet insanın -pardon rüzgârın- en büyük gücü. hem hangi rüzgâr rüzgâr olmaklığını sorgu odasına hapseder ki? ama mutfakta ya da salonda durum eskisi gibi değildir artık. bir anlık da olsa sınırları ihlal edilen (çicekli gömlek) o sırada çorbayı karıştırmayı unutmuş, çorbanın dibi tutmuştur. bırakın ütülenen bluz, masa bile yanmıştır.

evde durum ne olur bilinmez. ama rüzgârda çicekli gömleğin hatırası kalmıştır. burada şüphe yok.


*: ismet özel, sebeb-i telif

17 Kasım 2023 Cuma

bekleyiş

bugün. akşam üzeri. hava karardı, kararacak. genç bir çifte rastladım. muhtemelen yirmili yaşlarda.

üç dört yaşlarında bir çocuğun oyununu bitirmesini bekliyorlardı. lastik çizmesi, su tutmaz pantolonu ve yağmurluğu ile sudan ve yağmurdan yana emniyete alınmış bu çocuk çamur rengi, genişce bir su birikintisinin içinde ileri geri neşeyle koşup duruyordu. ama nasıl bir neşeyle...

anne ve babanın yanında durup bir süre ben de seyrettim koşturmayı, neşeyi, mutluluğu.

bir kaç dakika sonra, "iyi akşamlar," dileyerek oradan ayrılırken, genç çiftin bir defa olsun, "hadi!" demeden, "yeterince oynadın", "akşam oldu", "artık gidelim", "dikkatli ol, düşeceksin", "hava soğudu, üşüteceksin" benzeri cümleler kurmadan sabırla bekleyeceğini biliyordum.

halı saha maçına geç kalmanın, televizyondaki yemek programını kaçırmanın, borsa haberlerinin, instagramda paylaştıkları fotoğrafın kaç beğeni aldığının bir önemi yoktu.

olacaklara çocuk karar verecek, onlar ise çocuk olurda düşerse yardım edebilmek için bir kaç metre ötede bekleyişlerine devam edeceklerdi.

adım gibi eminim.

16 Kasım 2023 Perşembe

konum - on

"kapanın elinde kalacağım günler" ile "beni vur! beni onlara verme" arasında bir yerlerde.

13 Kasım 2023 Pazartesi

ağaç - iki

"ağaçlar gibi ol. bırak, ölü/kuru yapraklar dökülsün"*

*: mevlana

11 Kasım 2023 Cumartesi

ağaç

yüzmeye gittiğim havuz, -park desem değil. orman da değil. en iyisi yeşil alan diyelim.- kocaman bir yeşil alanın orta yerinde. varmak için kapıdan girdikten sonra çimenleri kesintiye uğratan, kıvrıla kıvrıla havuza giden beton yolu yürümek gerekiyor.

o yolun gidişe göre sağ tarafında çimenleri gölgeleyen büyükçe bir ağaç var. ıhlamur ağacı. eskilerin deyişiyle "ham".

bu ağacı anlatıyorum, çünkü çok beğeniyorum. bu hayatta bir dikili ağacım olsun isteseydim o olsun isterdim. sanki estetik ölçüsü kabul edilen 'altın oran'ın tarifi. yakışıklılık, güzellik alameti sayılan 'simetri'nin ta kendisi.

boy pos, endam onda. gözümü alamıyorum. bazan durup uzun uzun seyrediyorum. sadece yeşilken değil sarıyken, yaprakla donanmışken değil çırılçıplakken de güzel.

orman konulu resimler, otel odalarını, kahvehane duvarlarını süsleyen bir örnek tablolar için mükemmel bir model.

ne diyordum? evet, çok beğeniyorum. öyle ki, ilahiyatçı kızlardan olsam, "anne, kızın bir ağaca aşık oldu." diye tivit atardım.

yanlış anlaşılmasın, ilahiyatçı tayfasına laf çarpmak değil niyetim. öyle bir niyet beslesem, edebiyat mezunu ev kadınlarını dilime dolardım. gıdıları ile beraber, komple.

9 Kasım 2023 Perşembe

ima

alper canıgüz işi "sonrası mahrem"den sonraki en başarılı ima.

dag solstad'dan geliyor. armand v. ya da gün yüzüne çıkmamış bir romanın dipnotları. jaguar kitap'tan. sayfa yetmiş dokuz.

"ayağa kalktı, kızın yanına gitti, elinden gelenin en iyisini yaptı."

7 Kasım 2023 Salı

kıskanmak

kıskandım. ama nasıl kıskandım. öyle ki, ilk defa gördüğü bir rengi kir zannederek hemen kirli sepetine atanlar değil ancak gerçekten kıskananlar anlayabilir beni.

sadece yerinde olmak istemedim, önünü alamadığım bir hasetle yok olsun bile istedim.

tamam, zaman zaman aynı oyunu ben de oynadım: kendime ait kırık dökük cümleleri alıntıymış gibi paylaştığım, blogta oyunbaz yanını hâlâ muhafaza edenlere selam yolladığım oldu.

ama bu başka bir seviye. iyi düşünülmüş, iyi kurgulanmış, iyi uygulanmış bir oyun. şaka. eleştiri. "işletme".

evet, prof. dr. recai coşkun ve makalesinden bahsediyorum. kaldı ki son iki gündür sohbet ettiğim herkese -kıskançlık ve hasetle- olanları anlatıyorum.

izmir bakırçay üniversitesi iktisadi ve idari bilimler fakültesi dekanı olan bu zat, uydurma bir içerik ve uydurma bir kaynakça ile akademiayı 'işletme'yi başarmış.

makalesinin adı da, 'bilgelik olarak dijital işletmecilik' comte'un 'religion of humanity'sinden sonra sosyal bilimler için yeni bir felsefi açılım olabilir mi?

makalenin orijinaline de ulaştım. rahat okuyabilmek için çıktısını dahi aldım. ben ki, iyi yazıldığı ve dili mükemmel kullandığı için kanun maddeleri okumaktan keyif alan biriyim. üstelik keyif almayı bilene, 'kaynakça dizini' bile yeter.

ama bu makale öyle böyle değil, gerçekten iyi yazılmış, okuma keyfi veren bir çalışma. ve bir arkeoloğun "ani oluşan sıcaklık farkının kadınlarda gıdı oluşumunu tetiklemesi ve bu oluşumun yalnızca bir defa öpmekle tıbbi olarak nihayetlenemeyeceği üzerine bir deneme"si türünden bir metin değil, işini bilen, alanına hakim, konuyla alakalı okumalarını yapmış yetkin bir profesörün muhataplarını sarakaya alması. çalışanları makaleye zorlayan akademik ortamın ve çoktandır seri üretime geçen akademik yayınların zeka dolu bir eleştirisi.

bir başka deyişle "türk işi sokal" vak'ası. fizikçi alan sokal, neredeyse otuz yıl önce benzer bir iş yapmış, "postmodern anlatının saçmalığını" göstermek için "aşılan sınırlar: kuantum kütleçekiminin dönüşümsel bir betimlemesine doğru" başlıklı sahte bir makale yazıp bastırmakla akademik yayıncılığın ipliğini pazara çıkarmıştı. (recai coşkun'un makalesinde sokal'e selam yolladığını bilmem söylemeye gerek var mı?)

dileyelim ki, bilimsel çalışma sıfatlı her metne "kutsal inek" muamelesi yapmanın yanlışlığını öğretsin bize bu hikâye. sosyal medyada okuduğumuz güzel ve mantıklı sözlerin "işletme" ihtimalini hatırlatsın.

ama, "Bahçe, F. (2002), Altıkasım-Altısıfır diyalektiğine giriş, Ş. Saraçoğlu Yayınları" bir gerçek. tıpkı, üzerindeki prof. dr. recai coşkun etkisi gibi.

5 Kasım 2023 Pazar

ödüller ve deli ibram divanı

ona nadir "sen" dediğim anlar biriydi. "neden yazdıklarının dergi sayfalarında kalmasına izin veriyorsun?"

hep yaptığı gibi çocukluğuma aldırmadan karşısında büyük bir adam varmış gibi cevapladı.

"kitaplaşacak da ne olacak? sadece o yılki ödüllerden birini bana verirler hepsi o."

bu cevaptan sonra daha çok sevdim onu. bir kaç yıl sonra ilk kitabına ödül verildiğini duyunca da gülümsedim.

*

o konuşma ödüllere inanmamayı değilse de değer vermemeyi öğretmişti bana. başka bir deyişle güvenmemeyi.

kaldı ki, yaşayarak öğrenmek mümkün.

işin mutfağına göz atınca, kitapların sadece kendi mahallesinden ödül aldığını görürsünüz. ya da ödüllerin yayınevlerine sırayla verildiğini. ya da paylaştırıldığını. ya da kadın yazara uzatıldığını. ya da "trend bu' diye gökkuşağına boyandığını.

okuyarak da, beş para etmez ama ödüllü kitaplara denk gelebilir, ama bırakın ödül, kitap tanıtım bültenlerinde bir satırla dahi anılmayan ne cevherlere rastlarsınız edebiyatın dalgalana dalgalana durulmayı unutan okyanusunda.

 *

anlatmak istiyorum.

sırf konusundan dolayı* adını daha önce hiç duymadığım bir yazarın kitabını okuma listeme almıştım. hatta tuhaf bir zamanlama ile istanbul'da olduğum günler imza gününe denk gelince, 'bu bir işaret' diyerek gitmek bile istedim. ama nikah saati buna izin vermedi.

kitabı aldım. ama okumayı yeni yıla bıraktım. yeni yılın ilk kitabı olsun istedim hatta. bu bekleyiş sırasında, kalemine ve insanlığına çok güvendiğim bir yazar öyle bir eleştiri yazısı yazdı ki az daha yeminimi bozuyordum. yetmedi, kitaba ödül verildi.

ne yalan söyleyeyim, "bu benim uğurum" diye çok düşündüm. (evet, var öyle bir uğurum. dokunduğumu altın tozuna dönüştürürüm. ama bunun her zaman iyi bir şey, dediğimin de kendimi övmek olduğunu sanıyorsanız, altın tozunu öpün de görün, derim.)

o kutlu an nihayet geldi ve kitabı okumaya başladım. eğer ilk on sayfada kitabı fırlatıp atmadıysam sebebi kalemine ve insanlığına güvendiğim o yazardır. kitabı bitirdim. sonuç felaket.

facianın büyüklüğünü anlatabilmek için söylüyorum: hayatım boyunca okuyup bitirdiğim en kötü kitap.

daha iyi anlatabilmek için devam ediyorum: bana hitap etmeyişi, edebi zevkime uygun olmayışı, kitaba dahil olmamak falan değildi sebep.

gerçekten kötüydü.

*

ama.

deli ibram divanı. yani ahmet büke'nin "2022 vedat türkali roman ödülü"nü kazanmış romanı. boy verir mi bilmem ama ödüllere inancımı yeşertti.

kesinlikle hak edilmiş bir ödül. bu kitaba geç kalmış olmak ise benim ayıbım.

roman kaynağını, veba geceleri'nin minger adası gibi uydurma olmasa da üzerinde neredeyse yüz yıldır yerleşim olmayan kösten(ce)/ uzunada adası'nda yirmi yüzyılın ilk yarısında yaşananlardan alıyor.

yani ahmet büke, olmayan bir yaşamın üzerine kuruyor romanını: balıkçılar, esnaf, aileler, bürokrasi, çocuklar, yunuslar...

mitolojiden iktisada, coğrafyadan tarihe, öyküsünden kurgusuna, yazarın araştırarak, gözlemleyerek sahip olduğu bilgilerden zaten kendinde varolan yeteneğine dek muhteşem bir toplam.

kusursuz bir toplum eleştirisi, savaşlar yüzünden yoksul kalmış insanların kapitalizmi tek kurtuluş sanınca kaybettikleri, deniz güzellemesi, pagan inançlara nanik, izmir ve ege havası.

bir de leyla var. mecnun değilse de osman. bizim asıl ihtiyacımızın akıllı ya da okumuş tayfası değil deliler olduğunu hatırlatan deli ibram var. basmane garı, karantina, güzelyalı, karataş yani izmir var. anne özlemi, baba hasreti var. sadece yoksulluk değil yoksunluk var.

nazan bekiroğlu romanı mücellâ ile akrabalığı var. çevre ve tabiat bilinci, insan ile balık, balık ile kuş kardeşliği var. siyasetimizin yeni değil eskiden beri lağım çukuru olduğunu ispatlar tespitleri var. "teknoloji bizden aldıklarını versin biz de onun verdiklerini iade edelim," diyen türkçenin en büyük şairine hak verir yanı var.

emek var.

*: yaban güllerine zaafım var da. şaka elbette. sadece meraklı okurlar, o berbat kitap hakkında 'sır vermeyeceğimi' anlasın, gidip sosyal medyada bir kaç dize ya da fotoğraf paylaşsın istedim. yaban güllerine zaafım var, o ayrı.

2 Kasım 2023 Perşembe

dakika ve skor

"Leyla kalakalmıştı. Bu his çok tanıdıktı. Derin bir kuyunun içine düşmek, oradan gökyüzüne bakarak dünyanın sessizliğini dinlemek. Aşağıda, el kadar açıklığın altında, yerin dibine doğru yapayalnız, kimsesiz; onu arayıp soracak, Leyla nerede diyecek, ayaklarında uyutacak bir annenin olmadığını her an bilerek beklemek, beklemek. Çocukken yaz ikindileri indiğinde Arap Hanım Teyze, "Tilki ben de rençperlik yapardım ama ikindi sıcağı olmasa, dermiş," diye tuttuğu gibi Sema ile Leyla'yı uyuturdu. Küçük bir yer yatağı serer, iki minder atar, yan yana yatırırdı bunları. Sema daha büyük olmasına rağmen mızmızlanır, uyumak istemez, annesinin onu ayağında sallamasını isterdi. Her gün Sema böyle uyurdu. Bir kez bile Leyla'ya, "Kızım seni de sallayayım mı?" dememişti. Ona analık etmişti, tek tokadını yememişti, Sema ne yiyorsa ona da yedirmişti, sokaktan dizleri yaralı ağlayarak geldiğinde sümüklü burnunu temizleyip yüzünü yıkamıştı ama bir defa bile olsun onu sallamamıştı. İşte yanında Sema böyle mırıldanarak uyurken Leyla yumulu kirpiklerinin arasından küçücük bakardı onlara. Anasızlık kuyunun dibinden sessiz dünyanın gürültüsünü dinlemekti. Yukarısı günlük güneşlik ama uzanıp Leyla'yı oradan çekip alacak ana eli yok!"*


*: ahmet büke, deli ibram divanı

1 Kasım 2023 Çarşamba

tehlikeli şiirler - altmış altı

bugün tehlikeli şiirler okuyalım leyla
haydar ergülen'den küs nefes mesela

sana küstüğümde sen yoktun daha
yokluğuna küsmüştüm sonra sen geldin
kendime isteyemezdim seni öyle güzeldin
şimdi varmışsın gibi küsüyorum yokluğuna

alınganlık, ah, bilmezsin, küsmem de küsülecek
zamanda, n'eyleyim varlığın yokluğundan tenha
senden başka küsecek kimse mi bıraktın bana
bir ben kaldım bir de bıraktığın küskünlük tenha

sen kimseye küsmezsin bilirim, gözlerin de
yaprak hırsızı güz: anılar düştükçe göz
dolar, yaz gelmeden temizlemek gerekir
gözleri yoksa küskünlük de gözyaşıyla kirlenir

küsecek kadar sevmeli insan birini
o gelince küsmeli: nerdeydin bunca zaman
niye sevmedin beni, küsecek kimsem yoktu
demeli, o varken de kimseye küsmemeli

29 Ekim 2023 Pazar

ikinci kısım

melih cevdet anday'ın ünlü romanı raziye iki bölümden oluşur. aşk ve büyüme öyküsü olduğu kadar aydın ve toplum eleştirisi de ihtiva eden bu romanın ünlü birinci bölüm başlangıcını herkes bilir, söyler de ikinci bölüm başlangıcını terennüm eden pek çıkmaz.

gelin biz söyleyelim:

"zamanın da çukurları, kabarıklıkları vardır, bizi toprak gibi indirir, çıkarır; kimi zaman öyle yükseliriz ki, geçmiş ve gelecek bastığımız yerin çok aşağılarında, küçük yaratıkların bir aldanışı durumuna bürünür."

*

bu yazıya başlarken hiç aklımda yoktu ama bir defa da 'zaman' yerine 'aşk' yazıp okusanıza: "aşkın da..."

26 Ekim 2023 Perşembe

günün sorusu: irtifa kaybı

"sana değer"den "sana değmez"e geçişte oluşan irtifa kaybı duygusal olarak mı daha büyüktür yoksa müzikal olarak mı?*

*:bakınız, önce yıldız tilbe sonra serdar ortaç

24 Ekim 2023 Salı

rüzgâr ile çiçekli gömlek

küçük bir serçe gibi usul usul otlar arasında dolanırken birden bire gemini azıya almış atlar gibi şaha kalkan ve balkonda asılı çiçekli gömleği bir çift mandalın elinden alıp gökyüzüne savuran rüzgâr, şimşek çakımı kadar kısa bu anın peşi sıra yeniden otların arasına konunca gömlek önce havada asılı kaldı, sonra çiçekleri dalgalana dalgalana, rüzgâr bulamamış bir uçurtma gibi sağa sola yalpalayarak düşeceği yeri aramaya başladı.

21 Ekim 2023 Cumartesi

jet lag

bir arkadaşım var, anlatmak için onu aradım. ama telefonunu açmadı. artık buradan okur.

onu aradım, çünkü hikâyenin hem başlangıcını hem de sapaklarını biliyor. ayrıca başkalarının tuhaf ya da saçma bulacağı, dudak bükeceğı olayları tam da benim gibi gören, anlayan bir yanı var.

iki bin yirmi iki haziranında, nereden aklıma geldiyse 'dut'tan bahsetmiştim ona. buralarda hiç dut ağacı olmadığından, çocukluğumun meyvesi olduğundan, nasıl da sevdiğimden, ama uzun yıllardır mevsimini denk getiremediğim için yiyemediğimden, canımın nasıl çektiğinden falan.

sonra da koşmaya çıkmıştım. başka bir gün değil o gün. o konuşmanın peşi sıra.

altı yıldır belli aralıklarla koştuğum, haftada en az bir defa geçtiğim bir güzergâh. iyi hatırlıyorum, sekizinci kilometre civarı; yerde, kaldırımda beyaz dutlar. başımı kaldırıp baktım. kocaman bir dut ağacı. yerdeki dutlar ise vaktinden önce olgunlaşıp yere düşenler.

hemen onu aradım hâliyle. sonra da bir ay boyunca hep o güzergâhı koştum. tahmin ettiğiniz gibi her defasında sekizinci kilometre civarında "duta daldım": ben renkli severim ama beyaz...

geçen haziran ise, artık havuzda takılmaya başladığım, dut ağacı da uzak ve sapa kaldığı için dutlar bensiz oldu, yere düştü, çürüyüp gitti.

tam da o günlerde şehri bahçeler arasından kırlara götüren patikaların birinde yürürken yeni dikilmiş meyve fidanları gördüm. sanki birisi villa yapmak için bir evlek yer satın almış, imar için gerekli izni halledemeyince de arsayı meyve ağacı dikerek değerlendirmek istemişti. 

tam köşeye düşen fidan ise bir dut. bu arada, bütün meyve ağaçlarını tanırım ben. hatta yalnızca dal ve gövdeden ibaret bile olsa bile. sadece kabuğuna bakarak hangi ağaç olduğunu söyleyebilirim.

ama buna gerek yoktu. çünkü hem yapraklar hem olgunlaşmaya yüz tutmuş bir kaç dut ne fidanı olduğunu ele veriyordu.

evet, yine aradım o arkadaşımı. aradım ve anlattım. ama yolum bir daha o tarafa düşmedi. ne olduysa bensiz oldu. yaz geçti, sonbahar geldi. balkona uzanmaya çalışan at kestanesinin yaprakları iyice sarardı.

ve bugün... hafta sonu hafifliği ile kırlara yürüdüm. aylak aylak. bulutları seyrederek, dişlerimin arasında kuru ot sapları ezerek.

birden dut fidanını gördüm. dut doluydu. yazdan kalması mümkün değil. o kadar biyoloji biliyorum. küçük bir fidanı aldatacak kadar sıcak da geçmedi son günler. açıklayamadım yani.

sonra dedim ki, "bu bahçenin sahibi güney yarım küreden getirtmiş bu fidanı. garibim jet lag olmuş. orada yaz başlıyor ya ona uymuş."

*

bu arada sosyal medyada güney yarım küreli arkadaşlar edinin. o zaman yaz hiç bitmiyor.

tavsiye ederim.

19 Ekim 2023 Perşembe

yan yana

"herhangi bir sonbahar günü…
herhangi bir sarılık…
kurumuş yaprakların üstünde yürüyoruz…
bir kağıt denizinin üstünde ilerler gibi…
benim adım virginie… seninki pol…"*


*: lale müldür, yıldız madalyalı mektuplar

17 Ekim 2023 Salı

paket fikirler ve filistin meselesi

çocukluğumda, -gerçekten çocukluğumda- fark etmiştim: okuduğum kitaplarda, seyrettiğim filmlerde, hatta gazete ve dergilerde insanlar ikiye ayrılmıştı. ilk grup heybesine 'idam cezası karşıtlığı' ile 'kürtaj hakkı'nı koyarken, ikinci grup tam tersi iki fikirle doldurmuştu terkisinde taşıdığı heybeyi.

sanki bunlar takım olarak satılıyordu ve başka 'kombin' mümkün değildi.

çocuk aklımla, -gerçekten çocuk aklımla- hem idam cezasının hem kürtaj hakkının olması gerektiğine karar vermiştim. ve bugün de aynı fikirdeyim.

bunu yaparken çocukça bir tavırla farklı olmak için çabalamadığımı bilmek, bu iki düşünceyi daha o yaşlarda kendimce mantıklı bir zemine oturtmak hâlâ kendimle gurur duyduğum konulardan biridir.

bazı suçların müsebbiblerinin yaşamaya ve diğer insanlarla aynı dünyayı paylaşmaya hakkı yoktu bence. sebebi ne olursa olsun çocuklarının gözü önünde eşini öldüren bir adam ölmeliydi mesela. ya da bir kadına rızası dışında bir şeyler yapan biri ya da vatan hainleri.

istenmeyen ya da sebebi ne olursa olsun doğmasında bir sıkıntı, sakınca görülen bir bebek doğarsa dünya daha iyi bir yer olacaktı sanki? ya siz, o çocuğun yerinde olmak ister miydiniz?

en önemlisi de bu kararları paket olarak almamış olmaktı benim için. kendimce bir 'kombin' yapmıştım adeta.

*

bugünlerde dozu artmış bir şiddet, soykırıma dönüşen bir zulüm var filistin'de. bütün dinlere göre günah, insanlık ayıbı, hukuk suçu...

ve bu duruma karşı çıkmak, ses yükseltmek, bir kaç satır karalamak insan olmanın gereği değil mi?

ama bir grup insan var ki tek bir cümle çıkmıyor oradan. oysa aynı insanlar sokak hayvanları, cinsel yönelim ve eşcinsel hakları, çevre kirliliği, kadın hakları için gösteri düzenliyor, imzalar atıyor, göz yaşı döküyor.

niyetim acıları ve kötülükleri yarıştırmak değil kesinlikle.

ama merak ediyorum, bir yandan bunları yaparken diğer yandan katil bir devlete "dur!" diyemezler mi?

o insanların kendi fikri, kendi iradesi yok mu? aklını kullanarak, düşünerek yorulmak yerine paket düşüncelerle mi idare ediyorlar?

vicdan mı? öylelerinde vicdan ne gezer?

16 Ekim 2023 Pazartesi

isyan

kahretsin!.. ze.'nin telefon numarasını ezbere biliyormuşum.

15 Ekim 2023 Pazar

dakika ve skor

"Ekim ayının ortalarında bir sabah saat on bir suları, gökyüzünde güneş parlamıyor, yamaçların berraklığı biraz sonra boşanacak sıkı bir yağmurun habercisi. Havai mavi takım elbisemin içine koyu mavi gömleğimi giymiş, aynı renk kravatımla mendilimi kuşanmışım, ayaklarımda siyah ayakkabılarımla üzerinde koyu mavi saat desenleri olan siyah yün çorabım var. Derli toplu, temiz, tıraşlı ve ayığım, hani kimseye aldırış ettiğimden de değil. Aynen iyi giyimli bir özel dedektifin olması gerektiği gibiyim. Dört milyon dolarla randevum var."*


*: raymond chandler, büyük uyku -fatih özgüven çevirisiyle

11 Ekim 2023 Çarşamba

kafa karışıklığı

beni biliyorsunuz, kişisel gelişim safsatasına inanmam*. olumlamak, negatif enerji, yıldız haritası, doğum saati, venüs ve merkür'ün muaşakası falan...

ama bu defa kürsüye onlar çıksın istiyorum. çıksınlar ve bir sorum var, ona cevap versinler:

hani hep diyorsunuz ya, "pozitif düşünün, olumlayın, negatif enerjiyi kendinizden, yörenizden uzak tutun," diye. ama, "duygularınızla yüzleşin, kaçmayın, kendinizi olduğunuz gibi kabul edin" de diyorsunuz.

kafam karışıyor haliyle. ne yapayım ben şimdi? parçalanan bulutlara ve bulduğu en küçük aralıktan yeryüzüne düşüp toprağa saplanan güneş ışığına bakarak yağmur dindiği için öfkeleneyim mi yoksa "bir yağmurun bitimi aynı zamanda bir sonraki yağmurun başlangıcıdır" diye sevineyim mi?


*: elbette isteyen istediğine inansın. isterse vejetaryen olsun. ama biraz ötede.

9 Ekim 2023 Pazartesi

davet

turgut uyar günler geçer'de, "temmuz tam bu işe göredir bana kalırsa," der ya hani.

ben 'ekim'e de güveniyorum. 

hadi!..

8 Ekim 2023 Pazar

dakika ve skor

"Ölüm, yaşayanların sorunudur. Ölülerin böyle bir sorunu yoktur. Bu dünyada, birçok yaratık arasında, yalnızca insanlar için ölüm bir sorundur. Oysa insanlar, doğum, gençlik, cinsellik, hastalık, yaşlılık ve ölüm açısından hayvanlarla aynı kaderi paylaşırlar. Fakat tüm canlılar içinde sadece insanlar ölecek­lerini bilir; sadece onlar sonlarını öngörebilir, ölümün her an gelebileceğinin farkındadır; bireyler ve gruplar olarak bu yok oluş tehlikesinden kendilerini korumak için de özel ted­birler alırlar."*


*:norbert elias, ölmekte olanların yalnızlığı üzerine

6 Ekim 2023 Cuma

dua/rica

"ben mecnun olmuşum sevda çölünde
yeniden mecnuna dönderme beni"*


*: neşet ertaş, öldürme beni

4 Ekim 2023 Çarşamba

tehlikeli şiirler - altmış beş

bugün tehlikeli şiirler okuyalım leyla
cemal süreya'dan bir şiir* mesela

Oydu bir bakışta tanıdım onu
Kuşlar bakımından uçarı
Çocuk tutumuyla beklenmedik
Uzatmış ay aydınlık karanlığıma
Nerden uzatmışsa tenha boynunu 
Dünyanın en güzel kadını oydu
Saçlarını tarasa baştan başa rumeli
Otursa ama hiç oturmaz ki
Kan kadını rüzgârdı atların
Hep andım ne yaşanır olduğunu
En çok neresi mi ağzıydı elbet
Bütün duyarlıklara ayarlı
Öpüşlerin türlüsünden elhamra
Sınırsız denizinde çarşafların
Bir gider bir gelirdi işlek ağzı
Ah şimdi benim gözlerim
Bir ağlamaktı tutturmuş gidiyor
Bir kadın gömleği üstümde
Günün maviliği ondan
Gecenin horozu ondan

*: yazmam daha aşk şiiri

2 Ekim 2023 Pazartesi

özlemek

bu yazı mahir ünsal eriş'ten referansla, "iki bin yirmi ikinin en iyileri listesi"nde madrigal harikası seni dert etmeler'i ikinci sıraya gerileten şeyi özlemekle ilgili.

özlemek hâlini bilirsiniz. ya fiilini? 'öz'den yani kendimizle ilişkili bir kökten gelir: özünde duymak arzusu. kendinde, kendi yanında eksikliğini duymak derdi.

fakat farsçada, "seni özledim," anlamında kullanılan ifadeyi türkçeye birebir çevirirsek ortaya bambaşka bir güzellik çıkar: gönlüm senin için sıkıştı...

30 Eylül 2023 Cumartesi

sebep - sonuç

dün sosyal medyada dolaşırken nice futbol takımı oyuncularından alexis beka beka'nın intihar girişiminde bulunduğu ve ikna edilmeye çalışıldığına dair paylaşımlar okudum. önce sebep belli değildi, sonra ayrılık acısı olduğu söylendi.

bugün de, eski futbolcu vikash dhorasoo'nun bir televizyon programında futbolcular hakkındaki söyledikleri düştü sosyal medyaya.

her kelimesine katılıyorum. sadece modern zamanlarda gladyatör rolü üstlenen sporcular değil, okul birincisi olsun, üniversite sınavında derece yapsın istediğimiz çocuklar, yeteneği var diye çocukluklarını elinden aldığımız çocuklar da aynı dertten mustarip.

*

"futbolcu, çok erken yaşlarda aile yapısından kopardığımız, bulunduğu yerden başka bir noktaya taşıdığımız ve hiçbir aidiyeti olmaması adına okul hayatını olması gerektiği gibi sürdürmesine izin vermediğimiz bir birey.

ve sonra kendisinden bizi iyi temsil etmesini, iyi konuşmasını, hatasız tweetler yazmasını bekliyoruz. oysa başta kendisinden sadece futbol oynaması istenmişti...

burada düzgün işlemeyen bir şey var. amatör ve profesyonel futbol arasındaki bağlantının iyi bir şekilde işlemesini sağlamamız gerekiyor. futbolculara biraz daha hoşgörü lazım. sanki çok olgun insanlarmış gibi bugün bu çocukları yok ettik.

ben bugün bir futbolcu olarak futbol oynamak dışında hiçbir şey bilmiyorum. çok param var ve bu parayla ne yapacağımı bilmiyorum.

ben ilk kitabımı yirmi yaşında okudum. kültürel hayatı çok geç keşfettim. futbolcuların kişisel merakı yeterince gelişmiş değil. asıl sıkıntı burada. 

bizi meraklı bireylere dönüştürmüyorlar çünkü kimsenin böyle bir gayesi yok. biz sadece futbolcuyuz."*


*: çeviri: alpay nafi, fransızcasına güvenenler için de videosu burada...

28 Eylül 2023 Perşembe

masalların sonu

kaybedenler kulübü (2011) filminde dinleyicilerden biriyle mete-kaan ikilisi arasında bir diyalog vardır:

- neden konuştuğunuz her şeyin ucu sekse dokunuyor?
- hayatta ucu sekse dokunmayan bir şey var mı? varsa da biz bilmiyoruz.

çok etkilendiğimiz bu filmin üzerine çok konuştuğumuz anlarından biri de buydu.

"mete haklı," diyenler de vardı, "o kadar da değil" diyenler de. hatta, bir arkadaşım kitaplıkta duran kitabını işaret edip, "kadınlara daha kolaya ulaşabilmek için yazdım ben bu kitabı," demişti.

benim fikrim ise netti, değişmedi: doğru kişiyle, doğru yer ve zamanda yapıldığı takdirde dünya üzerinde seksten keyifli bir şey olamaz. ama her yolun oraya çıktığı düşüncesi hem yanlış hem hastalıklı. bir erkek muhatabının orasına burasına bakmadan onunla sohbet edebilir, hiçbir şey beklemeden onunla muhatap olabilir. birine kitap tavsiye etmek, çocukluk anılarını anlatmak, hayallerinden bahsetmek, beraber yemek yapmak, film izlemek her zaman yatağa giden yolda kilometre taşı değildir. başka bir deyişle, insanlar birbiriyle cinsiyetten münezzeh muhatap olabilir.

*

evlilik kurumuna, insanların evlenmelerine değilse de masallarda 'mutlu son' diye sunulmasına, gerçek hayatta 'başarı' sayılmasına karşıyım.

hep dediğim gibi, iyi bir şey olsaydı bütün dinler ve kutsal kitaplar tanrının bir buyruğu olarak bize sunmaz, iyi bir şey olsa buna gerek kalmazdı.

siz hiç 'sevişin!' diyen kutsal bir emre rastladınız mı?

*

ama mete'nin haklı olduğu bir yer var: masallar...

evet, çocukken okuduğumuz, çocuklarımıza okuttuğumuz, hatta hâlâ okuduğumuz masallar.

masalın sonunda, kahramanlar neden evlenir biliyor musunuz? ve bu evlilik neden mutlu son diye sunulur?

rahat rahat sevişebilecekleri için. çünkü masalların ilk ortaya çıktığı dönemde sevişebilmek için evlilik şart. aksi takdirde ya gece yarılarında kapısı rahatlıkla çalınabilecek birisi ya da cehennemde yanacak bir günahkar olursunuz.

kim bilir? belki de bu yüzden evleniyoruz.

belki de bu yüzden, "kırk gün kırk gece süren bir düğünle evlendiler ve hayatlarının sonuna kadar mutlu ve mesut yaşadılar."

26 Eylül 2023 Salı

45lik plak

o kadar "olmaz" çıktı ki ağzımdan, sayısını unuttum.

ama bu defa "olur" diyeceğim.

"neşet ertaş'ın öldürme beni 45liğine sahip bir kızla olur."

ki, 'b yüzü'nde sen benimsin ben senin vardır.

24 Eylül 2023 Pazar

"mel. te-mel..."

hayır, "pazar neşesi" niyetine ünlü fıkra kahramanı temel'in james bond'la tanıştığı fıkrayı anlatmak değil niyetim. biraz 'temel' güzellemek istiyorum, hepsi o.

kan çektiği ya da ruhdaşlık hissettiğim için değil ama. "ya olmasaydı?" diye düşündüğüm için de değil. kuralların dibine dinamit koyduğu, sıradanlıktan saptığı, bizi şaşırttığı için.

ne zaman bir ingiliz, bir alman ve temel bir araya gelse, eğer bu hayatımızda dinlediğiniz ilk fıkra değilse ingiliz ya da alman'a değil temel'e güleceğinizi bilirsiniz.

ingiliz ve alman gayet mantıklı, akla ve hayata uygun şeyler yaparken -ki onlardan beklenen de budur- temel’e sahneyi hazır eder, onun ne yapacağına dair bir beklenti de yaratırlar. tıpkı bizim gibi onlar da başrolde temel'in olduğunu bilirler çünkü.

nihayet sahneye temel çıkar, bir defa daha ormanda herkesin tercih ettiği yolu seçmeyi reddeder, bizi şaşırtır, dahası güldürür.

eminim tanısa albert camus da severdi onu. çünkü ne zaman sıra ona gelse 'başkaldırı felsefesi"nin temel prensibi 'absürt'e kapı aralar.

sonrası, yaşamda bir kırılma. en azından bir çatlak. su sızmasına, ışık geçmesine izin veren.

20 Eylül 2023 Çarşamba

dakika ve skor

"Yeni tanıştığım kadınlara "Tensip buyurursanız mükalememizi Tanzimat Edebiyatı tarzında sürdürelim" derim. Hemen hepsi bu teklifimi hoş karşılar. Ve mümkün mertebe eski kelimelerle konuşuruz. Böylece sohbete enikonu nezaket hakim olur. Ve de nostaljik bir erotizm. Bu metot ya da taktik, aynı zamanda itimat doğurur. Yatakta ise kamusu, lügati kaldırır, şeytan argosuna geçeriz. Tanzimat Edebiyatı ile dirty talk; ortası yok!
Kimi kadınlar cep telefonuna Osmanlıca sözlük uygulaması indirir, arada oraya bakarlar. Genellikle ilk görüşmeden sonra pes ederler. Fakat onlara daima "siz" diye hitap ederim. Yakınlık ve mesafe korunur. Dahası, beni diğer erkeklerden ayıran özellik, her konuşmada, yazışmada ortaya çıkar. "Şu 'siz'i kaldıralım artık" dediklerinde cevabım hazırdır: "Bendeniz 'siz' deyince daha samimi hissediyorum." Bilirsiniz, nezaket, yabancılar arasında geçerlidir. Ve yabancıların dedikodusu yapılır. Birine 'sen' dediğiniz an, o kimseye sizi kendi sıradanlığı içinde eritme yetkisi verirsiniz."*


*:murat menteş, afili hafiye

18 Eylül 2023 Pazartesi

çürüyen otlar*

jenny erpenbeck'in harika romanı kairos'un merkezinde gizli bir aşk var. "yasak aşk o!" diyenler çıkabilir ama o kadar naif, samimi ve gerçek ki insan kelime tercihleriyle incitmek istemiyor.

kaldı ki, yasak aşk diye bir şey yoktur. olsa olsa yasak ilişki vardır. 

üstelik, adam (hans) ve karısı (ingrid) yıllar önce, "isteyen istediğini yapabilir" manasına gelen örtük bir anlaşmaya varmışlar ama böyle bir şeyin gurur kıran ağırlığını yüklenmemek için kimse kelimeye dökmemiş.

hans da daha ilk konuşmada kıza (katharina), onu olduğu şey yapanın evliliği olduğunu ve evliliğinden vazgeçmeyi düşünmediğini, asla vazgeçmeyeceğini söyleyecektir. katharina bunu önemsemez zira aşkın daima mutlulukla yıkanan ilk günleridir ve az vakit geçirmek dışında her şey muhteşemdir.

ilişkileri biraz daha ilerleyip olan biten katharina'ya yetmez olunca, hans, evliliğini doğuştan gelen bir kusur olarak görmesini ve kendisini öyle kabul etmesi gerektiğini söyleyecektir.

yine de günün birinde hans'la katharina'nın durumu ortaya çıkınca, daha doğrusu elle tutulur deliller ortaya saçılınca ingrid, örtük antlaşmaya rağmen gurur yapıp adama evden uzaklaştırma verir.

hans altı ay kadar, artık batı'da yaşayan şair arkadaşının evinde kalır ve altı ayın sonunda ingrid'le durum değerlendirmesi yapmak için akşam yemeğinde buluşurlar.

katharina biraz sürpriz yapmak, biraz da hans kendini kötü hissederse yanında olabilmek için ona haber vermeden evde onu beklemeye karar verir. saatlerce bekler ama hans gelmez. evin girişinde, hemen kapının önünde, koridorda beklerken acı içinde uyuyakalır. çünkü hans hâlâ dönmediğine göre barışmışlar, bu evde neredeyse karı koca olarak yaşadıkları altı ay, belki de ilişkileri bitmiştir. ve hans mutlu bir şekilde karısına ve oğluna dönmüştür. belki de şu an birbirlerine dokunuyorlardır.

oysa hiç de öyle değildir. hans ile ingrid'in görüşmesi hiç de iyi gitmemiş, hatta ingrid eve erken dönmüştür. ne yapacağını bilemeyen, evin yalnızlığına dönmek istemeyen, hatta o yalnızlığın korkuttuğu hans da tek başına içmektedir.

*

kim bilir, kaç defa yaşar insan bunu?

bu soruyu çok sordum kendime dönüp dönüp o sayfaları okurken. eve dönen hans, katharina'yı tek kişilik yatağa taşırken.

kaç defa bekledi de gitmediniz?

kaç defa yanlış anlayıp, yanlış anlaşıldınız?

benim cevabım en az bir: haliç kenarında gece yarısı telefonuyla nihayetlenen bir hafta.

sanırım bu kadar.



*: bakınız, cahit külebi veya alpay. ya da bakmayınız.

5 Eylül 2023 Salı

sayı problemleri

öykücü anlatmıştı.

hafta sonu katıldığı davette ünlü bir matematikçiyle aynı masaya denk gelmiş. hatta yan yana oturmuşlar. hoş sohbet bir adammış. mevzu kadın erkek ilişkilerine gelince, "kadının yaşı, erkeğin yaşının yarısından beş fazla olmalıdır. ideali budur," demiş.

ama bir kulağımdan girmiş, diğerinden çıkmıştı. ne de olsa "çoluk çocukla uğraşamam" yaşlarındaydım.

*

yakari söyledi.

artık nereden duyduysa. ama her zaman olduğu gibi, bilge, görmüş geçirmiş adamlar gibi yaparak. uykuyla uyanıklık, vahiyle ilham arasında bir hâlde...

"bir ilişkiden çıktıktan sonra o ilişkiyi unutma süresi, ilişki süresinin yarısı kadardır," dedi.

"yarısı mı!" diyebildim sadece.

3 Eylül 2023 Pazar

vur gitsin beni

ecnebi -sözlükler 'ecnebi' için, "başka devlet uyruğunda olan kimse" dese de, bence batıyı işaret eden, avrupalı ülkeleri kasteden bir imajı var. o sebep bu, 'başlangıç'a şerh ihtiyacı duymalar- bir arkadaşım, nereden aklına geldiyse en sevdiğim ibrahim tatlıses şarkısını sordu.

"kal benim için," dedim. ama hemen düzelttim. "vur gitsin beni." der demez de yutup videosunu açtım.

"yıllar önce sadece burası vardı. ben de sadakatle, aklıma geldikçe buradan dinliyorum. altı milyon dinlenmenin yaklaşık yarısı bana aittir."

nedenini şarkı anlatır.

1 Eylül 2023 Cuma

gemi aydınlanması

geçtiğimiz günlerde kan ve gül'ü yeniden okudum. gerçekten yeniden. italo calvino'nun "klasikleri niçin okumalıyız?" adlı makalesinde bahsettiği türden bir 'yeniden' değil yani.

/calvino orada, "klasikler, haklarında genellikle 'okuyorum' sözünü değil, 'yeniden okuyorum' sözünü duyduğumuz kitaplardır," der./

iki bin on yedide çıkar çıkmaz okumuştum çünkü. ama içimde sadece yeniden okuma arzusu değil, kitabı hakkıyla okumadığım hissinin büyüttüğü bir suçluluk duygusu da kalmıştı.

çok hızlı okumuştum çünkü. oysa, yavaş okumayı, kitaplar bağlantılı değilse arada boşluk bırakmayı, başka bir deyişle metnin içimde demlenmesini tercih ederim. uzun zamandır 'haftada bir kitap' ortalamasını seçmem biraz da bundan. diğer yandan, her alper canıgüz kitabı gibi iyi bir fikirden yola çıkan ve bizi bu fikre ikna eden kan ve gül'ün gençlik ve orta yaşa dair kurduğu cümleleri, doksanların sosyal ve politik hayatına dair saptamalarını gerekli ciddiyetle okumadığımı da hissediyordum. en önemlisi de, alper canıgüz'ü ilk defa okumak kadar 'yeniden' okumayı da seviyorum ben. aralarında 'yeniden yeniden' okuduklarım bile var.

/fark ettim de, yeniden okumadığım tek kitabı kıyamet parkmış. o da taze(!) olduğu için./

bütün alper canıgüzleri yeniden satın aldım. çünkü eskileri yeni mobilyalara uymuyordu. elbette şaka. sadece, en az benim kadar iyi bir alper canıgüz okuru olduğuna inandığım birine hediye ettim. evet, altı çizili satırlar, derkenardaki notlar, hatıralar, herbiri ayrı anı ve anlam taşıyan imzalarla beraber. yeni satın alınanlar yığınının içinde kan ve gül'ü görünce de okumaya karar vermek zor olmadı.

ama diğer 'yeniden okuma'ların aksine bir duygu hissettim bu okumada: bazı cümlelerin altını daha önceki okumada çizmiş olamazdım ama bu defa bile isteye, güle oynaya çiziyordum. oysa bu nadir başıma gelen, sanki iyi bir şeymiş gibi beni sevindiren bir durumdur.

/buna üzülmüş değilim, sadece farklı bir his olduğu için anlatıyorum. yoksa, kitap okumanın içsel bir yolculuk olduğunu, okuduğumuz kitaplardan zihinsel ve ruhsal durumumuza göre etkilendiğimizi biliyorum./

ve bir aydınlanma da yaşadım: benim kimseyi -hele de kendi ellerimle- gemiye bindirdiğim falan yoktu. muhatabım zaten o gemideydi. ve hiçbir zaman da inmemişti. sadece benden, benim olduğum yerden uzaklaşan ya da uzaklaşmaya yazgılı bir geminin güvertesinde bir süre bana doğru yürümüştü. o kadar.

25 Ağustos 2023 Cuma

dakika ve skor

""O kadın nasıl da güzeldi!" diye düşündü ve ellerini ensesine koyarak çadırın tavanını izlemeye başlandı. Yağmur damlalarının çadıra vuruşu yeniden hissedilmeye başlandı.

"Gökyüzü masmaviydi," diye düşündü ve o kadın gökyüzünün altında o kadar güzeldi ki, insanın sinirle şu soruyu sorası geliyordu. "Neden bu kadar güzel kadın olmalı ki sanki?"

Bu olay sanki o senenin ağustos ayında, o muhteşem akşamlardan birinde, güneş her tarafı kırmızıya boyadığında ve ufukta bazı noktalarda gecenin damlaları asılı gibi sallandığında değil de çok daha uzun zaman önce yaşanmış gibi hissetti."*


*:ismail kadare, ölü ordunun generali

23 Ağustos 2023 Çarşamba

rilke

eskiden olsa, "rilke," derdim. "rilke iyi ki var."

"olmasaydı muhafazakâr nisa tayfasının hâli nice olurdu."

şimdi uslanmaz bir tebessüm eşliğinde, alaycılığı saklamayan sesle, "şimdi de söylemiş oldun," diyecekler çıkacaktır, çıkabilir. onlara, önemli olanın değilse bile vurgunun "eskiden olsa"ya olduğunu söylemek isterim.

aksi takdirde roman yazar, adını da 'muhafazakâr bir kız sevdim' koyardım.

19 Ağustos 2023 Cumartesi

geçtim de geldim

benden yirmi bir gün küçük kuzenim ve ben. sekiz yaşındaydık ve filmlerdeki gibi aşık olmak istiyorduk. özlemek, kavuşmak, göz göze gelince heyecanlanmak falan.

şanslıymışız. ya da bütün çocuklar gibi allahın sevgili kulu. çünkü yaz tatilinde fırsat ayağımıza geldi. mustafa dayımın, onu ziyarete gelen okul arkadaşının başta ikiz sandığımız kızları. 

bahçe ortasındaki üç katlı o evi ikinci kattan başlatan dış merdivenlerin önünde karşılama komitesi gibi dizilmiş, hediye paketinin ne sakladığını görmek için sabırsızlanan doğum günü çocukları gibi hep beraber otuz üç plakalı kırmızı opele bakıyorduk. kocaman gülümsemesiyle önce baba indi arabadan. sonra kucağında ileride polis akademisini birincilikle bitirecek küçük oğulla anne.

aynı anda açılan arka kapılardan biri kısa beyaz çoraplı, diğeri çorapsız iki ayak dışarı uzandı, se. ile se. ayak bastı bahçenin araçlara ayrılan taşlı yoluna. se.lerin birincisi; oydu işte. ince uzun. belki biraz suratsızdı ama on tane kız çocuğuna yetecek kadar çok, simsiyah saçları vardı.

şimdi o ilk anı bir yandan hatırlayıp bir yandan kelime yapmaya çalışırken gökyüzüne kaçan kırmızı balonlar geliyor gözümün önüne. hani küçük çocuklar henüz hayatı bilmezken, mesela gökyüzüne yükselen balonları kayıp ya da ziyan olarak değil rutini bozan büyüleyici bir tecrübe olarak algılayıp hayret ve şaşkınlıkla ve elbette mutlulukla balonların peşi sıra gökyüzüne bakar ya. tam da öyle.

'hoş geldiniz'ler ve 'hoş bulduk'lar havada uçuşup çarpışırken ben aşık olmuştum bile. aşk hayatımın ikinci bölümü. üstelik yaz aşkı.

sonrası bildiğimiz şeyler. oyunlarda eş olarak onu seçmeler, rakipse zalimce galibiyetler, iskelede onun yanına oturmalar, o hangi dondurmadan alırsa aynısından almalar, bazan bize emanet edilen bebek kardeş gülsün diye yapılan şaklabanlıklar.

sorulmadan, daha doğrusu soruya ihtiyaç duymadan anlatılan şeyler: eğitim- öğretim hayatım mesela. sağlık kolu başkanıydım, -ve ikinci sınıfta bir daha bırakmamak üzere kitaplık kolu başkanı olacağımı, hatta abartıp dünyadaki bütün kitaplıkların başkanı olacağımı elbette bilmiyordum-. kırmızı kurdeleyi ikinci takan ben olmuştum. sınıfça pikniğe gittiğimizde nedense yalnız kalmıştım ya da bana öyle gelmişti. ama sonuçta kendimi çok yalnız hissetmiştim.

sonra başka şeyler: benden küçük bir kardeşim olsun isterdim. çünkü ben abimi çok seviyordum. yok, büyük teyzemin büyük oğlu o. en çok babam seviyor beni, bir sürü hikâye bilir. babam annemin saraylı olduğunu söyler.

uzun bir tatildi. belki de başka bir şey vardı. dayımın okul arkadaşı bir kaç gün sonra otuz üç plakalı kırmızı opele binip gittiği halde se. ile se, annesi ve küçük kardeş kalmış, bahçe ortasındaki üç katlı o evin oyun için torunlara ayrılan üçüncü katı onlara verilmişti.

günler, haftalar uç uca eklenip geçmiş olurken se. bir gün beni otoparka çağırdı. pardon, o zaman orası otopark değildi. neden otopark dediysem? bahçenin uzak bir köşesine. "oley!" dedim içimden. "kalbini bana açacak." "kesin, beni sevdiğini itiraf edecek." "ya öpüşmek isterse?"

öpüşmek istemedi. itiraf da yoktu. ama kalbini açtı. " benden yana bakmayı bırakmalısın," dedi. "önüne bak," değil, "benden yana bakma" ya da "beni unut" gibi bir şey.

şimdi olsa, "sana ne?" derdim. ya da edebiyat yapmak istersem; "seni seviyorsam bundan sana ne?" biraz kibirli olabilirdim pekala: "senden yana baktığımı nereden biliyorsun? görmek için senin de bana bakman gerekir."

sadece sustum, yutkundum, "kanadı kırık kuş" gibi "başımı eğip usul usul yürüdüm" ve çocukların yanına döndüm. işe güce, hayata, gündelik hayatın koşturmacasına.

tabiî ki vazgeçmedim ama yanına yaklaşmadım da. eş olduğumuz oyunlara bir bahane ile başlamadım, rakip olunca da bıraktım, kazanan o olsun.

yaz tatili bitti, geldikleri gibi gittiler. ben yine vazgeçmedim. sudan bahanelerle dayımlara gidip durdum. giderken adresimi bilmediği için oraya yollanmış bir mektup hayal ederek ya da içime doğan saçma sapan bir hisse itimat edip o gün bana bir haber geldiğini sanarak. mesela, bir sabah böğürtlen çalılarının orada bir kelebek görmüştüm, "sevgilim bir kelebek"ti, o halde bu işaretti.

ama hiçbir şey gelmedi. "sana adaklar adarım ama kurban vermem" dememiş olmanın pişmanlığıyla geçti günler. elbette şaka yapıyorum. nereden bileyim ben sekiz yaşında 'adak' nedir, 'kurban' ne?

bir gün, aniden, sanki bir hipnoz seansının sonunu işaret eden parmak şıklatmasını duymuşum gibi her şeyin bittiğine karar verdim. hayır, unutmadım. her şeyin bittiğine karar verdim.

tıpkı geçen gün bir vasıtanın arkasında gördüğüm cümle gibi; defoluyorum kalbinden hep istediğin gibi...

ne de olsa "kendimizden vazgeçtik senden de geçeriz".

17 Ağustos 2023 Perşembe

konum - dokuz

farsça pop müzik ile ahmet süheyl ünver'in üç ciltlik iran defterleri arasında bir yerlerde.

15 Ağustos 2023 Salı

odada

iki yılın ardından yine aynı odada uyandım. tertemiz, lavanta kokan, serin çarşafla yorgan arasında, hep olduğu gibi geç yattığımız halde erkenden.

biraz kitap okudum, biraz geçmişi düşündüm, biraz geleceği hayal ettim. ve yazmak istedim.

evet, "kız kaçırırsam buraya gelirim," dediğim odada. ama kız falan kaçırmadım. ze.'ye de söylemedim zaten. o beni kaçırsın. 'terlikleriyle gelecek' ama. ölçmeden biçmeden, önünü sonunu hesap etmeden. mantığını çarşıda unutarak ya da evde bırakarak. kaldı ki, sahip olduklarına bakarsak ona sevgimden başka verecek bir şeyim de yok. bir de dert ve sıkıntı belki.

ev hâlâ sessiz, oda bir basketbol sahası kadar kocaman. yatağın boşluğunda, çarşafın üzerinde karanlık bir gecede sessiz evimden çıktım.

dilimde kavun taşıyan kamyonlar. şairin de dediği gibi: fakat içimde şarkı bitti.

biliyorum.

10 Ağustos 2023 Perşembe

büst

buradan bakınca oturuyor mu ayakta mı duruyor anlaşılamıyor ama otelin ününe yakışan, geniş, iyi aydınlatılmış ve renginden, biçimine iyi tasarlanmış mobilyalarla döşeli giriş salonuna bir parça ruh katsın diye toprak altından çıkarıldıktan sonra resepsiyon bankosu ile sekiz ünlü şehrin zamanını söyleyen saatlerin asıldığı duvar arasına yerleştirilmiş tanrıça büstüne benziyordu.

8 Ağustos 2023 Salı

finaldeki tercih

cengiz aytmatov'un yazdığı ve atıf yılmaz'ın filmleştirdiği selvi boylum al yazmalım (1977) filmini bilmeyen yoktur.

filmi seyretmeyenlerin bile finalinden haberdar olduğuna da, 'emek - aşk' ikilemi üzerine düşündüğüne de eminim.

/aşka inanan birisi olarak asya'nın cemşit seçimine katılmasam da yanlış yaptı diyemem.

itiraf ediyorum: galiba bazı şeylerin tek bir doğrusu yok./

hatta, senarist ali özgentürk'e kulak verirsek filmciler de doğrusunu bulmakta zorlanmışlar.

*

"finalde türkan şoray'ın oynadığı asya, tutkuyla âşık olduğu ilyas'ı (kadir inanır) değil, ona ve çocuğuna emek veren cemşit'i (ahmet mekin) seçiyordu. ben senaryoyu böyle yazmıştım ama çekimler sırasında türkan şoray, "filmin sonunda asya ilyas'a dönsün" diye tutturdu. çünkü star, stara dönermiş. atıf (yılmaz) abi de onay verdi. "filminiz de finaliniz de sizin olsun" diyerek bavulumu topladım. yola düştüm. bir araba gelecek, beni alıp gidecek. o sırada rüçhan (adlı) beyle karşılaştık. çok nazik bir adamdı. "siz niye çekimde yoksunuz?" dedi. anlattım. haberinin olmadığını söyledi. izah ettim. "türkan kadir'e döner ve hoş bir final olur ama bu hakikat değil" dedim. hak verdi, "ben ikna ederim" dedi, etti de..."


notgibi: rüçhan adlı ile türkan şoray arasındaki bağı bilince daha da çok anlam kazanan bir anekdot bu.

6 Ağustos 2023 Pazar

günün sorusu: yürek

kalp dediğimiz sağ yumruk büyüklüğündeki kas yığını ne zaman yürek olur? aşık olunca mı yanınca mı?

4 Ağustos 2023 Cuma

tomás nevinson'u beklerken

sevgili javier marías'ın, "asla bir kadının bakış açısıyla yazmayacağım," dediğini ve bu sözünü karasevdalılar'ın kadın anlatıcısıyla çiğnedikten sonra berta isla'da da yinelediğini biliyor muydunuz?

30 Temmuz 2023 Pazar

bir masada iki kişi: şan şöhret

çayından son bir yudum aldı, masaya bıraktığı fincanı parmak uçlarıyla ortaya doğru itti. bir süre camdan dışarı, belki de apansız bastıran yağmurda ıslanmamak için koşuşan insanlara baktı. bakışlarını oradan alıp az önce masanın ortasına doğru ittiği fincana verirken konuşmaya başladı:

- hakkınızda bir kaç şey duydum.

- hiçbiri doğru değil.

- ama neler duyduğumu söylemedim daha.

- fark etmez. hepsi yanlış.

- çok kalp kırmışsınız.

*

istemeden oldu hep. çoğu zaman fark etmedim bile. anladımsa dönük bir sırttan, küskün omuzlardan anladım.

26 Temmuz 2023 Çarşamba

dövmesizlik

birlikte okunmalıdır.

*

çok değil bir yıl önce, 'dövme yaptırcam' diye tutturmuştu. omuzda başlayıp kola inen, köprücük kemiğinin bir kısmını fethettikten sonra belki sırtın ve göğsün üst bölgesinden toprak talep eden büyükçe bir dövme.

kızılderili motiflerine bakıyordu ama aztek işi de olabilirdi. hint etkisine de açıktı.

yolundan dönmeye niyeti olmadığını anlayınca ilerde pişmanlık duyacağı bir şey yapmasın diye küçük, minimalist çalışmalar önerdim kendisine. hatta, bulutları seyreden instagram sayfam birden bire dövmeci abilerin, ablaların istilasına uğradı. tiksindim.

ama o hiçbir seçeneği beğenmedi. belki arzusu rafa kalkmadı ama dövme de yaptırmadı.

geçen gün son wimbledon tenis turnuvasını konuşurken söz haliyle kadınlar şampiyonu marketa vondrousova'ya da geldi. bir eleştirim vardı, hemen araya sıkıştırdım.

tenisçilere beyaz giyme mecburiyeti koyan bir turnuva wimbledon. öyle ki, siyahla yazılmış normalinden büyük bir logoya bile yasak koydukları ve tenisçilerin kıyafetini değiştirmek zorunda kaldığı bile oldu.

ama çekyalı şampiyonun dövmelerle dolu bedeni bu yaklaşıma göre -sadece siyahlık ve renklilikten dolayı- daha yasaklanası göründü bana. öyle ki, ileride dövme yasağı ya da aşırı çokluktaki dövmeleri kapatma zorunluluğu gelirse şaşırmam.

baktım, itiraz etmiyor, hemen borges'in imza gününe de götürdüm onu: borges'in neredeyse her akşam gittiği la ciudad adlı kitapçıya. gittiği her yerde olduğu gibi orada da insanlar onunla sohbet etmek ve kitaplarını imzalatmak istermiş. sıranın uzadığı günlerden birinde borges yakın arkadaşı bioy'a seslenmiş. "adolfito, imzaladığımız onca kitaptan sonra imzasız kitabımızın ne kadar değerli olacağını bir düşünsene."

sanırım anladı.

23 Temmuz 2023 Pazar

şans

bu yazı da başladığı yerden uzakta bitecek. hissediyorum...

*

kitap okumanın dünyanın en iyi, en anlamlı, en gerekli, en güzel işi olduğuna inanmıyorum. kitap okuyanları yüce, oku(ya)mayanları da aşağı görmeyişim tam da bu yüzden.

ama kitap okumayı, kitaplarla hemhâl olmayı, iki lafın belini kırarken kitaplardan bahis açmayı seviyorum.

ve biliyorum; bu durum ne beni ne de benim gibileri makbul kılıyor.

yine de, okumaya anlam yükleyenlerden olduğumu, okunanlardan işaret devşirdiğimi saklayamam.

/"bu ne yaman çelişki" diyeceklere, yemekle ekmek yemediğimi ama ekmek arası bir şeyler yerken "içini alayım mı?" diye soran satıcılardan bir kaçını dayanamayıp bıçakladığımı söyleyeyim. ekmek de makbul değil ama seviyorum, yani./

*

misafir olduğum bir hanenin kitaplığını bazan göz ucuyla, bazan aşikârane, tıpkı yeni evli oğluna akşam yemeğine gelmiş anne edasıyla incelemem belki de bu yüzden. ya da kitap okuyan birini gördüğümde "ne okuyor?" diye meraklanmam, bir filmdeki ya da dizideki karakterin okuduğu kitabı görmeye çalışmam...

aynı anda aynı kitabı okumak aşk işareti sayılabilir pekala. ya da aynı kitaptan aynı şekilde etkilenmiş olmak. kitaplıklarımızdaki ortak kitapların çokluğu da fena bir bahane değil.

/konumuz bu değil ama, her genelleme gibi bu da yanılgı ihtiva eder, demek gerekir. ki, "bir yusuf masalı'nı benden iyi anlıyor" dedikleriniz çok geçmeden hain, "dostoyevski okurken heyecanlanan küçük kızlar" büyüyünce bambaşka biri olabiliyor./

*

neyse ki, anlatmak istediğim yere geldim.

biliyorum, bu şekilde düşünen tek kişi ben değilim. benzer biçimde 'kitap'a anlam yükleyenler az değil.

ama benim kitap okuyarak ya da kitap okurken birilerinin dikkatini çekme şansım artık yok diye düşünüyorum.

çünkü, kalbur üstü kitapları ya okudum ya da okumayı reddettim. yeniden okuduklarım ise sene de bir veya iki. popüler olanla bağlarım da kuvvetli sayılmaz.

yani kıyıda köşede kalmış, şahit olanın bilmediği, bilmediği için de yok saydığı kitaplar oluyor elimde. tanımadıkları, başka bir deyişle anlam yükleyemedikleri için de burun kıvırmakla iktifa edip, geçip gidiyorlar.

/haksız da sayılmazlar hani. kairos adlı bir kitabı ve onu okuyanı kim ne yapsın?/

19 Temmuz 2023 Çarşamba

uyarı

sen henüz benim ne anlama geldiğimi bilmiyorsun.

16 Temmuz 2023 Pazar

amele yanığı

bazın şeyler de 'oldukça' değişiyor.

tdk büyük türkçe sözlük'ün amele yanığı maddesi mesela.

bir zamanlar karşısında, "omuz ile dirsek arasında, telefon muhafazasının izi" yazan amele yanığı maddesinin karşısında bugün, "omuzlar, kollar ve su yüzeyine yakın olduğu için güneşe maruz kalan sırtın üst bölgesinde vücudun diğer yerlerine göre yoğunlaşan bronzlaşma" yazıyor.

14 Temmuz 2023 Cuma

dakika ve skor

"...Neyse -varsın sen; ve ben, elbet
bulacağım bir yol- varsa eğer bir yol
-ya da benim varsa, bir yol bulma
yeteneğim- yetersem buna..."*


*: oruç oruoba, 15 Ekim 1981

11 Temmuz 2023 Salı

küçük değişimler

kabul, her şey değişir. değişiyor. bazı şeyler ise yalnızca şekil değiştiriyor.

mesela, eskiden selçukla sevgilisinden ayrıldığı ya da aralarına mesafe girdiği zamanlarda sık görüşürken, şimdi eşini ve çocukları tatile gönderdiğinde sık görüşüyoruz.

*

ama sağlam adamdır selçuk. insanı yarı yolda bırakmaz. altın gibi bir kalbi, nadiren kullandığı bir beyni vardır.

tanısanız, siz de severdiniz. evet, eminim. tıpkı dostlarına ne yaptığını duyunca bazılarınızın daha çok seveceğinden emin olduğum gibi.

10 Temmuz 2023 Pazartesi

ilk izlenim için tek bir şansın vardır: yirmi dört

cioran'ın son elli üç yılına yoldaşlık eden hayat arkadaşı simone boué bir röportajda onunla ilk karşılaşmalarını anlatıyor.

ki o röportaj, "simone boué, siz kimsiniz? cioran’la karşılaşmadan önce kimdiniz?" ilk sorusuna verdiği, "biliyor musunuz, beni cioran ilgilendiriyor, ben değil!" cevabıyla başlar.

*

paris'e gidip doçentlik sınavına hazırlanmak için bir burs aldım. cioran'la tanışmam da o arada oldu; doçentlik dersinde değil ama, saint michel bulvarı'ndaki bir öğrenci yurdu olan foyer international'a yerleşmiştim. bir yemek salonu vardı ve bütün öğrencilere açıktı. cioran'la orada karşılaştım. 

çok iyi hatırlıyorum, on sekiz kasım bin dokuz yüz kırk ikiydi. onu önceden de fark etmiştim, zira başkalarından çok farklıydı; hem sonra, öğrencilerin yaş ortalamasının üstündeydi, otuz bir yaşındaydı. yemek almak için sıraya girmiştim. bir kupon doldurmak gerekiyordu, tarihi ve adınızı yazıyordunuz, kasaya geldiğinizde de bu kuponu göstermeniz gerekiyordu. kuyrukta yanıma geldi ve tarihi sordu bana. çok iyi hatırlıyorum, çünkü doğumgünümdü. annem bana pasta yollamış olmalıydı. ona tarihi söyledim, sonra da…


merkez üs: https://birartibir.org/kediye-benzerdi/

7 Temmuz 2023 Cuma

günün sorusu: pişmanlık

hangisini tercih ederdiniz? yapmış olmanın pişmanlığını mı yoksa yapmamış olmanın pişmanlığını mı?

5 Temmuz 2023 Çarşamba

durum

muhtemelen harika bir ilk fikri takip eden, ilgi uyandırdığı ve popüler olduğu için de sık sık tekrarlanan bir paylaşım türü var sosyal medyada. daha doğrusu ekran görüntüsü.

eleman, eski bir hikâyenin başrol oyuncusuna bir liralık -hatta, bir kuruş bile gördü bu gözler- havale yapmış ve açıklama kısmına da bazan özlem bazan sitem ihtiva eden duygularını yazmış.

bir ihtimal ben de böylesi bir hikâyenin parçası olabilirim bu ara. ama oyun alanı havale dekontlarının açıklama kısmına değil de çeşitli mecraların 'hâl beyanı' tadındaki 'durum'ları.

yanılgı ihtimali elbette var. çünkü, yanılgı hepimiz için. ama durum öyleyse, hislerim beni yanıltmıyorsa yani.

"dik dur, şekerim. ayrıca göbeğini içeri çek."

3 Temmuz 2023 Pazartesi

en çok

sabahmış. belli ki yeni uyanmışım. kalkıp güne karışmak yerine sırt üstü yatmış, gözlerim kapalı, yatak keyfi yapıyorum.

sol yanımda düzenli soluk alıp vermeler. görmem mümkün değil ama yüzümde giderek büyüyen bir tebessüm olduğuna yemin edebilirim.

önce soluk alıp vermelerin ritmi bozuldu. sonra kıpırdanmalar oldu. bir ses "seni çok seviyorum baba," dedi ve benden yana hamle edip bana sarıldı. ben de ona sarıldım tabiî ki.

dipleri terli saçlarını öptüm. "ben de seni çok seviyorum," dedim. "bu dünyadaki her şeyden çok seviyorum."

şimdi yazarken bile, "bu, bir rüya olmalı," diyorum. "gerçek olamayacak kadar güzel çünkü."

1 Temmuz 2023 Cumartesi

konumlandırma

sahibi öleli çok olmuş ama telefon rehberinden bir türlü silemediğimiz, artık aranamayacak, aransa bile bir cevap vermeyecek, verse bile bambaşka hayatlara kapı aralayacak telefon numaraları gibi(sin).

27 Haziran 2023 Salı

yüzmeler

"bazan bana gelir, gider yüzmeler" diyerek başlayalım söze. ki, geçen yılın en güzel ikinci şeyini anmak olsun. farkındayım, böylece birinciyi de andık.

yüzmekle ilişkim bir kaç döneme ayrılabilir. gelin, deneyelim:

bir... her deniz çocuğu gibi ben de kendi kendime öğrendim yüzmeyi. üstelik deniz, korkmamız değilse de çekinmemiz gereken bir şeydi. yanımızda büyükler olmadan gitmek yasaktı. ama biz kaçardık. kayalık'ta paslı tenekeler üzerinde midye pişirir, yerdik hatta. ve kolayca yakalanırdık. büyükler tırnaklarıyla kolumuza bir hat çeker, tenimizdeki tuz kalıntısı bir çizgiyi, çizgi de bizi ele verirdi. ama yol üzerindeki sokak çeşmelerinde elimizi, yüzümüzü, kolumuzu yıkamayı öğrendik.

sadece bunu değil, 'mayomuzu içimize giymeyi' de.

iki... üniversite son sınıfta, 'o kız' beni terk edince her şeyden ve herkesten kaçmak için başlamıştım havuza gitmeye. haftada üç akşam. üstelik efor sarfetmek iyi de geliyordu. bunun bir çeşit perhiz olduğunu, fazla enerjiyi yalan yanlış yerlere kanalize etmek yerine yüzmeye harcıyordum. ne yani, haftada üç defa kafes dövüşünde ağzımı burnumu kırsalar daha mı iyiydi?

fazla uzun sürmeyecek, çenemde çakıl taşlarının armağanı bir izle unutulmaz kıldığım o yaz gününe kadar devam edecekti.

üç... sonrasında bir yaz eğlencesine, bazan halı sahada top peşinde koşmak yerine havuzu kulaçlayan arkadaşlara takılmak gibi grup etkinliğine dönüştü.

bir de, selçukla birbirimizden cesaret alarak ufuk çizgisini geriye ite ite neredeyse yunan adalarına kadar yüzmüşlüğümüz var ki söylemezsem olmaz.

dört... spor için 'koşmak'ı seçtim çünkü ihtiyacım olan "adasal bilinç" oradaydı. 'deniz feneri yalnızlığı' falan ama zaten hayatın içindeydim, bir de takım sporlarıyla uğraşamazdım. paintball oynayabilirdim ama sonrasında vietnam sendromu tarzı bir hâle düşmek vardı.

neden 'yüzmek' değil de 'koşmak' derseniz zaman avantajı çoktu 'koşmak'ın. kapıdan çıkıp kendimi sokağa atınca başlıyordu. oysa yüzmek için bunun en az iki katı zamana ihtiyaç vardı. "üstelik parasal" diyecektim ki, iyi bir koşu ayakkabısının neredeyse yıllık havuz ücretine denk geldiğini fark ettim.

beş... sonunda oldu. dizimde bir ağrı hissettim. sağ. ahmak ıslatan altında duramamaktan korkarak keyifle koşmuş, kalsiyum ve magnezyumla dolu bir bardağı içerek ıslandığı için yeşili koyulaşan bahçeyi seyrediyordum.

koşmaktandı, biliyordum. biraz dinlenecek, peşi sıra daha kısa ve daha yavaş bir tempoyla koşacaktım. sonra eski alışkanlıklara dönerdim nasıl olsa.

yaklaşık on beş günlük dinlenmeden sonra ilk denemede değişen bir şey olmadığını gördüm. ikincide de.

doktor hanım, "burası mı?" diyerek canımı yaktığında, "başka koşullarda olsa hoşuma giderdi," dememiş olmak beni yazarken bile şaşırtıyor. belki de acının büyüklüğünü söylüyor.

ikinci randevuda, bilgisayar ekranına bakıp bir şeyler söyledi. galiba manası, "artık büyüyen değil yaşlanan bir adam olduğunuzu unutmuşsunuz sanırım" gibi bir şeydi.

herhangi bir sorun görünmüyormuş ama koşmak yerine bisiklet ya da yüzmek daha iyi olurmuş.

ben de, o gün bugündür yüzüyorum.

dört hafta oldu.

23 Haziran 2023 Cuma

geçmiş zaman

"uzun zaman olmuş," dedi, anlattıklarımı dinledikten sonra. o, bunu söyleyince bana daha dünmüş gibi gelen şeylerin üzerinden ne kadar uzun bir süre geçtiğini fark ettim. bu fark edişle içim acırken, bir "çok zaman olmuş" geçti içimden.

değişmiş olmalı. şüphesiz o genç kız değil artık. ben de o adam değilim. nesneye bakışı, öncelikleri, zevkleri, beklentileri bambaşkadır. ne kadar aksini iddia etsem de benim de öyle. yemek yapmayı eskisi kadar sevmiyorum mesela. sinemayı, uzun ve yalnız yolculukları, birisine kendimi anlatmayı...
öyle bir şey olmaz ama olur da karşılaşırsak temas etmeden geçeriz büyük ihtimalle. o benden yana bakmaz, ben de o tarafa.
diyelim ki, oturduk bir masada. önümüzde fıstıklı-vanilyalı ikişer top dondurma ya da bardağı terli limonata. yeni bir tanışma gibi olurdu. ve yeni tanışan insanlar gibi en baştan aşık olmak icap ederdi.

"haklısın, çok uzun zaman oldu," dedim. "ben bu kadar değişmişken o kim bilir ne kadar değişmiştir. belki de yeniden tanışmamız, olabilirsek bir defa daha aşık olmamız gerekir."

19 Haziran 2023 Pazartesi

ben de 'bezdim'

bu konu tehlikeli. daha doğrusu özel bir şirkete yaptırdığım kamuoyu yoklaması yolun taşlı, iki yanından birinin uçurum, diğerinin dikenli olduğunu gösterdi.

takdir edersiniz ki, bu durum hevesimi daha da arttırdı.

*

bir kaç hafta önce bir sosyal medya paylaşımında yahya kemal beyatlı'nın bin dokuz yüz yirmideki bir söyleşisine denk geldim. klasik sorular. sonuncusu da "ıssız bir adaya düşseniz yanınıza alacağınız üç kitap" ya da "okumaktan bıkmayacağınız kitaplar" minvalindeydi.

cevap ise müthiş: "kitaplardan bezdim".

*

çok hoşuma gitti bu cevap ve düşündürdü. kitaplardan bezmiş değilim, bezecek gibi de görünmüyorum. fenerbahçeyi mantıklı bir zemine oturtabilsem olabilir belki ama bizimkisi bir çeşit manyaklık. ülkedeki siyasal iklimden ve her fırsatta farklılıklarımızın altının çizilmesinden ve ayrışmak için fırsat kollanmasından da bezmedim ben, nefret ettim, ediyorum.

bir defa daha hâlime şükrettikten sonra başka paylaşımlara geçiyordum ki buldum.

"kadınlardan bezdim ben!"

*

dikkat edin ama: 'bıktım' değil, 'bezdim'.

onlardan bende çok olduğu, nereye gitsem karşıma çıktıkları ya da bana rahat vermedikleri için değil. hele onlardan sıkıldığım için hiç değil. kaldı ki, "kadın seviyorum ben. hem de çok seviyorum," diyerek güldürdüğüm ve artık gülüşünü benden esirgeyen kıza dediğim gibi "kadın seviyorum ben, hem de çok seviyorum".

sadece onlarla da onlarsız da olmuyor gerçeğini kabullendiğim için.

16 Haziran 2023 Cuma

yaz ödevi

engin geçtan, yin ve yang yaklaşımına karşı çıkar ve sanılanın ya da genel kabulün aksine, "gerçek birliktelik iki tam dairenin kendi özgür iradeleriyle yan yana durmalarıdır," der.

"eksiklerini birbirinden tamamlayarak bir arada kalan iki yarım daire, bu bağımlılıktan dolayı bir süre sonra diğerine öfke duymaya başlar."

*

alın size 'yaz ödevi'. üzerine biraz düşünün.

bütün cevapların tam puan alacağını, önemli olanın bu yorum üzerine düşünmek olduğunu söylemek isterim ama.

13 Haziran 2023 Salı

tehlikeli şiirler: altmış dört

tehlikeli şiirler okuyalım leyla
ismet özel'den sebeb-i telif* mesela...

Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
yaprakla yağmurun aşkı meselâ
kim olsa serpilen coşturuyor bizi
imreniyoruz başkalarının mahvına.
Yağmur mahvoluyor çarparak
kendini parçalıyor mâşukunun açılan kıvrımında
yaprak dirimle irkiliyor nazlı ve mağrur
silkiniyor vuran her damlayla.

Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
bakıp başkasının başkayla kurduğu bağlantıya
aşka dair diyoruz ilk anı bu olmalı
ilkönce damarlarımızda duyuyoruz çağıltısını
uzak iklimlerin
kokusu gitmediğimiz şehirlerin önceden
bir baş dönmesiyle kabarıyor hafızamızda
sonra ayrılıklar düşüne dalıyoruz:
Bize ait olan ne kadar uzakta!

Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
başkalarının düşünceleriyle değil.
"Üstümde yıldızlı gök" demişti Königsberg'li
"içerimde ahlâk yasası".
Yasa mı? Kimin için? Neyi berkitir yasa?
İster gözünü oğuştur, istersen tetiği çek
idam mangasındasın içinde yasa varsa. Girmem, girmedim mangalara
Yer etmedi adalet duygusu
içimde benim
çünkü ben
ömrümce adle boyun eğdim.
Yıldızlı gökten bana soracak olursanız kösnüdüm ona karşı
onu hep altımda istedim.

Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
ve devam ediyor başkalarının hınçlarıyla
düşmanı gösteriyorlar, ona saldırıyoruz
siz gidin artık
düşman dağıldı dedikleri bir anda
anlaşılıyor
baştan beri bütün yenik düşenlerle
aynı kışlaktaymışız
incecik yas dumanı herkese ulaşıyor
sevinç günlerine hürya doluştuğumuzda
tek başınayız.

Diyorum hepimizin bir gizli adı olsa gerek
belki çocuk ve ihtiyar, belki kadın ve erkek
hepimiz, herbirimiz gizli bir isimle adaşız
yoksa şimdiye kadar hesapların tutması lâzımdı
hayatımıza kendi adımızla başlardık
bilmediğimiz bu isim, hesaptaki bu açık
belki dilimi çözer, aşkımı başlatırım
aşk yazılmamış olsa bile adımın üzerine
adımı aşkın üstüne kendim yazarım.

*: bir yusuf masalı, s:27-31

8 Haziran 2023 Perşembe

sen benimsin ben seninim

yakın, sevdiğim şeyleri sevsin isteyecek kadar yakın bir arkadaşım.

arada türkü de dinlediğini söyleyince tufan altaş'ı sordum. o hatırlamaya çalışırken ortamdaki bilgisayarların birinden harmana serdiler sarı samanı açtım. açtım ama bir çeşit guilty pleasure olarak içimde büyüttüğüm, bir köy düğününde ya da bir pavyon eğlencesinde ona denk gelme hayalimden bahsetmedim.

çünkü o, chris isaak mevzusu hallolduktan sonra geriye kalan tek canlı performans hayalimin 'aziz' tom waits olduğunu sanıyordu hâlâ.

bağlama geriye çekilip de ortamı tufan altaş'ın sesi doldurunca, "biliyorum ben onu," dedi. "yutupun tavsiyesi üzerine bir kaç defa dinledim. çok iyi." bir süre müziğe kulak verdikten sonra, sanki, "çok iyi olduğunu nereden anladın?" diye sormuşum gibi devam etti.

"bağlamayı kafasını eğerek çalıyor. söylerken de gözlerini kapatıyor."

"bağlamayı kafayı eğerek çalmak" ve "söylerken gözleri kapatmak"... kaliteyi belirlemek için harika bir standart, diye düşündüm, kader'in son sahnesinde bekir'in "yol belli, eğ başını, usul usul yürü şimdi" dediği yeri andım ve "biliyor musun?" dedim.

"bir köy düğününde ya da bir pavyon eğlencesinde ona denk gelmeyi çok isterdim. hatta planlama şansım olsa tatilimin bir kaç gününü buna ayırırdım. ya da levent cantek bozkır'ın senaryosunda ona yer açsın, ben de arka planda bir iç çekiş gibi duran figüranlardan biri olayım."

elbette, beni eller gibi görme çalsın. 

6 Haziran 2023 Salı

farkındalık

karşı cinste aradığım ilk özelliğin zamanlama, "öyle bir havada gel"mekle eş bir zamanlama olduğunu söylemiştim, yine söylerim. ikincisi ise güzelliğinin farkında olmaması.

/canım benim, o iş bende. vakti gelince, -biraz da büyük konuşmamak için- "ben sana bakınca dünyanın en güzel kadınlarından birini görüyorum," derim zaten./

farkında olmamak derken, kendini beğenmemek, sakatlanmış bir özgüven ya da herhangi bir sebeple güzelliğini eksik bulmasını kastetmiyorum tabii ki. olayın o kısmıyla ilgilenmemiş olması, başkasının elinde olsa öldürücü bir silaha dönüşecek bir şeyi kınından çıkartmaması daha çok.

aynadaki eşinin gözlerindeki ışıltıyı görmemiş, siyah, kalın çerçeveli gözlüklerini çıkarıp biraz da gözlerini kısarak muhatabına bakmamış, ellerin benim olsun denmemiş, dudaklarının bitimindeki çukurdan bir tane daha var mı diye sorulmamış, güzelliği kulağına fısıldanmamış, güzel olduğuna ikna edilmemiş.

bu nedenle kendine ancak başkalarının kelimeleriyle iltifat edebilen: bir kadın denediğim pantolonun bana çok yakıştığını söyledi, kardeşim "inşallah büyüdüğümde ben de senin kadar güzel olurum," dedi, manken ölçülerinde bir kızmışım, kuaför saçlarımın rengini güzel, arasındaki bir kaç tel beyazı havalı buldu.

hayır, çirkin sevmiyorum.

3 Haziran 2023 Cumartesi

çağrışım

raziye'de*, "belki de yaşantılar, onları yaşayabilecek olanlara sunarlar kendilerini," dedirten, içimi acıtan bir yer vardır:
şimdi düşünüyorum da, insan geçi geçivererek gördüğü şeyler arasında bunlardan hangisinin ileriki yaşamında unutulmaz bir yer tutacağını bilemiyor, nerden bilsin! oysa kader, belki de bize yaşamımız için onca önemli olduğunu ilerde anlayacağımız bu rastlantıların en anlamlı belirtilerini şaka edercesine gösteriyor da biz onların yanından aptallar gibi geçip gidiyoruz. başka ne yapabiliriz!
orayı ne zaman yeniden okusam ya da bir yerlerde rastlasam shel silverstein'ın minik şiirini** hatırlarım:
kadının mavi bir cildi vardı.
erkeğin de öyle.
erkek gizledi bunu.
kadın da öyle.
arayıp durdular hayatları boyunca.
kendileri gibi mavi olanı.
günün birinde birbirlerinin yanından geçtiler
ve bunu asla bilemediler.


*: güzelliğine ve kürk mantolu madonna kadar olmasa da sosyal medya etkisine rağmen hâlâ bilmeyenler varsa diyerek 'melih cevdet anday' notunu düşelim
**: maske, ümid gurbanov çevirisiyle

1 Haziran 2023 Perşembe

balkon kapısı

bilgisayar ekranı, ekranın gerisinde camı aynaya dönüşmüş balkon kapısı ve arada bir odaya dolan rüzgârın eteğini içeriye savurduğu tül perde izin verdikçe o aynanın derinliğinde, at kestanelerinin üstündeki mavilikte koşan bulutlar.

28 Mayıs 2023 Pazar

günün sorusu: 'tercih'

dünyanın en güzel bileğindeki "ahter suhte ve lâle" mührüyle karşılaştırılamaz ama her seçim döneminde 'tercih' kazılı mührün bilekte denenip sonra da bir biçimde sergilenmesi örtük ya da aşikâre "kendimi seçtim/ canım ben/ beni seviyorum" mesajı içeriyor olabilir mi?

25 Mayıs 2023 Perşembe

yeşil elma

ne bulursa yiyen biri olarak bütün meyveler gibi elmayı da severim. üstelik yeşil, sarı, lacivert fark etmez.

yalnız tazeliğini yitirmiş, kabuğu buruşmaya yüz tutmuş, başka bir deyişle suyu çekilince geriye özü kalmış elmaları daha çok seviyorum sanki.

/bundan freudyen manalar çıkaracak kişilerin kalbini kırarım. kaldı ki, o mesele yıllar evvel öykücü'ye, "ilk defa kendimden küçük birine aşık oldum, onunla da evlenmek istiyorum," deyip de "erkek doğasına dönüş yapmışsın işte" cevabını aldığım an hallolmuştu. üstelik, "yirmili yaşlardaki kızlarla takılma yaşı"m geldi de geçiyor benim./

sevmediğim şey ise, ne zaman meyve bahsi açılsa 'yeşil elma'nın anılması. nasıl ayar oluyorum bir bilseniz. hatta, dozu arttıralım: kuruluyorum.

gözümün önüne yoga matının üst kısmını ele veren çantalar, sinemaya giderken bile peşi sıra sürüklenen raketler, dünyaya islami değerler ışığında bakmak iddiasında olan ama ne hikmetse oğlanı tenise, kızı keman öğrensin diye müzik ağırlıklı özel okula yollayan anneler geliyor. bir de, psikoloğundan duyduğu, "sizde mükemmelliyetçilik var!" cümlesini iltifat sanan cengaverler. 

"yeşil elma' sevince kendini özel sananlar, yok öyle bir şey. havalı falan da olmuyorsunuz. belki biraz sosyetik(!)...

hepsi bu!

23 Mayıs 2023 Salı

l'esprit de l'escalier

öğrenir öğrenmez ilk aklıma gelen, sosyal medyada sık rastladığım "bu hissi/hâli/durumu anlatan almanca bir kelime olmalı" kalıbı oldu. gerçi fransızca ama olsun. daha az ünlü olan almanca karşılığı ise treppenwitz.

enrique vila-matas beye itimat edersek, (ki bu blogun temelinde kendisinin ve mucize kitabı bartleby ve şürekâsı'nın taşıdığı suyun, dizdiği taşların katkısı çoktur. başka bir deyişle, "javier marías üzerine bir blog" havasından çok önce o vardı buralarda. uzatmayayım; ömrüm yeter, iyi sorular sormayı bilen bir gazeteci eskisi beni konuşturmayı başarırsa anlatırım belki. ama o gazeteci eskisi ilk olarak nazan bekiroğlu'nu konuştursun, fil dişi kulesinden çıkartsın da görelim. üstelik bir kaç soruluk katkı bile veririm kendisine.)

ne diyordum? enrique vila-matas beye itimat edersek...

"size söylenmiş olanlara uygun cevabı bulduğunuzda o ânı tekrar yaşamaya gittiğiniz durum." keşke böyle deseydim hâli. üstelik çok ünlü bir karikatürü de var.

diderot'nun bir hikâyesinden sonra kavramlaşmıştır. aktörlük üzerine aykırı düşünceler adıyla türkçeye çevrilen kitabında yer alan bu hikâye, kendisine evde söylenmiş kötü bir lafa o sırada karşılık veremeyip de, hoş, zekice bir cevap aklına ancak merdivenlerde gelen adam hakkındadır.

her 'söylenmiş olan'a verdiğimiz cevap bu kategoriye dahil değil ama. içimize oturup, içimizde kalan anlarda verdiğimiz ya da veremediğimiz cevapların yerine kendi kendimize sonradan ikame ettiklerimiz.

yoksa, bugün olsa o güvenlikçilere yine "hiç mi yok?" diye sorarım. ama bir telefon kulübesi bulabilmek için şehrin batısını turlamazdım.

ama bu, bulduğunuz 'iyi' cevaplar gibi bir işe yaramaz. çünkü merdivenleri iniyorsunuzdur ve bulduğunuz sizin daha önceden, üst kattayken vermiş olmanız gereken iyi cevaptır.

18 Mayıs 2023 Perşembe

dakika ve skor

""Konuşulamayan bir konuda, susmak gerekir," demiştir Wittgenstein. Hayır'ın tarihinde şerefle yer almayı hak eden bir cümle olduğu açıktır, ancak orası alay konusunun mu yeri olmalıdır bilmiyorum. Çünkü Maurice Blanchot'nun dediği gibi, "Wittgenstein'ın çok ünlü ve ezilmiş kuralı etkili bir şekilde göstermiştir ki bunu söyleyerek kendini susturabilmiştir, sessiz kalabilmek için kesinlikle konuşmalıdır. Ama hangi sözcüklerle?" Blanchot İspanyolca bilseydi, "astarı yüzünden pahallıya geldi" anlamında, "Böyle bir yolculuk için bu kadar heybeye gerek yoktu," derdi."*


*: enrique vila-matas, bartleby ve şürekâsı

14 Mayıs 2023 Pazar

bir kelime

erinç...

"hiçbir eksiği, üzüntüsü ve acısı olmama durumu, dirlik, rahat, huzur" diyor, tdk güncel sözlük.

ben yıllar önce murathan mungan'dan, yaz geçer'den öğrenmiştim: geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç...

ve hiç sevmemiştim. fonetik olarak beni rahatsız etmişti. üstelik plastik çicekler kadar yapaydı. ama şiir çok güzeldi. tarifi zor, ancak şiirle ifade edilebilir bir duyguya ve bir çok güçlü mısraya sahipti.

hem o duyguyu, hem şiiri, hem de sevmediğim halde 'erinç' kelimesini unutmadım. meğer bugün içinmiş.

"seçimin sonucu ne olursa olsun yarın sabah da muhalefet olarak uyanacağımı bilmenin erinci var içimde."

10 Mayıs 2023 Çarşamba

seçim değil, tercih

geçenlerde "siyaset konuşabilirim," demiştim ya, gelin siyaset konuşalım. ama önce, "yine mi siyaset?" diyecekleri bu tarafa alalım.

ve "gülle" değil futbolla başlayalım söze. hem de 'gül'ü siyaset gibi berbat bir konuyla kirlenmekten kurtarmış olalım.

bilirsiniz, takım tutmanın bir mantığı yoktur. bu yanıyla aşka benzetenler de vardır. ama "aşkın en yiğidi iki yıl sürer"se de takımından yüz çeviren taraftar nadirattandır. hayatlarındaki her şey değişebilir, aşkları, evlilikleri bitebilir, doğruları, gerçekleri, hatta inançları değişebilir ama ölene kadar aynı takımı tutarlar. o takım yüzünden sevinir, üzülür ve hatta kalp kırarlar. bazıları da taraftarı olduğu takım yenilince kendini sanata verir, yenilginin mahiyetine göre opera bestelemeye falan kalkar.

şimdi de, javier marías ve biraz "radikal'de futbol yazan f.d." hayaliyle biraz da "javier marías işi" olduğu için okuma listeme giren vahşiler ve duygusallar'ı analım.

güzel bir tesadüfle dünya kupası zamanlarına denk gelen hem hüzünlü hem öğretici hem de keyifli bir okumaydı. öyle ki, gününe denk gelirse, olası bir "javier marías üçlemesi"ne üçüncü sıradan dahil edebilirim.

orada, yıllardır farkında olduğum ama kelimelerini bulamadığım bir taraftarlık hâlini anlatır marías ve "nefret edenlerin birincil ihtiyacının nefret ettikleri tarafından aynı derecede nefret edildiklerine inanmaktır," der. böylece kendi tuhaf ve saçma nefretini aklayabilir, rakip takımın hiç olmamış annesini ve hiçbir zaman olmayacak bedenini arzu nesnesine dönüştürebilir.

dahası tuttuğu takımın, tıpkı diğerleri gibi sütten çıkmış ak kaşık olmadığını bildiği için taraftarı olduğu takıma o takımın güzelliğinden çok diğerlerinin kötülüğü ve çirkinliği nedeniyle bağlanır. bir bakıma, "benim takımım mükemmel futbol oynuyor, galibiyetleri hak ediyor" diye değil, "diğerleri daha kötü oynuyor, haksız galibiyetler alıyor" diye sadakat yeminleri eder.

tıpkı "bizi seçin" diyen politikacılar gibi. ben mi ıskalıyorum, yoksa göremeyecek kadar kör müyüm, bilmiyorum ama siyasette konuşulan tek şey "karşı-yaka"nın ne kadar kötü olduğu. hiçbiri "beni alın, çünkü ben güzelim," diyemiyor. tek diyebildikleri, "beni alın, çünkü diğerleri çirkin".

en azından bu konuda dürüstler. çünkü al birini vur ötekine. sahip oldukları tek artı karşısındakinin kusurları. saçma sapan beylik laflar dışında, bir tane bile duruş, yol haritası, çözüm göremiyorum. 

evet. düzen değişmeli. bütün kalbimle değişmesini istiyorum. ama bunu yapacak politika, eylem, fikir göremiyorum. dahası sadece aktörlerin değişeceğini, halk için, vatan için her şeyin aynı kalacağını hissediyorum.

sırf bu yüzden, ne zaman bu bahis açılsa bana sitem eden, beni suçlayan arkadaşlarıma dediğim gibi:

herhangi birine oy vererek vebal almaktansa hiçbirine oy vermeyerek vebal almayı tercih ediyorum.