31 Mayıs 2020 Pazar

oruç aruoba

her şey uzun sürmüş bir gecenin sabahında nasılsa önüme düşen umay umay tivitiyle başlamış, anlayamamışım. oruç aruoba'dan bir alıntıydı, şaşırtan bir yanı yoktu. 

sonra koşmaya gittim. eve döndüğümde posta kutularının elektronik olanında beni bekleyen bir mesaj vardı. daha doğrusu bir yorum. meğer oruç aruoba 'bu tatar çölü'nden kurtuluşun yolunu bulmuş. 

gittiği yerde buradakinden daha mutlu olsun. -eğer varsa- inandığı tanrı(lar) merhametini ve şefkatini ondan esirmesin. 


"en yoğun özlemlerimizin ortasına bir katı bıkkınlık gelir yerleşir, apansız: öyle olur ki, en son ucuna gitmeye can attığımız bir ilişkinin içinden çekip gitme arzusu çöker üzerimize.

bu, tek cümleyle girmişti hayatıma. iki binlerin başıydı. ankaraydı. içimde fark etmediğim gitmekler vardı. kelimelerini bulmuştu artık. yakari beni biliyordu. dosttu. "dikkat et," dedi. "bu gitmekler alışkanlık hâline dönüşmesin." 

her zaman gitmedim aslında. bazan gitmesine izin verdim. ben, öylece durdum. 

ilk oruç aruoba kitabım yürüme oldu haliyle. kitabın başında yer alan, oldukça alçak gönüllü biyografisinde tek bir cümleciğin altını çizmiştim: 1983'te üniversiteyi terk etti... istifa değil terk. bu da, ondan öğrendiğim ikinci şeydi. 

daha fazlası vardı ama bana bir kitaptan iki şey bile yeterdi. artık, beni ben yapan kitaplardandı; hangi şehre gitsem, hangi evlerin odalarına, salonlarına kitaplıklar kursam. 

en son zilif dahil oldu halkaya. sanki parantez kapansın, çember tamamlansın diye. zilif, yani: 'mürekkep = kan' denklemine yaklaşan bir mektup-kitap/ bir sonraki gece olmayabilecekken, bıçak sırtında yazılmış, bıçak gibi bir metin. 


otuz bir mayıs pazar' iki bin yirmi. 

oruç aruoba, "dünyan çıkış yolu"nu buldu. ve bugün, ondan bana üç şey kaldı. 

ilk cümle: ilk oruç aruoba, en çok oruç aruoba... 

zilif, saplandığı yerde kalan bıçak. kanayan yara. 

geriye kalan ne kadar cümle varsa.

30 Mayıs 2020 Cumartesi

martin heidegger (feat. nazım hikmet ran)

noksanlık ayrılık demektir. ya da tam tersi...

"noksanlık şu demektir; birbirine ait olanın henüz bir arada olmaması. (martin heidegger)"

"oysa beni seviyorsun ama bunun farkında değilsin,
ayrılık bunu fark etmeyişindeydi senin. (nazım hikmet)"

27 Mayıs 2020 Çarşamba

dört artı bir

bir..

meğer feridun düzağaç'ı çok seviyormuş. gerçi çoğu insan gibi orjinal- alt yazılı albümüyle tanımış ama olsun. bunca zaman sonra feridun düzağaç üzerine "uzun uzun" konuşmak iyi geldi.

üstelik kızlık soyadı da tıpkı adı gibi 's' harfiyle başlarmış. şarkının orasını, "ben kısaca s.s./ ama sen bana uzun uzun 'seni seviyorum' de" diye söylermiş.

iki..

bir kızı var. adı le. le. yedi yaşında ve babasına çok benziyor. bana kalırsa sonuç hiç de fena sayılmaz.

le. geçen gün çok üzgündü. ağladı ağlayacak. olmayı istediği yerde olması için ebeveynlerinden gerekli izni alamamış. bir köşede öylece duruyordu.

yanına gittim. bir süre sustuktan sonra, "her zaman değilse de bazan büyüklerin kararlarına saygı göstermek gerek," dedim. bana bir sarıldı; dünya böyle bir sarılmak görmemiştir.

saraçoğlu mahallesi sarılması hariç.

üç...

le. bana öyle sarılınca ve.'yi hatırladım. hani şu "nisan sonu çocukları'ndan, beni sevdiğini başkaları bilse de henüz kendisi bilmeyen küçük kız. peşi sıra en sevdiğim salinger öyküsü olan muz balığı için mükemmel bir gün hücum etti zihnime.

öykünün bu versiyonunda ve., "le. sana sarılınca ne düşündün?" diye sordu. bir an bile tereddüt etmeden cevap verdim: "sarılan senmişsin gibi düşündüm."

dört.

"allah allah!" diyor. "bizim kız biraz yabanidir. benden ve babasından başkasına yaklaşmaz."

"kırık kalpleri yapıştırmakta üzerime yoktur," diyorum. "üstelik, beni reddedecek kız daha anasının karnından doğmadı."

artı bir ya da alıntı:

"sharon lipschutz dedi ki, piyano çalarken yanına oturtmuşsun onu."

"sharon lipschutz öyle mi dedi?"

sybil başıyla onayladı.

kızın ayak bileklerini bıraktı, ellerini geri çekti. yanağını sağ koluna dayadı. "valla," dedi, "böyle şeyler nasıl olur bilirsin, sybil. orada oturmuş çalıyordum. eh, sen de yoktun ortalıkta. sharon lipschutz geldi, oturuverdi yanıma. onu itelese miydim yani?"

"evet!"

"aa? olur mu? olmaz öyle şey. yapamam." dedi genç adam. "ama n'aptığımı söyleyebilirim."

"n'aptın?"

"yanımda sen varmışsın gibi yaptım."

24 Mayıs 2020 Pazar

dakika ve skor

"Dünyanın başka bir yerinde, bana çok benzeyen başka biri var mıdır acaba? Benim aynım değil ama bana çok benzeyen birinden bahsediyorum. Benim gibi düşünür. Benim gibi dalgındır. Benim gibi bakar hayata. Benim gibi gülümser. Arkadaşlarını dinlerken benim gibi "hmmm" der. "Hmmm seni anlamaya başladım sanırım" der. Kırmızı ışıkta beklerken cama doğru eğilip mobese kamerası olup olmadığını kontrol eder. Yoksa yavaş yavaş geçer gider. Varsa kemerini takıp ciddi bir tavır takınır. Ben kemerimi takarken o da takmaktadır, ben elimi kaşığıma uzattığımda o da uzatmaktadır, ben tablomdaki bir ağacı silmeye çabalarken o da bir ağaçtan vazgeçmiştir."

*: abdullah harmancı, melek kayıtları- kilisenin bahçesinde

22 Mayıs 2020 Cuma

günün sorusu: ceza

arzu ve hayallerimize beklediğimizden daha çabuk ulaşmak ödül değil de ceza olabilir mi?

20 Mayıs 2020 Çarşamba

his

gördüğüm lüzum üzerine bir dizi, normal people (2020) izlemeye başladım. çünkü bir övgüye denk geldim. çünkü öven sinemaya dair bir cümle kurarsa kayıtsız kalamazsınız. nedir, ne değildir soruşturmadan ekran karşısına geçtim ben de.

dizi başlayınca, "ulan ingiliz usulü aşk101'e denk gelmiş olmayalım" diye endişelenmedim değil. ama bir kaç saniye sonra marianne'i gördüm. ve ona aşık olacağımı hissettim. hayır, olmadım. evet, hissettim. yani bir 'ilk görüşte aşk' vakası değil bu. kaldı ki, perçemleri, bambaşka çağrışımlara sebep okul forması ve "prensip olarak çoluk çocukla muhatap olmuyorum" ilkesi yüzünden bu mümkün değil. 

bir parçası eksilmiş oyuncaklar gibiydi. hiç sevilmemiş bir yarayla yaşamaya çalışıyor gibiydi. yaşamıyor da zaman geçiriyordu sanki. sanki hiçbir yerde istenmemiş de sürgünde yaşamaya razı gelmişti. ve çoktan öğrenmişti; bütün bunların üstesinden ancak görünmez olursa, hatta 'yok' olursa gelebilirdi. eğer yoksanız, yağmurda ıslanmaz, soğukta üşümez, kırılmazsınız.

en baştaki "eksilmiş oyuncaklar" çağrışımı boşuna değil aslında. çünkü aklıma hemen the science of sleep (2006) geldi. perçemlerine rağmen kayıtsız kalamadığım stéphanie ve onun bir eskicide gördüğü, hüzünlü bulduğu için dayanamayıp hemen satın aldığı ve tamir ettikten sonra yaptığı oyuncakların arasına koyduğu oyuncak atı hatırladım. ve o zaman, "bir oyuncağı hüzünlü bulabilen bir kadına aşık olunur," diye düşünmüştüm.

diziye dönersek. birazdan beşinci bölümü izleyeceğim. bu yazıyı da marianne'e aşık bir adam olarak yazıyorum.


17 Mayıs 2020 Pazar

deniz kenarı

bu sabah bir şey fark ettim. üstelik yıllar sonra, ilk defa. büyümek değil de yaşlanmak sayılacak yaşlarda.

çocukluğumda ne zaman sonu kavgaya gidebilecek bir durum olsa, "deniz kenarına gel," derdik. tıpkı düelloya davet eder gibi. bir centilmen, bir şövalye gibi.

çünkü orada, şahitlerin huzurunda ve ebeveyn ya da işgüzar büyüklerin müdahalesi olmadan kozlarımızı paylaşabilirdik.

deniz kenarına gider, çoğu zaman kavga etmeden uzlaşmış, kavga olsa da meseleyi halletmiş ve kinimizi oraya bırakmış olarak mahalleye dönerdik. sadece oyunlar değil, bütün bir hayat hiçbir şey olmamış gibi kaldığı yerden devam ederdi.

düşünüyorum da soylu zamanlarmış.

15 Mayıs 2020 Cuma

parmak uçları

"bir erkek sana kelimeleriyle dokunmaya başladığında elleri uzakta değildir."* 

benden söylemesi. 


 *:il postino (1994)

13 Mayıs 2020 Çarşamba

dakika ve skor

"Birden, öğleden sonranın muhteşem ışığında olanca parlaklığıyla göründü Edirne. Bu uçsuz bucaksız platonun yükselip muhteşem bir kubbe halini alması Edirne. Uzaktan bakıldığında bataklıklardaki zemberek otları gibi ince görünen harika minareler yükseklere yönelen bu müthiş itkiyi hem doruğa çıkartıyor hem de yönlendiriyorlar. Başka üç muazzam ve yüce cami de, neşeyle girişilen bu çabaya omuz veriyor. "Sultan Selim" Camii kente takılmış son derece muhteşem bir taca benziyor. Türklerin yaşlı başkenti asaletinden hiçbir şey yitirmemiş. Bu kentte katıksız şark âdetlerini sürdürerek yaşayan yaşlı, iyi yürekli Türkler bize birer azizmiş gibi geliyor. El üstünde tutulduk, yani herkes selam verdi bize, herkes hüsnükabul gösterdi." 

 *: le corbusier, şark seyahati - istanbul 1911

11 Mayıs 2020 Pazartesi

herbert şandor*

mümtaz'ın talimhane'den komşusu. macar asıllı. kürkçü. memleketinden kaçıp istanbul'a gelmiş. kürkçülüğü de istanbul'da öğrenmiş. yolları nasıl kesişmiş bilinmez ama boyacıköy'deki kahveci çırağının sevgilisi anahid'le amerikaya gitmeyi planlıyor. öyle ki, pasaportları bile hazır.

parlak ve kalın camlı gözlükleriyle dünyaya dost bir havası vardır. son derece çekingen, nazik ve iyi kalbi yüzünden okunur. kanatlarını başkalarına yardım için rehine vermiş melek hüznüyle bakar dünyaya. tanpınar'ın çoğu erkek karakteri gibi, olayları kontrol edemeyen, hayata karşı savunmasız ancak iyi ve sanatkâr yönü güçlü biridir. ve o da, tıpkı diğerleri gibi talihin bir kurbanı olarak savrulup duracaktır.

mümtaz, ne zaman yüzüne baksa bir sınıf ve terbiyenin izlerini görür. bir din adamı hâli vardır. iyiliği, uzviyetine işlemiş bu terbiyeden gelir. uzun sürmez, yanılmadığını anlar.

herbert asil bir aileden geliyordur. papazlık eğitimi alırken bir kadınla tanışmış, eğitimini yarıda bırakıp ailesinin itirazlarına rağmen bu kadınla evlenmiştir. ama kadın, birinci dünya savaşı yüzünden askere giden herbert'i başka biri için terk eder. olan bitenden habersiz herbert askerden dönünce boş bir ev ve kapıcıya emanet bırakılmış, oğlu olduğu iddia edilen bir çocuk bulur. zorluk içinde geçen günlerin ardından iş aramak için peşte'ye giderken bile isteye çocuğu kaybeder. bunu hür olmak için yaptığını anlatırken saklamaz. 

sonra memleketinden kaçıp istanbul'a gelir. kürkçülük öğrenir. mümtaz'a komşu olur. ama huzur'un geniş kadrosunda kendine yer bulamaz. 

varlığını suat'ın mektubu'ndan, tanpınar'ın onu, talimhane'de geçirdiği sonbahar aylarında, nuran'la arzu ettiği kadar görüşemeyen kederli mümtaz'ın konuşabileceği yan karakter olarak düşündüğünü ise araştırmacı yorumlarından öğreniriz. 


*ahmet hamdi tanpınar, suat'ın mektubu- yayına hazırlayan:handan inci, banu işlet, hatice er



7 Mayıs 2020 Perşembe

yobazlık

başlarken, "trafiğe kapalı alan" benzeri bir levha asalım da başımız belaya girmesin. zira bu yazı ne kuzeye, ne güneye, ne batıya ne de doğuya övgü. pusulamın yönünü tek bir tarafa çevirmek mümkün olsaydı ze.'ye çevirirdim o ayrı. çünkü ben sonları ve geri zekalıları severim.

bütün bunlardan öte, bu yazının etiketi ahkâm. kafama göre takılıyorum yani. o halde bu açıklama niye? sadece "başladığı yerden uzakta biten" bir yazı daha olsun diye.

*

tanıdığım en iyi okurlardan biridir. bunu biraz da, ne zaman canı sıkılsa bloğun geçmişinde dolaşmasından ve 'bu arada, son yazını beğenmedim," demesinden anlıyorum.

geçenlerde bir mesaj yolladı. nereden aklına geldiyse ya da nasıl içlendiyse, "zarifoğlu müthiş yazar" diyordu. "sağcıların elinde kalıp telef olup gitti. türkiye'de benzeri yok."

haklıydı. zarifoğlu müthiş. ama "haklısın" deyip orada bırakmak bana yakışmaz. üstelik yapacak başka bir işim de yoktu.

"her şeyden önce "sağcıların elinde kalmak" ifadesini terk etmelisin. çünkü bu ifade hem zarifoğlu'na hem yelpazenin sağ tarafına hakaret. bu bahiste asıl problem solcu yobazlığı. tıpkı bir süre önce mustafa kutlu bahsinde yaptıkları da buydu. ama kendileri kayıpta.

dürüst olmak gerekirse bir sağcının yobazlığını anlayabiliyorum. kabule dayanan, tartışmaya kapalı, tutucu bir tutumu tercih eden bir yapının doğasına uygun ve insan şaşırmıyor. ama özgürlükçü, eşitlikçi, düşünen, geçmişten daha çok geleceğe bakan bir yapının yobazlığı ise felaket ve solcunun yobazlığı sağcının yobazlığından kat kat daha çirkin.

söz gelimi, bir kaç yıldır ortalıkta gezinen bir dergi var. mizah dergisi desem değil. edebiyat dergisi desem değil. en iyisi aylık dergi diyelim. bu aylık derginin tahammül edebildiğim ilk sayıları solcu, ateist, ayrılıkçı yazılarla doluydu. ama okurlarının çoğunluğu sağcılardı. ben, eğer canı sıkılan bir kütüphane görevlisi değilse yelpazenin solundan hiçbir okurun sağ taraftan olduğu bilinen bir dergiyi okuduğunu görmedim.

bu durumu genelleştirirsek; ilahiyatçı kız da, islamcı genç de, bir ülkücü de solun yazarlarını okur. hatta sağın yazarlarından daha çok okur. ama solcu bir okur bunu yapmaz. en iyi okurları bile yapmaz. en özgür fikirlisi bile yapmaz. tam da bu yüzden "zarifoğlu sağcıların elinde kalır".

sadece bu değil. onlarca edebiyat dergisi biliyorum. sağ kanattan atağa kalkan dergilerin tamamında dünyaya sol taraftan bakan yazarlarla ilgili binlerce yazıya rastladım. benzer tutumu yıl sonu değerlendirmelerinde yalnızca isim olarak geçenleri saymazsak sol kanattan atağa kalkan dergilerin hiçbirinde görmedim ama."

*
evet, solcu yobazlığı diye bir şey var. ve berbat bir şey.

4 Mayıs 2020 Pazartesi

atışma - on altı

"yenilmenin tohumunu taşır her pazartesi" der, turgut uyar.

ve onun bıraktığı yerden devam eder beckett: "hep denedin, hep yenildin. olsun. bir daha dene, bir daha yenil. daha iyi yenil".

2 Mayıs 2020 Cumartesi

tehlikeli şiirler: kırk altı

bugün tehlikeli şiirler okuyalım leyla
tanpınar'dan avare ilhamlar mesela
I.

Kader cellâdına
Sessiz uzat boynunu;
Acıma ne kendine, ne de gelecek günlerine
Yalnız bir düşünceye yum gözlerini
Son darbe inmeden evvel, en son anda
Bir çiçek, bir kuş, bir tebessüm ol;
Düşüncen kurtarsın seni senden,
Bil! Biraz sonra
Ebediyen senindir
Senden uzak olan her şey…

II.

Ellerini yüzümde gezdir,
Sil alnımdan yorgunluğu,
Gözlerimin altından
Yaşamak korkusunu al,
Avuçlarından çıkmış bir heykel olsun başım.
Sonra sen de gözlerini kapat,
Bırak, ellerin sessizce düşünsün
Düşüncende yaşamak isterim ben senin:
Bir gün en yalnız saatinde
Parmak uçlarından
Ve avuçlarından
Gelip konuşurum seninle.

III.

Ayrılalım,
Sen annen güneşe git, nur ol;
Ben toprakta dağılacağım.
Bir akşamüstü
Ormanı tek bir saz yapan
En son dalda
Son ışık ol,
Gel, beni bul.