31 Mart 2023 Cuma

benzer işler

carson mccullers'den sonra ali smith'te de bir klasik 'etki'si ya da bir klasik esere 'nazire'.

bu defa tolstoy'a değil dickens'a...

ali smith, romanı sonbahar'a iki şehrin hikâyesi'nin başlangıcını biraz bozarak giriyor: "zamanların en kötüsüydü, zamanların en kötüsüydü."

*

o başlangıç:

"zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı, hem aptallık, hem inanç devriydi, hem de kuşku, aydınlık mevsimiydi, karanlık mevsimiydi, hem umut baharı, hem de umutsuzluk kışıydı, hem her şeyimiz vardı, hem hiçbir şeyimiz yoktu, hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam öteki yana - sözün kısası, şimdikine öylesine yakın bir dönemdi ki, kimi yaygaracı otoriteler bu dönemin, iyi ya da kötü fark etmez, sadece 'daha' sözcüğü kullanılarak diğerleriyle karşılaştırılabileceğini iddia ederdi."

28 Mart 2023 Salı

gösteri ya da sansür

ilk duyduğumda bundan bir kaç ay önceydi. önce bu saçmalık karşısında, "bu kadar da olmaz" diyerek şaşırdığımı, sonra da bizi hapsetmek üzere oldukları dar çerçeveye bakarak öfkelendiğimi hatırlıyorum.

agatha christie'nin, yıllarca on küçük zenci adıyla yayınlanan -küçük bir çocukken okuduğum o kitabı ben de öyle bilir, öyle hatırlarım- kitabının adı on kişiydilere dönüştürülmüş.

dahası hikâyenin yapı taşı sayılabilecek on küçük zenci tekerlemesi de on küçük asker olarak değiştirilmiş.

yine, yetmiş dört kez geçen 'zenci' ifadesi de kitaptan temizlenecekmiş.

ve bütün bu olup bitenin sorumlusu da yazarın vasiyetini yöneten torununun torunu james prichard olarak görünüyor. beyimiz, "gereksiz hakaret oluşturmaması için" bu değişikliği istemiş. çünkü "bir kişinin bile kendini rencide olmuş hissetmemesi" için "gücendirmesi muhtemel tabirleri artık kullanmamalı"ymış.

son haberlere göre de bu düzeltme ya da temizlikten(!) bütün agatha christie'nin bütün eserleri nasibini alacakmış.

*

bütün bunların beni ilgilendiren ve şu an burada konuşturan iki yanı var:

ilki, insanların herhangi bir 'şey'e tutkuyla bağlanmasını takdir etsem de bağlandıkları şeyin reklamcısına dönüşmelerinden ve misyonerliğini yapmalarından nefret ederim. tamam, "su çok güzel' de sana güzel be şekerim. sen tadını çıkart, ben az önce yüzdüm.

işin en kötüsü de, yüzmemeyi tercih ettiğiniz bir an yüzünden sudan nefret ettiğiniz, korktuğunuz, hatta kuraklık olsun diye dualar ettiğiniz sonucuna varılması.

hayır, arkadaşım. ben 'zenci' derken, kimseye hakaret etmiyorum. bunun hakaret olarak kullanılmasına müsade etmiyorum. kimseyi renginden, boyundan ve eninden dolayı da farklı görmüyorum. kısmet olursa da çocuklarıma bu şekilde öğrenmekten geri durmayacağım.

ve bunu en çok da dayattığınız modadan uzak durmak için yapacağım. politik söylemlerinizin, sahte duyarlılığınızın canı cehenneme diyebilmek için.

ikincisi de, bir sanat eserine örtük ya da apaçık sansür uygulanmasına karşıyım. kendimiz istediğimiz şeyi istediğimiz şekilde yapabiliriz ama bir başkasının yaptığına, yazdığına, çizdiğine, söylediğine karışamayız.

maruz kalmamayı, okumamayı, görmemeyi, duymamayı tercih edebiliriz ancak.

üstelik burada, yıllar önce yazılmış ve o yılların gerçekliğinde vücut bulmuş bir eser var. ve bu esere yapılacak en küçük müdahale eseri orijinalinden uzaklaştıracak, hatta bambaşka bir eser yapacak. hiç şüphesiz o eseri bozacak da.

müze gezmelerinde sıkça rastladığımız, erkek heykellerine yapraklarla, çekiçlerle yapılan bağnaz, her bağnazlık gibi aptal müdahalelerden ne farkı var bunun?

o yüzden ahmakça 'duyarlılık' gösterileri son bulsun. orijinali neyse bırakalım öyle kalsın. bundan sonra ortaya konulacak eserlerde isteyen istediğini yapsın, kim ne istiyorsa ona dikkat çeksin.

kaldı ki, o kitapları okuduk diye kimseyi hakir görmüyoruz.

24 Mart 2023 Cuma

kadransız saat

kadransız saate başlarken beklentim yüksek değildi. carson mccullers ve amerikan edebiyatından bir şeyler okumak istiyordum sadece. ama beni hiç beklemediğim bir yere, tanıdığım en bilge adamlardan birinin, şükrü beyin kapısına bırakıp gitti.

rüzgârın sustuğu, yaprak bile kımıldamayan bir akşam üzeri can sıkıntısından bileklerimizi kesmek üzere olduğumuzu fark etmiş, sonra da, "zaman geçer, geçmeyen 'an'dır. çünkü 'an'ı peşimizden sürükleriz," demişti.

ardından, "hayat, yaz öğleden sonralarına benzer. zaman havada asılı kalmış, her şey durmuş, donmuş gibidir ama bir de bakarsınız akşam olmuş," diye devam etmişti. ya da bir filmde duyduğum bu sözleri ona ve o ana yakıştırıyorum elimde olmadan.

romanı okurken zamanın geçip gittiğini hava sıcaklığındaki değişimden, mevsimlerin geçişinden, bahçede büyüyen, sonra da kuruyan sebze ve çiçeklerden öğrendim.

ne takvim yaprağı kopardım ne saate baktım ama zaman akıp geçip gitti: eczacı j.t. malone kansere, sherman pew ırkçıların evine attığı bombaya yenildi, emekli yargıç fox clane daha da yaşlanırken, torunu jester büyüdü.

anlayacağınız, kadranı olmasa da bir saatin ve dahi akrebi ve yelkovanı, zaman geçiyor. akrep ve yelkovanın işaret ettiği rakamları görmek ise yalnızca bilgi.

tıpkı, günün birinde öleceğimizi bilmek gibi.

21 Mart 2023 Salı

güneş gözlüğü

fark ettiniz mi, bahar geldi.

ağaçların gövdesine su yürüdü, dalların uçları patladı. erken çiçeklerle renkten renge büründü parklar, bahçeler.

göçmen kuşlar döndüler. ya da bulutların önünde, denizle gök arasında pervaz vuruyorlar daha da kuzeye doğru.

ve nisa tayfası güneş gözlüklerine kavuştu. otobüs camı kadar kocaman, karanlık camlarla hassas gözlerini ışıktan sakınıyorlar çünkü.

amaç bu bile olsa, örümcek adama dönüşmeye değer mi? üstelik yakışmıyor. havalı da olmuyorsunuz. çoğunuz o camların ardına saklanıyorsunuz.

yok, "gün içinde saç tokası niyetine kullanmak için takıyorum ben," diyenlerdenseniz, özrünüz kabahatinizden çok daha büyük bilesiniz.

ze. hariç. ona yakışıyor.

19 Mart 2023 Pazar

çevirmek

genç kızların ve kırk yaş civarı kadınların* sevgilisi, kadınlar için yazdığı iddia edilen thomas bernhard, kendisine çok yakışan küstahlığı ile yine sorular cevaplıyor...

tam bu sırada, kitaplarının akıbetini merak edip etmediği ile başlayan bir sorunun cevabı çevirilerin kaderine uzanıyor ve benim aklım çeviri kitaplar hususunda bir defa daha karışıyor:

"umrumda değil, çünkü çeviri başka bir kitaptır. aslıyla hiç alakası kalmaz. çeviriyi yapanın kitabı olmuştur. ben almanca yazıyorum. kitaplar yayınevine gönderiliyor, onlar da ya iyi bir şey yapıyorlar ya yapmıyorlar, berbat kapaklar tasarladılar mı ancak kızıyorsunuz, sonra sayfaları çeviriyorsunuz, o kadar. çevirinin kendi başlığıyla çoğunlukla ortak noktası kalmaz, eciş bücüş başka başlık olursa o hariç. değil mi? çünkü çeviri diye bir şey olmaz. değil mi, bir müzik bestesi, notalar nasılsa öyle çalarsınız, dünyanın neresinde olursa olsun; ama kitabı her yerde, benim durumumda alman dilinde, çalmak gerekir. benim orkestramla!"


*: 'cristiano ronaldo ile aynı yaşta' olanlar hariç. onlar tarık tufan seviyor ve halama benziyorlar

16 Mart 2023 Perşembe

kartpostal etkisi

her şey olup bittikten sonra, "ilişkimiz geri dönülmez o noktaya gelince," diyerek anlatmaya başladı.

avrupalı bir şehrin sokaklarında yürüyorduk ve bir ilişkide geri dönülmez o noktanın muhatabımızın onu sevdiğimizden emin olduğu an olduğunu ikimiz de biliyorduk.

sevgilisi, "vnf.? ne ayak?" demiş. "neden bu kadar samimisiniz? neden senin için kıymetli? onun fikrini almadan bir odadan diğerine bile geçmiyorsun. elindeki kitabın bile onun tavsiyesi olduğuna eminim."

aldığı eğitim, yetiştiği çevre, dünyaya bakışıyla alakası olmayan bir adam çıkmış sevgilisinin içinden. huysuzluklar, sorular, cevapları beğenmemeler benzeri bir sürü şey daha.

bunları bilmiyordum doğal olarak. arayıp sormaları kesilince, "mutlu herhalde," demiştim. çünkü mutlu insanlar içine kapanır, kelimenin tam manasıyla anın tadını çıkarır. bazan, söz gelimi bulaşık yıkarken aklıma gelir, "eleman iyi sevişiyor herhalde" der, kendi kendime gülümserdim.

aramadım, yazmadım. öyle zamanlarda arayıp sormayı sevmem çünkü. daha doğrusu tercih etmem. uygun olmayan bir ana denk gelme ihtimali çoktur. o riski, prensip olarak almam. kaldı ki, sevgilisiyle de resmi olarak tanışmamış, henüz beraber zaman geçirmemiştik.

yani araya zaman girmesine çok aldırmadım. bazan özledim ama o tarafa bakmadım, hamle etmedim. öyle öyle ayları, hatta bir kaç yılı devirdik.

"sana bunu açıklayamazdım," dedi. ona zaten açıklayamadım. "deliler gibi sevdiği biri var," dedim, duymadı bile. "beni üniversite yıllarında tanımayı, üniversite arkadaşı olmayı isterdi," dedim, yüzüme manyakmışım gibi baktı.

ben de, "o anlar," dedim içimden. kaldı ki seninle ben, araya zaman bile girse, akşam ezanıyla evlere dağılmış da sabah boş arsada top oynamak için bir araya gelmiş çocuklar gibi kaldığımız yerden devam edebiliriz.

ettik de...

"ya," dedim, kahve sırasında, bardağına tom waits yazılacak kahvemi beklerken.

"miami'den yolladığın o kartpostalı görmeseydim?" reklam broşürleri ve fatura bildirimleri ile tıka basa dolu posta kutusunu boşaltırken dikkatli olmasaydım? beklediği bir mektup olmayanlara özgü bir rahatlıkla hepsini birden kağıt çöpüne atmış olsaydım? o kartpostal arasına girdiği reklam broşürünün içinden başını uzatmamış olsaydı?"

13 Mart 2023 Pazartesi

etki ya da nazire

anna karenina ilkesi etkisi mi yoksa anna karenina ilkesine nazire mi bilinmez ama carson mccullers kadransız saatte anlatmaya oldukça tanıdık başlıyor:

"ölüm her zaman aynıdır ama herkes kendi usulünce ölür."

11 Mart 2023 Cumartesi

bir masada iki kişi: suskunluk

çayından son bir yudum aldı, masaya bıraktığı fincanı parmak uçlarıyla ortaya doğru itti. bir süre camdan dışarı, belki de apansız bastıran yağmurda ıslanmamak için koşuşan insanlara baktı. bakışlarını oradan alıp az önce masanın ortasına doğru ittiği fincana verirken konuşmaya başladı:

- sadece sustu öyle mi?

- hatta o kadar uzun süre sustu ki, söylediğim saçma sapan şeylere bile derin anlamlar yüklediğini anladım.

- etkilenmiş olmalı.

- hayır, sadece performansımı beğendi. gün gelecek kelimelerime alışacak ya da anlam yüklemeye değer olmadıklarını düşünecek.

- bu onun sorunu. senin değil.

- yanılıyorsun. o zaman tek söylediği "sen çok değiştin," olacak.

*

sırtı bana dönük, bavulunu toplarken, öfke ve kırgınlık yüklü bir sesle.


8 Mart 2023 Çarşamba

kumpanya

/insanoğlunun -ya da sadece benim- algısı açık, belli bir birikimi olsa dahi olaylara nasıl da ezbere, eksik ve dar çerçeveden baktığını anlatır hikâyedir./

bilgisayarcı bir arkadaşım var. dünya iyisi, birikimli ve komik. işinde de bilgisayarla dünyayı kurtarabilecek kadar iyi.

bilgisayarla yeni bir dünya kurabilecek o çocuk söze bir türlü giremez ama. lafı uzatmak, girişi uzun tutmak değil kastettiğim. kekelemek de değil.

sadece ilk kelimeler, hatta ilk kelime bir türlü yol bulup yeryüzüne çıkamaz. ama yeryüzüne ulaşınca da pınarlar, yeşillikler, dev ağaçlar altında gölgelikler... bazan bir cümle olur söylediği. bazan paragraf. bazan şehrazat'ı kıskandıracak bir hikâye.

ama ilk kelime. o işte...

diyelim ki, bir "seninle" çıkmayı başardı ağzından. "seninle her şeyi istiyorum ben" de diyebilir, "seninle her şeyi istiyorum ben. isfehan'a gitmek istiyorum mesela" da.

ya da "seninle her şeyi istiyorum ben. isfehan'a gitmek istiyorum mesela. nakş-ı cihan meydanı'nı seyrederken, "buraya gelmek için bugünü beklememin sebebi seninle gelmek içinmiş" demek istiyorum."

neyse, konu dağılmasın.

"uzun zaman oldu görüşmeyeli?" diyecek kadar bir sürenin ardından, geçenlerde buluştuk. yokluğumda ne yaptığını sordum. kitap okumamış ama bir tiyatro grubuna katılmış.

"tiyatro mu?" diye sordum. o cevap verene kadarcık kısa sürede de düşündüm.

"cidden ona rol vermiş olabilirler mi? metni ezberlerse sorun yaşamıyor mu acaba? yoksa role girince kendisi olmaktan çıkıyor ve o problem de ortadan kalkıyor mu? belki de sessiz sedasız bir roldür."

"bilgisayar desteği veriyorum," dedi. "ışık, ses ayarlarını yapıyorum. internet sayfalarını elden geçirdim. duyuru ya da haber olursa onları giriyorum," diye devam etti.

ve beni tiyatroyu sadece sahneye çıkıp rol kesen, tirat atan, şarkı söyleyen insanlardan ibaret sanmanın utancıyla baş başa bırakıp oyunu anlatmaya başladı.

/ama "kumpanya" demiş olsaydı kesin anlardım. evet, burada utanç gizlemeye çalışan bir tebessüm var./

6 Mart 2023 Pazartesi

günün sorusu: gel

muhatabına, emir tonunda ya da dizlerinin üzerinde "gel!" diyen birisi, aslında kendisi gelmiş değil midir?

3 Mart 2023 Cuma

'dakika ve skor' gibi

aşağıdaki alıntı 'anlık' değil. başka bir deyişle şu an okuduğum kitaba dair bir ip-ucu değil.

/bu ara danilo kiş'ten bahçe, küller okuyorum. sırp edebiyatından, jaguar kitapsız bir yayın dünyasında muhtemelen haberimiz olmayacak bir şölen./

eski defterleri karıştırırken karşıma çıktı. bir fotoğraf, bir kitap sayfası, bir diyalog... herhangi bir not ya da bilgi yoktu.

alper canıgüz ya da murat menteş olmalı dedim. hemen karşı çıktım ama: belki murat menteş'in okumadığım kitaplarından birinde olabilir ama alper canıgüz romanlarında böyle bir şey yok, olsa hatırlarım.

googleın değerli çalışanlarına sordum ben de. bir kaç denemeden sonra adresi benim için buldular: john green, aynı yıldızın altında...

dürüst olmak gerekirse, daha önce ne okudum ne duydum. ama nefes kesen diyalog aşağıda.

*

"Seninle tekrar görüşebilir miyiz?" diye sordu. Sesinde sevimli bir gerginlik vardı.

Gülümsedim. "Tabiî."

"Yarın olur mu?"

"Sabırlı ol, çekirge," diye nasihat verdim. "Aşırı istekli görünmek istemezsin."

"Evet, zaten o yüzden yarın dedim," dedi. "Seni bu akşam yine görmek istiyorum ama tüm gece ve yarının büyük kısmını beklemeye razıyım."
Gözlerimi devirdim. "Ciddiyim," dedi.

"Beni tanımıyorsun bile," dedim. Konsolda duran kitabı aldım. "Bunu bitirdiğimde seni arasam olmaz mı?"

"Ama cep telefonu numaram sende yok," dedi.

"Kitabın içine yazdığından şüpheleniyorum."

O şapşal gülümseme yüzüne yayılıverdi. "Bir de birbirimizi tanımıyoruz diyorsun."

1 Mart 2023 Çarşamba

çocukluk

şule gürbüz, coşkuyla ölmek'te edip cansever'e nazire yaptığını saklama ihtiyacı duymadan, "hiçbir yere gitmiyor denilen çocukluk bile insanın uzanıp değiştiremeyeceği yerlere gidiyor," der ya hani.

bir röportajında* bununla yetinmiyor ve meseleyi köpürttükçe köpürtüyor:

"edip cansever'in bir şiirinde "gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk, hiçbir yere gitmiyor" diye bir dize vardı. bu gitmeyiş ve çocukluğun insanın başının üstünde hep gezmesi asıl olandır bana göre de. ama şimdi gezip duranın ne olduğu ve insanın başının üstünde bir geçmiş dolanmazkenki hali de bana çok sırlı geliyor. o zaman tüm bu şimdiki vaktin heyulası inşa ediliyordu, çocukluk geleceği ve başının üstünde gezecek ve eksilmeyecek bir rüyayı kuruyor, bir yandan da yaşamaya, bunlara hiç değmeden yaşayabilmeye muvaffak oluyordu. kırgınlıkların ve korkuların, tatların ve göz önünden akan o ilk dünyanın her türlü ışığı ve hayretleri, tüm bu anlaşılmaz en yeniler, en eskiyi o vakitten olduruyordu. bunlar olurken ve bu kısacık, aslında insan hayatının sekiz - on yıllık bir dönemini kapsayan dönem biterken elinizde size ömür boyu yetecek bir dert, bir hülya, bir oldu mu olmadı mı belirsiz rüya bırakıp hayattan, başın üstünde dönen ve erişilemeyen bir haleye yükseliyor. çocukluk olanı doğru anlamak, doğru algılamak, kendini şöyle bir doğrultmak ve bakmak adına bu kadar sakat, çaresiz ve marazi iken o halinden bir ömrü inşa edecek duygulanım, alınganlık, kırıklık, yarımlık biriktirmesi ile zaten hayatın nasıl geçeceğinin ipucunu veriyor; çocuklukta başlayan yanlış anlamaların ömür boyu devamı. buna sebep çocukluk her seferinde farklı anlatılabilen, farklı yorumlanabilen, ilaveleri ve ziyadeleştirilmeleri ile şimdiki ben'e yaklaştırılmaya çalışılan bir hikâye edilendir. beceriye göre."


*merkez üs: http://www.sabitfikir.com/soylesi/edebiyatdisi-olume-hayranlik-duyuyorum