ilk duyduğumda bundan bir kaç ay önceydi. önce bu saçmalık karşısında, "bu kadar da olmaz" diyerek şaşırdığımı, sonra da bizi hapsetmek üzere oldukları dar çerçeveye bakarak öfkelendiğimi hatırlıyorum.
agatha christie'nin, yıllarca on küçük zenci adıyla yayınlanan -küçük bir çocukken okuduğum o kitabı ben de öyle bilir, öyle hatırlarım- kitabının adı on kişiydilere dönüştürülmüş.
dahası hikâyenin yapı taşı sayılabilecek on küçük zenci tekerlemesi de on küçük asker olarak değiştirilmiş.
yine, yetmiş dört kez geçen 'zenci' ifadesi de kitaptan temizlenecekmiş.
ve bütün bu olup bitenin sorumlusu da yazarın vasiyetini yöneten torununun torunu james prichard olarak görünüyor. beyimiz, "gereksiz hakaret oluşturmaması için" bu değişikliği istemiş. çünkü "bir kişinin bile kendini rencide olmuş hissetmemesi" için "gücendirmesi muhtemel tabirleri artık kullanmamalı"ymış.
son haberlere göre de bu düzeltme ya da temizlikten(!) bütün agatha christie'nin bütün eserleri nasibini alacakmış.
*
bütün bunların beni ilgilendiren ve şu an burada konuşturan iki yanı var:
ilki, insanların herhangi bir 'şey'e tutkuyla bağlanmasını takdir etsem de bağlandıkları şeyin reklamcısına dönüşmelerinden ve misyonerliğini yapmalarından nefret ederim. tamam, "su çok güzel' de sana güzel be şekerim. sen tadını çıkart, ben az önce yüzdüm.
işin en kötüsü de, yüzmemeyi tercih ettiğiniz bir an yüzünden sudan nefret ettiğiniz, korktuğunuz, hatta kuraklık olsun diye dualar ettiğiniz sonucuna varılması.
hayır, arkadaşım. ben 'zenci' derken, kimseye hakaret etmiyorum. bunun hakaret olarak kullanılmasına müsade etmiyorum. kimseyi renginden, boyundan ve eninden dolayı da farklı görmüyorum. kısmet olursa da çocuklarıma bu şekilde öğrenmekten geri durmayacağım.
ve bunu en çok da dayattığınız modadan uzak durmak için yapacağım. politik söylemlerinizin, sahte duyarlılığınızın canı cehenneme diyebilmek için.
ikincisi de, bir sanat eserine örtük ya da apaçık sansür uygulanmasına karşıyım. kendimiz istediğimiz şeyi istediğimiz şekilde yapabiliriz ama bir başkasının yaptığına, yazdığına, çizdiğine, söylediğine karışamayız.
maruz kalmamayı, okumamayı, görmemeyi, duymamayı tercih edebiliriz ancak.
üstelik burada, yıllar önce yazılmış ve o yılların gerçekliğinde vücut bulmuş bir eser var. ve bu esere yapılacak en küçük müdahale eseri orijinalinden uzaklaştıracak, hatta bambaşka bir eser yapacak. hiç şüphesiz o eseri bozacak da.
müze gezmelerinde sıkça rastladığımız, erkek heykellerine yapraklarla, çekiçlerle yapılan bağnaz, her bağnazlık gibi aptal müdahalelerden ne farkı var bunun?
o yüzden ahmakça 'duyarlılık' gösterileri son bulsun. orijinali neyse bırakalım öyle kalsın. bundan sonra ortaya konulacak eserlerde isteyen istediğini yapsın, kim ne istiyorsa ona dikkat çeksin.
kaldı ki, o kitapları okuduk diye kimseyi hakir görmüyoruz.