29 Eylül 2019 Pazar

günün sorusu: ilhak

sonu ilhak olan bir macerada fetih ve işgale tenden ya da ruhtan başlamak fark eder mi?

27 Eylül 2019 Cuma

iki rüya: bir düş, bir kabus

uzun bir aradan sonra ze.'yi rüyamda gördüm. daha doğrusu bir gece, iki gündüz arayla iki defa. ilki ne kadar güzel, ayrıntılarını gün boyu tebessüm eşliğinde kendime tekrar ettiğim düş rengi bir rüya ise, ikincisi tek kelimeyle kabustu.

siyahtı bir defa. gecenin karanlığında geçiyordu. sadece kendini aydınlatan lambalar, boş sokaklar, ne hikmetse kalabalık otobüs durakları ya da dolmuş kuyrukları. bu bir kaç fotoğraf ve ze.'nin dünyadan nefret ettiğini saklamayan yüz ifadesi dışında olayları hatırlamıyorum. sadece duygu aklımda: bir ahbabınıza yatılı misafirliğe gidersiniz ya hani. ama orada sizin fark etmediğiniz ama sonuçlarını hissettiğiniz bir şey olur ve artık orada kalmak istemezsiniz. konunun sizinle herhangi bir ilgisi yoktur ama siz de maruz kalırsınız. en kötüsü de, kalkmak için izin istediğinizde ev sahipleri, "kal," demezler, "neden gidiyorsun? bu gece burada kalacaktın hani?" diye sormazlar.

gecenin bir vakti ter içinde uyandım. kalkıp mutfağa su içmeye gittim. yatağın başucunda su bulunduranlardan değilim. çünkü gecenin ve evin sessizliğinde mutfağa yürümeyi severim.

ama ilki muhteşemdi.

ferahtı. aydınlık bir günde, yaprakları okşayan rüzgârlar kadar hafifti. ze. hiç değişmemişti. çok güzeldi. denizi seyreden üzüm bağları arasında sohbet ederek yürüyorduk. bazan omuzu omuzuma değiyordu. sırtımızı denize dönmüş tepeye tırmanıyorduk. belki de denizden gelmiştik. üzümler olgunlaşmış ama yapraklar bırakın sararıp kurumayı hâlâ yemyeşildi. ve asmaların diplerini saymazsak zemin taş döşenmişti. sanki sınırlarını duvar yerine asmaların çizdiği bir yolda yürüyorduk. elimde tuttuğum bir yaprağı parmak uçlarımda çevirirken, "sana çocukluğumu anlatmış mıydım?" diye sordum. bu soruyu sorduğuma şaşırdım, çünkü çocukluğumu ona çoktan emanet ettiğimi biliyordum. "hayır," dedi. "ama anlatma. o çocuktan bir tane daha yapmak istemiyorum." şüphesiz bu, ondan duyduğum en güzel cümle değilse de, aldığım en büyük iltifattı.

mutlu olmuş olmalıyım. tıpkı, bağ bahsinin sevmediğim bir yazarın çok sevdiğim bir romanından rüyama sızmış olma ihtimali gibi.

24 Eylül 2019 Salı

kötümserlik

benim değil, saramago'nun kötümserliği.

/donzelina barroso, doksan yedi mart'ında paris review için saramago'yla söyleşiyor. bold ise benim tercihim./

"- yazdığınız en zor romanın körlük olduğunu söylemiştiniz. bunun nedeni, beyaz körlük salgınına yakalanmış arkadaşına adamın aşırı zulüm göstermesine ve bu zulüm hakkında yazmanın rahatsızlık vermesine rağmen, iyimser olmanız mı?

- aslında kötümserim, ama kendimi kafamdan vuracak kadar değil. bahsettiğiniz zulüm, yalnızca romanda değil, dünyanın her yerinde her gün yaşanan bir zulüm. ve biz şu anda beyaz körlük salgınına yakalanmış durumdayız. körlük, insan aklının körlüğü için kullanılmış bir metafor. bu, gezegendeki kaya oluşumlarını incelemek için mars'a birini gönderirken, aynı zamanda milyonlarca insanın bu gezegende aç bırakan çelişkiye dair bir körlük. ya körüz ya da deliyiz."


merkez üs: https://oggito.com/icerikler/jos-saramago-aslinda-kotumserim-ama-kendimi-kafamdan-vuracak-kadar-degil/28929

20 Eylül 2019 Cuma

çekilmek

sözlerini attila ilhan'ın şiirinden alan bir şarkı... vedat sakman'ın bestesi, güzelliğinin zirvesindeki zuhal olcay'ın eşsiz yorumuyla birleşince kalbimize kazınmıştı: ayrılık da sevdaya dahil...

şiir güçlü, yorum ikna edici olunca bazı şeyleri fark etmedik. belki de fark etmek istemedik. tıpkı sosyal medya namlı mahallede karşımıza çıkan, iyi görüntü veren ama içi boş cümleler gibi şarkının "ayrılık sevdaya dahil/ ayrılanlar hâlâ sevgili" dediği yer de bir yanlışı büyüttü beraberinde.

o zaman sormamıştık ama şimdi soralım: ayrılık neden sevdaya dahil olsun ki? kız almanya ile evlensin, erkek zengin bir kız bulsun ya da emre aydın'ın dediğini yapacak olsalar "dünya turu yapması gerek"en bir hayat yaşasınlar, sonra da "ayrılanlar hâlâ sevgili"...

belki, sevip de kavuşamamış aşıklar için bir savunma, amiyane tabirle züğürt tesellisi. ama hepsi bu kadar. "sen başka yerde/ ben başka yerde" farklı evlerde, sonra da bu hâl aşka dahil. buna gerçekten inanıyor musunuz?

ama sevdaya dahil olan bir şey var: geri çekilmek... zile bastıktan sonra geriye bir kaç adım atarak pencere, balkon ya da göğe bakmak gibi biraz. ama en çok da çobanoğlu süleyman'ın, "seni sevip çekildim, dedim dünya bu kadar" dediği gibi.

16 Eylül 2019 Pazartesi

siz

"sen ve arkadaşların" değil, "saygıdeğer sen" olan "siz"...

daha doğrusu "saygıdeğer sen" anlamındaki "siz" üzerine biri uzak, diğeri yakın geçmişten iki anlatı.

önce uzak olan...

olaylar, napoleon ve nişanlısı joséphine arasında gidip gelen mektuplarda cereyan eder. iki aşığın aralarının limoni olduğu bellidir. joséphine'in kendisine "siz" diye hitap ettiği mektubu uzun uzun yanıtlayan napoleon, araya şunu sokuşturur. çünkü "gıcık" olmuştur: "sensin siz!"

şimdi de, yakın tarih...

bir arkadaşım. kendisi şairdir. yazarını şu an hatırlayamadığım bir kitap için eleştiri kaleme almış ve bu eleştiriye internet üzerinden bir eleştiri gelmiş. daha doğrusu, kitabın yazarının eleştiriye cevabı, yani savunması.

/ki, ben olaylardan tam burada haberdar oldum./

peşi sıra arkadaşım bir cevap yazdı. eleştirisini savunurken ve yazarın bazı sorularına da cevaplar verdi. en sonuna da şunu ekledi: "bana siz demenizi gerektirecek ne kötülük yaptım?"

12 Eylül 2019 Perşembe

uçurtma*

bu ara tuhaf bir biçimde eski şarkılarım beni yeniden buluyor. önce, kış neden var? şimdi de uçurtma.

mehmet güreli'yi her ölümlü gibi ben de kimse bilmez ile keşfettim. -herkes gibiyim yani. sıradan.- tıpkı onlar gibi ben de en başta sözlerin mehmet güreli'ye ait olduğunu sanıyordum. ömer hayyam şiiri olduğunu öğrenmem için ise bedia ceylan 'daha' güzelce'nin kapısına düşmem ve 1473'ü okumam gerekti.

peşi sıra mehmet güreli'yi keşfe çıktım. albüm adı tesadüf olamazdı: odamda yolculuk... xavier de maistre'nin şenlikli kitabına gönderme. "adıyla ters köşe yapan kitaplar" listemin demirbaşı olan bu kitabı severek ve eğlenerek okumuştum. sonra sadece müzik değil, ressam olduğunu da öğrendim. yazardı, oyuncuydu, yönetmendi.

uçurtma ise daha kimse bilmez tükenmeden keşfettiklerimden. "uçurtmanın kaçışı" nasıl olur? mümkün mü böyle bir kaçış? "gökyüzünde aramak" neden "doğru da değil"? soruları eşliğinde dinledim.

içimin yolları kayıp jokey'e çıktığında içim acıdı. çünkü benziyordu. ama biraz farkla. kaybolmak bir jokey için şans, belki de başına gelebilecek en iyi durum olsa da, varlığı bir ipin ucuna eklemlenmekle onay bulan uçurtmanın kaçışı tam tersiydi.

çünkü bu kaçış, uçurtmanın uçurtmalığına son veren, onu tahta parçası, renkli kağıt toplamına indirgeyen bir eylem. dostoyevski'yi, ecinniler'i, özgür olduğunu kanıtlamak için kendini vuran kirillov'u hatırlatması da biraz bundan. tam bu yüzden, gökyüzünde aramak doğru da değil.

belki o "kaçış" değil de, "köprüleri atmak"tır ya da "gemileri yakmak"...

şüphesiz, "kaçış"a karar veren için "uçurtmanın uçurtma olmaklığı" herhangi bir anlam taşımaz olmuştur artık.


*: mehmet güreli, uçurtma

9 Eylül 2019 Pazartesi

dakika ve skor

"Sabahın erken saatlerinde, henüz üzerine hiçbir şey çizmediğim bembeyaz tuvale öylece gözlerimi dikip bakmayı eskiden beri severim. Şahsen ben bunu "Tuval Zen" diye adlandırıyorum. Henüz hiçbir şey çizmemişimdir ama orası kesinlikle boş değildir. O bembeyaz görüntüde gelmesi beklenen şey kendini gizliyordur. Daha dikkatli bakınca orada birkaç olasılık görürsün ve bu olasılıklar nihayetinde tek bir ipucunda toplanır. Böyle anları seviyordum. Varolan ile var olmayanın birbirine karıştığı andı bu."*


*:haruki murakami, kumandanı öldürmek

7 Eylül 2019 Cumartesi

bisiklet ve dantelli iç çamaşırları

başlığı okuyunca, "yuh artık! vnf. de iyice gemi azıya aldı" diyenler de aceleyle tarif defterlerini önüne çekenler de bu yazıda aradığını bulamayacak.

şüphesiz, "bisiklet ve dantelli iç çamaşırları; en sevdiğim ikili..." diyecekler de çıkacaktır. önlerinde saygıyla eğiliyorum.

*

selçuk bir gün bir bisiklet aldı. pahalı bir şey. bütçesinde meydana gelen hasarı anlatacak kelime ya da edep dairesinde bir deyiş aradım ama bulamadım. pahalı işte...

geçer nasıl olsa, dedim. nihayetinde, bir yıl sonra bu kitabı okuyor olacağım diyerek fransızca roman alan biridir kendileri. yıllar geçti, roman kitaplığında o günün bir hatırası duruyor ve selçuk tek kelime fransızca bilmiyor.

ama bu bisiklet bahsi uzadıkça uzadı. bisiklet gezi grubu, internette bisiklet forumlarında sorular- cevaplar, yurt dışına aksesuar ısmarlamalar, hafta sonu bisiklet gezileri, bisikletsever bir sevgili... hatta, evinin bir odası bisiklet tamirhanesine döndü. artık ona gerçeği söylemenin zamanı gelmişti.

"sizin bisiklet grubuna bakınca dikkatimi çeken bir şey oldu," diyerek ilk adımı attım. "tanrım! geliyor," oldu tepkisi. ne de olsa beni biliyor. "hazırım," diye ekledi.

"sizi bisiklete çeken motivasyonu anlıyorum. doğum günü pastasındaki mumlara inat hâlâ genç olduğunuza eş, dost, akrabayı, en önemlisi kendinizi inandırmaya çalışıyorsunuz. pekrenkli kıyafetler, yaşıtlarına göre bir ölçek fit bedenler, doğa, özgürlük falan."

"tam olarak öyle değil, dostum" diyecek oldu ama uyardım: "bana dostum deme". çünkü selçuk'un dostlarına ne yaptığını iyi biliyorum.

"fark ettin mi bilmiyorum ama aranızda bir tane bile genç yok. aslına bakarsan, sporcu değilse bisiklet yüzünden kendini paralayan genç de yok. bisiklet yaşlı işi. başka bir deyişle, gençliğinizi ispat etmek için çıktığınız bu yol bizzat yaşlı olduğunuzun ispatı."

burada durduğumu sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. onun yere yıkmıştım. üzerinde tepinmek fırsatını kaçıramazdım. asla kaçırmam.

"tıpkı dantelli iç çamaşırları gibi. kendinden emin hiçbir kadının böylesine rahatsız bir şeyi tercih edeceğini sanmam. ancak muhatabı üzerinde yarattığı etkiden şüphe duyanlar, benden iş geçti diyenler tercih eder. yoksa neden seksi olabilmek için dışarıdan yardım alma ihtiyacı duysun ki? yani, bundandır onların babaanne giyeceği olması. tam da muhatabınızı haklı çıkarması. hissettiklerinizi onaylaması."

3 Eylül 2019 Salı

sebahat*

"akçaabat'ın en güzel kızıydı sebahat".

bulutsuz gecede akan bir yıldız o. "yıldız kaydı," uyarısıyla haberdar olduğumuz. ne zaman başladığını ne zaman bittiğini bile fark etmediğimiz bir yaz yağmuru. ıslak yollardan, kaldırımlardan anladığımız.

tam da bu yüzden, ayrıntıdan uzak bir şekilde "ilk"lerin konuşulduğu bir erkek muhabbetinde söze, "ben klasik adamım," diye başlayan eşref'ten dinliyoruz onu. bütün "ilk"ler adının baş harfinden ibaretken sadece onun adı var. sebahat ki, astsubay kıdemli başçavuş eşref'in "ilk ve tek aşkı". "akçaabat'ın en güzel kızı".

operasyondan bir gün önce evlenmişler ve hemen o gece birbirlerinin mahremiyetine dahil olmuşlar. bekleyememişler, çünkü ya eşref'e bir şey olursa diye korkmuşlar. eşref değil ama iki asker şehit. mayın mı roket mi? ne olduğunu bilmediğim bir kaç silah adı. eşref'e bir şey olmamış ama korkmuş, sebahat'ı bir daha görememekten korkmuş. bir de, "bana bir şey olmaz," duygusunu yitirmiş o gün.

o olaydan yıllar sonra, korkudan titremiyormuş artık. çünkü, sebahat'ı ölse de bulacağını biliyor. biz de biliyoruz. keskin nişancıya, "sebahat'e söyle," dediğinde hep bir ağızdan "sen onu bulursun," dememiz bu yüzden.


*:alper çağlar, dağ-2 (2016)

1 Eylül 2019 Pazar

dakika ve skor

"Savunmamı güçlendirmek için odunları şömineye yığdım, kitaplarımı da. Kağıdın alevi daha kısa süreli, ama daha yoğun. Belki de böylece, dedim kendi kendime, alevli bir sürprizle onları şaşırtmayı başarabilirim. Elveda Chateaubriand! Elveda Goethe! Elveda Aristoteles! Rilke ve Stevenson! Elveda Marx, Lafargue ve Saint Simon! Elveda Milton, Voltaire, Rousseau, Góngora ve Cervantes! Değerli dostlar, taparcasına saygı gösteriliyor sizlere, ama bu hayranlık ihtiyacı karşılamıyor, sizin payınıza düşen de bu. Dramatik olaylar başladığından beri ilk kez gülümsedim, çünkü yığınları oluştururken, bunları gazla ıslatırken ve ateşe verilecek yığınların alevini birleştirmek için aralarına gazdan bir çizgi çekerken, bütün bunları gerçekleştirirken, tek bir yaşamın, bu durumda benimkinin, insanlığın tüm dâhi, düşünür ve yazarlarının yapıtlarından daha değerli olduğunu anladım."*

*: albert sánchez piñol, soğuk deri