kendimi bildim bileli varmak ya da ulaşmanın boş, aslolanın yolculuğun bizzat kendisi olduğuna inandım. ki bu inanç bloğun "sebeb-i telif"inde de kendine yer bulmuştu.
john wray'un murakami ile yaptığı ve paris review'de yayınlanan röportajı okurken bütün bunlar bir defa aklıma geldi. murakami'nin hatta raymond chandler'ın da benimle aynı fikirde olduğunu öğrendim. en azından kitaplar söz konusu olduğunda.
aslolan okumak çünkü. okumanın verdiği keyif...
john wray'un murakami ile yaptığı ve paris review'de yayınlanan röportajı okurken bütün bunlar bir defa aklıma geldi. murakami'nin hatta raymond chandler'ın da benimle aynı fikirde olduğunu öğrendim. en azından kitaplar söz konusu olduğunda.
wray: kafka'yı ilk kaç yaşındayken okudunuz?
murakami: on beş yaşında. şato'yu okumuştum, harika bir kitaptır. bir de dava.
wray: ilginç. bu iki kitap da bitirilmeden bırakılmıştı, ki bu da tabii ki hiçbir zaman çözülemedikleri anlamına geliyor -tıpkı sizin son kitaplarınız gibi, zemberekkuşu'nun güncesi- sanki okuyucunun da beklediği buymuş gibi, genelde bir çözümü reddediyor bu kitaplar. bunu yapmanızda kafka'nın bir etkisi olabilir mi?
murakami: tek etken o değil. raymond chandler'ı tabii ki okumuşsunuzdur. onun kitapları da gerçek bir sonuca varmaz. katil şu, diyebilir ama benim için bunu kimin yaptığının önemi yok. howard hawks birleşen kalpler'i beyaz perdeye aktarırken ilginç bir olay yaşanmış. hawks, şöförü kimin öldürdüğünü anlayamamış ve chandler'ı arayıp sormuş, chandler da, "umrumda değil!" diye yanıtlamış. benim için de durum böyle. sonuç hiçbir anlam ifade etmiyor. karamazov kardeşler'de katilin kim olduğu umrumda değil.
aslolan okumak çünkü. okumanın verdiği keyif...