29 Ağustos 2022 Pazartesi

rüya

o rüyalardan sizin de gördüğünüzü biliyorum. hani, okulu bitirememişsiniz meğer, aslında iki dersten geçememişsiniz ama size diploma vermişler vs...

mezun olduktan sonra beş yıl kadar ben de gördüm o rüyaları. kan ter içinde uyanıp, her şeyin bir rüya olduğunu görmekle kim bilir kaç defa merkebini kaybettikten sonra bulanların yanına yazıldı adım.

mezun olduktan beş yıl sonra bir sabah hüseyin abinin odasında toplanmış anlattıklarını can kulağıyla dinliyorduk. o bana 'bey' diye hitap ederdi ben 'abi'. ne de olsa anarşist bir yanımız var. kahrolsun beyler, masa üstü isimlikleri, kravatlar, her daim ilikli ceket düğmeleri.

konu nasıl açıldı, nasıl oldu da oraya geldi? fark etmedim bile. sadece hüseyin abinin, "bu yaşıma geldim, hâlâ okulu bitiremediğimi görüyorum rüyamda," dediğini duydum.

önce bir aydınlanma. sonra rahatlama. ama nasıl rahatlama? o sabahtan sonra o rüyayı bir daha görmedim. ta ki, bu sabaha kadar.

rüyamda nasıl olmuşsa üniversite yıllarına dönmüştüm. anladığım kadarıyla bazı dersleri geçemediğim hâlde mezun olmuşum. çünkü bugünün bilinciyle koridorda yürüyorum. ama hem yakari hem ben o günlerdeki gibiyiz. yani ne yakari'nin sakallarına doluşan ne de benim saçlarıma bulaşan beyazdan eser var.

bu arada mem., hiç konuşmadık ama bir süredir saçlarını boyadığını biliyorum dostum. söylediğin çekmecede kullanılmamış diş fırçasını ararken gördüm. "adama boşuna süslü demiyoruz," dedikten sonra kapattım konuyu, bugüne kadar da açmadım.

birden durdum. çünkü ze. salağı birazdan bizim de gireceğimiz sınıfa girmek üzereydi. o da bugünlerdeki hâlinden uzak. leopar desenli bikinisini giyse halk plajı darman duman olur yani. evet, sadece giyse. plaja inmese de olur.

omzumla yakari'yi dürttüm. bakınca da, başımla ze.'yi işaret ettim? ki bu, dünyanın her yerinde ve rüyalarda " bu da kim?" demektir.

"ha, o mu?" dedi yakari, ilgisiz. "aslında bölüme hoca olarak gelmiş ama neden bilmem öğrenci sanılarak derslere girmesi söylenmiş. dediklerine göre derdini anlatamamış, çünkü dinlememişler. ama bir kaç ders sonra düzeltirler."

çok geçmedi. ze.'yi kantinin hocalara ayrılan bölümünde yemek yerken gördüm. yakari'nin dedikleri geldi aklıma, "neyse ki," dedim.

"hocalara aşık olma bahsinde liseden antrenmanlıyım."

24 Ağustos 2022 Çarşamba

dövme

bir zamanlar, yani küçük, nadirattan, gizli saklı oldukları dönemde dövmeler ne güzeldi. sadece güzel mi? kışkırtıcı, vaatkâr, gizemli, seksi...

şimdi ise çok, kocaman ve her yerdeler. adeta çevre kirliliği. çok bulunan, çok rastlanan her şey gibi kıymetsiz. üstelik rahatsızlık verici.

22 Ağustos 2022 Pazartesi

dakika ve skor

"Pembe blogcuların (okurun notu: influencer) kesinlikle rahatsız edici olduğunu keşfetti Doppler. Bu blogların sahiplerinin çoğunlukla nesnelerin dünyasında yolunu kaybetmiş genç kadınlar olduğunu anladı bir süre sonra. Fakir ailelerde mi büyümüştü bu insanlar? Travmatik bir ayrılığa, ihanete ya da şiddete mi maruz kalmışlardı? Anlamıyordu Doppler. Ama çevrelerinin nesnelerle sarılı olduğunu, o nesneler hakkında yazdıklarını, onları fotoğrafladıklarını, kocalarının onların nesnesi olduğunu, çocuklarının, arkadaşlarının ve hatta kendilerinin de, hiç kafalarına takmadan onların nesnesi olduğunu anlıyordu. Bir yaşındaki çocukları, bir sürü ayakkabı, kazak ve antrenman kıyafetleriyle geçirdikleri uzun günden sonra yorgunluklarını sergilemeyi seviyorlardı. Eh, şimdi biraz dinlenmeli, kız arkadaşlarla bir kız gecesi geçirmeliydiler; yabanmersini, elma, armut ve vanilya katılmış lor peyniri yemeliydiler. Mımmm! İnanılmaz güzeldi! Böylelikle ertesi gün tekrar uyanabilsinler, kargocu oğlanın kapıya getirdiği yeni kıyafetler içinde kendilerini ve çocuklarını fotoğraflayabilecek gücü toplayabilsinler; ayrıca spor yapacaklar ki yeniden fotoğrafları çekilebilsin, fotoğraflarına tıklansın, çünkü bütün bunları eğlence olsun diye yazmadılar; yok yok, bu yapılması gereken bir işti; muhtemelen daha zayıf ruhsal yeteneklere sahip birtakım insanlar tarafından alkışlandıkları kendi işyerlerini kendileri yarattılar; yiğidi öldür hakkını ver."*


*: erlend loe, bildiğimiz dünyanın sonu

20 Ağustos 2022 Cumartesi

günün sorusu: yemin

nikah törenlerinde, "iyi günde kötü günde" diye başlayan bir yemin edilir hani. ya çiftlerin iyi günü ya da kötü günü aynı değil, birinin iyi günü diğerinin kötü günüyse?

18 Ağustos 2022 Perşembe

yüzde elli

biri vardı. evet, long time ago...

her anında değilse de güzeldi. ama bir sevgili olarak ona her şeyi verebildiğimi, çift olarak her şeyi paylaşabildiğimizi sanmıyorum.

dar zamanlar, uzaklıklar, tecrübelerin üstümüzden eksik olmayan gölgesi vesaire... başka bir deyişle dönemin şartlarından dolayı çok eksik vardı bana kalırsa. 'azlık' demek haksızlık olur ama 'noksanlık'ı inkar edemem.

hatta, -biraz da ankaralı bir dostun kulakları çınlasın diye- en iyi performansımı göstermediğimi söyleyebilirim.

bu sabah bu durumu düşündüm. bir adım geriye çekilip resmi daha dikkatli seyrettim yani.

"buna rağmen beni sevdi," dedim. elbette, yanılıyor olmak ihtimali var. insan bu tarz konularda kesin konuşmaktan kaçınmalı. kibir büyük günah; bir rivayete göre şeytanın en sevdiği. yüzde yirmi beş, hadi biraz daha iyimser olalım yüzde elliyle olmuştu bu iş.

seçip seçip sunmamıştım ama. o şartlarda olaylar nasıl gelişebilecekse tam da öyle.

belki gördükleri ona yetmişti. belki param için benimle takılıyordu. belki eski sevgililerimden birinin kankasıydı ve beni kendine aşık edip terk etmek, günlerce başını omzuna koyup ağlayan kankasının intikamını almak istiyordu. belki de herkese, "evet!" diyordu.

bilmiyorum. dürüst olmak gerekirse merak da etmiyorum. ama merak ettiğim başka bir şey(ler) var.

cazibe -yine öyle olduğunu varsayarak- yüzde elliden yukarıya çıkmayan ibrenin başarısı mıydı? koşullar başka olsa, yüzde yüzümle varolabilsem -herkes gibi ben de güzel bir adam olduğuma inanıyorum- yine aynı etki olur muydu?

yoksa gidici olmanın etkisi miydi? söz vermiyor, söz istemiyordum. yarından konuşmak yerine bugünü yaşayıp yarına ulaşmaktı felsefem.

belki de muhatabına, her fırsatta " benimle evlenecek misin?" diye soran kadınlardandı. ki, onlar evlenmeyi değil, evlenilmeyeceğinden emin olmak için sorarlar.

16 Ağustos 2022 Salı

üzgünlük

mahir ünsal eriş, mahal edebiyat'a verdiği röportajda, "okuduklarımdan hareketle depresif, karanlık bir yazar olduğunuz hissine kapılıyorum dersem yalan olmaz. yazar olarak mı depresif bir tavrınız var yoksa gerçekten öyle mi bakıyorsunuz hayata? bunca karanlığı yazmak can yakıcı olmuyor mu?" sorusuna tam da beklediğimiz gibi yanıt veriyor:

"yazdıklarım dünyanın karanlığını yansıtmaktan epey uzak bile sayılırlar. hakikate bakıldığında benim yazdıklarım neşeli, havai, gamsız bile addolunabilir. depresif değilim, üzgünüm ben. en neşeli anlarımda bile içimde çatlayan bir şeylerin sesini duyarım. ölümlü olmaya, hayatın hiç de hayal ettiğim haline benzeyemeden geçip gidişine, her şeyin eksilip tükenmesine buruğum. üzgünüm."


merkez üs: https://mahaledebiyat.com/mahir-unsal-eris-ile-soylesi-yazarlik-kitabinin-olmasi-degil-yazabilmektir-yazmaktir/

14 Ağustos 2022 Pazar

beterin beteri

salman rushdie adını twitterda 'gündemdekiler' başlığı altında görünce heyecanlandım. "yeni bir kitap galiba?" dedim. çünkü daima iyimser biri oldum ben. kronik iyimser hem de.

işin aslını astarını öğrenene kadar "yine mi nobel tartışmaları"ndan, "umarım o da ölmemiştir, bu ara çok kayıp verdik"e adım adım gelmiştim.

nobel için erken olduğunu biliyorum ama bunun bir uzun, bir de kısa aday listesi oluyor ya, uzunu açıklandı ya da bahis şirketleri oranları yeniledi sandım. elbette ölmesini istemem, her sevdiğim yazar gibi onun da daha çok yazmasını istiyorum çünkü.

ama beterin beteri varmış. hayat bu. her defasında daha kötüsü olamaz deriz ama o daha kötüsünü bir yerlerden bulup çıkarır. hem de hiç akla gelmeyeni, en olmadık zamanda.

salman rushdie edebiyatını utanç'tan başlayarak tamam edeli neredeyse on yıl oluyor. kalemini, zekasını, entelektüel yanını, ve esprili dilini sevdiğimi söyleyebilirim. sivri bir dili olduğunu inkar edemem ama bir müslüman ve müslüman ölmek isteyen biri olarak okuduğum tek bir satır yüzünden bile ona kırılmadım, öfkelenmedim.

sadece, ingiliz olmaya çalışan bir hintli gibi verdiği fotoğrafları(!), romanlarını oryantalist bakış açısıyla, başka bir deyişle bir batılının baktığında gördüğü gibi yazmasını eleştirdim. kaldı ki, onu hintli bir yazar gibi değil de doğu masallarını, öğretileri ve dinlerini iyi bilen batılı bir yazar olarak okudum onu.

nasıl geceyarısı çocukları ile hindistan'ın, utanç ile pakistan'ın nefret objesine dönüşmesini anlamadıysam şeytan ayetleri'ne verilen iran merkezli tepkiyi de anlamadım. anlayabileceğimi de sanmıyorum.

okuduğum metinlerde ne bir alay, ne bir saygısızlık vardı. benim gördüğüm suret yasağına uymayan bir ressamdı sadece. kaldı ki, islam peygamberinin güzelliğini söyleyen her resme varım ben.

vaktinde iran'dan çıkan fetvanın da bir işgüzarlık olduğunu düşünüyorum. ayetullah humeyni andy warhol'un vaat ettiği on beş dakikaya talip olmuş, sonra vazgeçtim diyememiş gibi gelir bana. siyasi varlık, söz sahibi ülke imajı için iyi bir fırsattı ne de olsa.

zamanla unutulup gitti ama. humeyni ölünce fetvanın yürürlükten kalktığı ilan edildi. rushdie, o günlerde kullandığı joseph anton isminden yola çıkarak joseph anton: a memoir adlı bir anlatı yazdı.

ve salağın biri yıllar sonra, -muhtemelen- yazdıklarından dolayı ona saldırdı.

dilerim sağlığına kavuşur. bu sadece sevdiğim bir yazar olduğu için değil insanların fikirlerinden dolayı ölmeyi hak etmediğine inandığım için. motivasyonu ne olursa olsun saldıran aptal da bunun bedelini en ağır şekilde öder.

6 Ağustos 2022 Cumartesi

kağıttan kaptanlar*

çünkü, dün sabahtan bu yana aralıksız dinliyorum.

adının çağrışımları bile yetti buna: kağıt gemiler, kağıt kaplanlar, kağıttan gemilerin kaptan-ı derya paşası, uzak bir martının gölgesinde kağıt gemiler yüzdüren yol yorgunu bir adam... ve bütün bunların toplamı.

geriye dönüp bakıyorum da, 'bülent ortaçgil okulundan mezun birsen tezer'i keşfedeli yıllar olmuş. daha doğrusu yörüngesine gireli. öyle ki, bir kitap yazacak olsam soundtrackinde kendine yer bulur. sanırım, değirmenler...

cihan albümü o kadar özeldi ki -ya da öyle bir zamana denk gelmişti ki-, hem dinleyip durdum hem de peşi sıra ne geldiyse yetersiz buldum. cihan-iki de, birsen tezer'in 'çok sakallı' adamlarla yaptığı düetler de, baş döndüren icrasıyla yeniden yorumladıkları da yetmedi.

ama düne kadar. dün, bütün gün dinledim. ve bugün, bütün bir sabah. havalar biraz serinlemiş, ağustos sonbaharı hatırlatan denemeler yaparken.

beni birsen tezer konusunda en çok anlayacağını düşündüğüm be.'ye haber ettim sonra. muhtemelen bir süre beraber dinledik paralel bir evrende.

ve be.'ye katılıyor, şarkının, "bildiğin hiçbir koku kalmıyor yarınlara" dediği yere katılmıyorum. ama gerisi güllük gülistanlık.



notgibi: hanımefendi, çıkar da bir gün, bu şarkının protest bir yanı var, derse, üzülürüm. çünkü, biz kendisini bir aşk, bir kalp şarkısı gibi bildik.

3 Ağustos 2022 Çarşamba

kadın futbolu

hiç de keyifli değil. açıkçası, oyuncuların gol sevinci olsun diye formalarını çıkarmaları estetik bir manzara da değil.

/bu arada, gole sevinirken formayı çıkartmanın neden kusurlu hareket sayıldığını ve sarı kartla cezalandırıldığını biliyor musunuz?

formadaki reklam görünmüyor diye. oysa reklamın en etkili olduğu zaman gol sonrası. evet, tam da napolyon'un dediği gibi./

hafta sonu euro2022, başka bir deyişle avrupa kadınlar futbol şampiyonası'nın finali vardı. maçın sonunda, uzatmalarda bulduğu golle almanya'yı iki-bir mağlup eden ingiltere şampiyon oldu.

bu şampiyonluk ise ingiliz oyunculara elli beş biner sterlin prim kazandırdı.

ama geçen yıl oynadıkları euro2020 finalini kazansaydı ingiltere erkek futbol takımı futbolcu başına dört yüz altmış bin sterlin prim alacaktı. yani kadınlara verilen primin sekiz katından bile fazla.

kadın futbolunun görünürlüğünden dem vurarak ya da sponsor desteğinin, yayın gelirlerinin azlığını bahane ederek bu durumu normal bulan, prim farkını savunanlar çıkacaktır. her şeyin paraya tahvil edildiği dünyada kadınlar 'bu kadar' hak etmiştir çünkü.

ama kazın ayağı öyle değil. profesyonel olarak yaptıkları bir meslekten kazandıkları transfer ücreti ya da maaştan bahsetmiyoruz çünkü. öyle bir durumda, ücretlerin gelire göre belirlenmesi, düşük ya da yüksek olması çok normal.

futbolun tersine voleybolda -özellikle türkiye'de- tam da bu yüzden kadın sporcular daha fazla kazanıyor.

tenis gibi, aradaki izlenme, kalite, seyir, efor farkının büyüklüğüne rağmen kadın-erkek ayrımı yapılmayan, şampiyonlara aynı miktarda ödül verilen sporlar da var.

ama ülkeni temsil etmenin ve şampiyonlukla onurlandırmanın sponsoru, yayın geliri, görünürlüğü, eforu, kadını erkeği olur mu?

böyle bir prim farkı ayrımcılık bence. hem kadın haklarına hem kazanımlarına saygısızlık.

dilim döndüğü, gücüm yettiği kadarıyla kadın ve erkeğin aynîleşmesine karşı dursam da bu öyle bir şey değil. burası kamusal alan ve burada her birey denk ve eşit haklara sahip.