bir...
"günün sorusu" olarak: hiç mi yok?
iki...
leyla ile mecnun'dan "o sahne"ye bir video olarak:
(...)
leyla: mecnun beraber gidelim.
mecnun: beraber mi? nereye, amerika'ya? pasaportum yok ki benim.
leyla: pasaportun mu yok?
mecnun: hee...
leyla: hiç mi yok?
mecnun: "hiç mi" mi yok? ya, var da azıcık, bana kadar var. onla da bulgaristana anca giderim zaten. ya, pasom yok benim ne pasaportu?
(...)
(leyla'nın son cümlesine ise bir başka bayılıyorum: öğretcem sana her şeyi bebeğim...)
üç...
"altı çizili satırlar" ya da "alıntı":
"ne de olsa ben, birine bir şey var mı diye sorup yok cevabını alınca, hiç mi yok diye soran ve bu kez aslında o şeyden biraz var olduğunu öğrenen bir ceddin evladıydım. (alper canıgüz, gizliajans)"
dört...
"bir anı parçası":
39°55′28″K 32°53′8″D... cadde ve sokağın sayıyla belirlenmiş isimlerini içimden tekrar ede ede yürüyorum. bir iki soruştan sonra buldum zaten. kalbim deli gibi çarpıyor, avuçlarım uzun zamandır terli. sanki herkes bu durumun farkında ve bana bakıyor. ceviz ağacı bile.
apartmanın adını, hemen yanındaki numarayı bir defa daha okudum. kesinlikle burası. derin bir nefes aldım. kalbimin gümbürtüsünü, aklımın sesini duymazdan geldim. girebilirim. ama girişte güvenlik kulübesi, kulübede de güvenlik görevlisi var. bakın buna hazır değilim işte. her neyse diyerek, giriş niyetine soruyorum: "bilmem kim beyin bürosu burada mı?" karşılığında hayatımın en ikna edici cevabını alıyorum: "bu apartmanda büro yok beyfendi."
güvenlik görevlisine darmadağın olmuş bir sesle teşekkür ederken, hangisini seçsem canım daha az yanar bilmiyorum: kötü bir şaka ya da her şey yalan...
hayat boyu biriktirdiğim bütün özgüveni orada bırakmış, koşmak ve yok olmak arası bir kaç adım atmıştım ki, geriye döndüm, kulübenin penceresine eğildim ve sordum: "hiç mi yok?"
hiç yoktu.
beş...
bu konuyu daha önce işlemiştik:
montherlant, "mutluluğun rengi beyazdır, bu yüzden yazılsa da sayfalarda görünmez," der. ve böylece, hem aragon'u hem de "mutlu aşk vardır ama öyküsü yazılmaz," diyen muhalifleri tekzip eder.
biz olsak, aragon'la karşılaştığımızda sorardık: hiç mi yok?
"günün sorusu" olarak: hiç mi yok?
iki...
leyla ile mecnun'dan "o sahne"ye bir video olarak:
(...)
leyla: mecnun beraber gidelim.
mecnun: beraber mi? nereye, amerika'ya? pasaportum yok ki benim.
leyla: pasaportun mu yok?
mecnun: hee...
leyla: hiç mi yok?
mecnun: "hiç mi" mi yok? ya, var da azıcık, bana kadar var. onla da bulgaristana anca giderim zaten. ya, pasom yok benim ne pasaportu?
(...)
(leyla'nın son cümlesine ise bir başka bayılıyorum: öğretcem sana her şeyi bebeğim...)
üç...
"altı çizili satırlar" ya da "alıntı":
"ne de olsa ben, birine bir şey var mı diye sorup yok cevabını alınca, hiç mi yok diye soran ve bu kez aslında o şeyden biraz var olduğunu öğrenen bir ceddin evladıydım. (alper canıgüz, gizliajans)"
dört...
"bir anı parçası":
39°55′28″K 32°53′8″D... cadde ve sokağın sayıyla belirlenmiş isimlerini içimden tekrar ede ede yürüyorum. bir iki soruştan sonra buldum zaten. kalbim deli gibi çarpıyor, avuçlarım uzun zamandır terli. sanki herkes bu durumun farkında ve bana bakıyor. ceviz ağacı bile.
apartmanın adını, hemen yanındaki numarayı bir defa daha okudum. kesinlikle burası. derin bir nefes aldım. kalbimin gümbürtüsünü, aklımın sesini duymazdan geldim. girebilirim. ama girişte güvenlik kulübesi, kulübede de güvenlik görevlisi var. bakın buna hazır değilim işte. her neyse diyerek, giriş niyetine soruyorum: "bilmem kim beyin bürosu burada mı?" karşılığında hayatımın en ikna edici cevabını alıyorum: "bu apartmanda büro yok beyfendi."
güvenlik görevlisine darmadağın olmuş bir sesle teşekkür ederken, hangisini seçsem canım daha az yanar bilmiyorum: kötü bir şaka ya da her şey yalan...
hayat boyu biriktirdiğim bütün özgüveni orada bırakmış, koşmak ve yok olmak arası bir kaç adım atmıştım ki, geriye döndüm, kulübenin penceresine eğildim ve sordum: "hiç mi yok?"
hiç yoktu.
beş...
bu konuyu daha önce işlemiştik:
montherlant, "mutluluğun rengi beyazdır, bu yüzden yazılsa da sayfalarda görünmez," der. ve böylece, hem aragon'u hem de "mutlu aşk vardır ama öyküsü yazılmaz," diyen muhalifleri tekzip eder.
biz olsak, aragon'la karşılaştığımızda sorardık: hiç mi yok?