bazan gelecekten konuşuyorduk. ne de olsa sevgiliydik.
dört tane çocuğumuz olacaktı. iki kız iki erkek. erkeklerin adını ben seçecektim ve hazırdı. tarık beyazıt ve iki dedemin adından yaptığım bir isim daha. iki dedemin adından oğluma isim yapmak çocukluk hayalimdi. bir defasında bunu arkadaşıma söylemiştim. lise ikideydik. seçtiğim ismi duyunca "el hayyam" diye tamam etmişti. neden öyle dediğini o zaman anlamamıştım ama aynı arkadaş şimdi olsa, "hacı ismi gibi," derdi ve eminim erken kaybedenler'i okumuş olurdu.
bir ara, ikinci isim eren olsun, dedik. ama o sevdadan vaz geçmek zorunda kaldık. şimdi anlatırdım ama uzun hikâye...
bir çok şeyden daha vaz geçtik. ama onlar daha uzun. mesela ben, artık dört tane çocuğumun olmayacağını biliyorum. an itibariyle bir yûsuf ve bir leyla'ya razıyım.
ne diyordum? bazan gelecekten konuşuyorduk. ne de olsa sevgiliydik. ve bütün aşkların birbirine benzediği günlerden geçiyorduk: mutluyduk; hesapsız, kitapsız, tarifsiz...
kışın erken gelen akşamlarında biriydi. pastane lokanta karışımı bir mekanda karşılıklı oturmuş, kocaman gülümseyerek oradan buradan konuşuyorduk. birden sustuk. oradaki herkes sustu. ne varsa unutmuş, hep birlikte başlayan şarkıyı dinliyorduk: zeki müren - gitme sana muhtacım.
şarkı da şarkıcı da ilgi alanımıza dahil değildi ama dinledik. çünkü güzeldi. tarifsiz, istisnasız. şarkı bitti ama biz susmaya devam ettik. suskunluğu o bozdu: "zeki müren'in, bir de, neydi o kadının adı? müzeyyen senar'ın albümlerini alalım. ilgilerini çekmese bile çocuklar bilmeli."
*
geçenlerde youtube'un tavsiye ettiği bir şarkı* dinledim. hatta seyrettim. (bence siz de öyle yapın. dinlemekle iktifa etmeyip seyredin. hatta sadece seyredin.) ve o akşamı hatırladım.
zeki müren'e gelince; evimde hiç zeki müren albümü olmadı.
*: demet evgar & ismail keskin, gitme sana muhtacım
dört tane çocuğumuz olacaktı. iki kız iki erkek. erkeklerin adını ben seçecektim ve hazırdı. tarık beyazıt ve iki dedemin adından yaptığım bir isim daha. iki dedemin adından oğluma isim yapmak çocukluk hayalimdi. bir defasında bunu arkadaşıma söylemiştim. lise ikideydik. seçtiğim ismi duyunca "el hayyam" diye tamam etmişti. neden öyle dediğini o zaman anlamamıştım ama aynı arkadaş şimdi olsa, "hacı ismi gibi," derdi ve eminim erken kaybedenler'i okumuş olurdu.
bir ara, ikinci isim eren olsun, dedik. ama o sevdadan vaz geçmek zorunda kaldık. şimdi anlatırdım ama uzun hikâye...
bir çok şeyden daha vaz geçtik. ama onlar daha uzun. mesela ben, artık dört tane çocuğumun olmayacağını biliyorum. an itibariyle bir yûsuf ve bir leyla'ya razıyım.
ne diyordum? bazan gelecekten konuşuyorduk. ne de olsa sevgiliydik. ve bütün aşkların birbirine benzediği günlerden geçiyorduk: mutluyduk; hesapsız, kitapsız, tarifsiz...
kışın erken gelen akşamlarında biriydi. pastane lokanta karışımı bir mekanda karşılıklı oturmuş, kocaman gülümseyerek oradan buradan konuşuyorduk. birden sustuk. oradaki herkes sustu. ne varsa unutmuş, hep birlikte başlayan şarkıyı dinliyorduk: zeki müren - gitme sana muhtacım.
şarkı da şarkıcı da ilgi alanımıza dahil değildi ama dinledik. çünkü güzeldi. tarifsiz, istisnasız. şarkı bitti ama biz susmaya devam ettik. suskunluğu o bozdu: "zeki müren'in, bir de, neydi o kadının adı? müzeyyen senar'ın albümlerini alalım. ilgilerini çekmese bile çocuklar bilmeli."
*
geçenlerde youtube'un tavsiye ettiği bir şarkı* dinledim. hatta seyrettim. (bence siz de öyle yapın. dinlemekle iktifa etmeyip seyredin. hatta sadece seyredin.) ve o akşamı hatırladım.
zeki müren'e gelince; evimde hiç zeki müren albümü olmadı.
*: demet evgar & ismail keskin, gitme sana muhtacım