uzun sürmüş bir akşam yemeğinden dönerken ya da rüyalara teslim olduğu otomobil yolculuğunun sonunda onu kucağıma aldığımda uykusundan vazgeçmeyecek, eve yürürken başını omzuma koyup kollarını boynuma dolayacak, üç- dört yaşlarında, tercihen kız çocuğu aranıyor.
28 Mayıs 2019 Salı
25 Mayıs 2019 Cumartesi
paramparça
bazan kendi hikâyemi arkadaş hikâyeleri anlatır gibi anlatmak istiyorum. ya da ferah ve aydınlık bir odadaki rahat kanepeye uzanmışım da, beni dinlemesi için para alan adamın bıkkınlık dolu bekleyişini sonlandıran, "bir arkadaşım var," cümlesiyle başlayan bir anlatı gibi.
"kader kitabı'nda yazanları ancak yazan bilir," derdi her zaman. "yine de, çocukluğumdan bu yana ölümün beni bir kadının elleriyle kavrayacağını, büyük bir ihtimalle de öfkeli ve kıskanç bir sevgilinin beni öldüreceğini hissederim."
bir defasında da, "sevgililerim -hepsinden razıyım, allah da razı olsun. varsa hakkım helaldir- bunu yapmaktan uzak bir ruha sahip oldular hep," demişti. "belki bir tanesi, dolma kalemleri seven ve bana yazdığı mektuplarda mürekkep yerine kan kullandığını iddia eden sevgilim bu hissi gerçek kılabilirdi ama ikimizin de yürümesi gereken, farklı yönlerde yolu vardı."
arkadaşım o mektupları saklamıyor elbette. iade ettiğini de sanmam. kaldı ki, sayfanın başına hitap yazıldığı andan itibaren bir mektubun yazana değil yazılana ait olduğunu bilenlerden kendisi.
'aşkta tabula rasa kuralları' gereği yakmış ya da bir yerlerde unutmuş olabilir. evet, "tabula rasa". çünkü her aşkın ilk aşk gibi olduğunu iddia eder o. kişi "boş bir levha ya da sayfa" gibi her türden öğretiye hazır hâle gelmediği takdirde aşk olmayacağını ve geçmiş bütünüyle unutulup "beyaz sayfa" açılamazsa ihanetin daha ilk anda gerçekleşeğini bilir.
anlayacağınız o kanepede de lafı uzattıkça uzatır, ilk hecedeki a harfini normalden kısa söyleyerek 'macera' diyen bir adamı kahraman bellediğimi cümle aleme ispat ederdim.
o arkadaşım geçenlerde, çocukluktan bu yana hissettiği şeye hiç olmadığı kadar yakın olduğunu düşünmüş.
"ekrana baktım," dedi. art arda üç mesaj: "seni parçalara ayırmak istiyorum.", "sonra hepsini ayrı bir yere savurmak istiyorum", "canını yakmak istiyorum tamam mı?"
sizi bilmem ama ben ürperdim.
"kader kitabı'nda yazanları ancak yazan bilir," derdi her zaman. "yine de, çocukluğumdan bu yana ölümün beni bir kadının elleriyle kavrayacağını, büyük bir ihtimalle de öfkeli ve kıskanç bir sevgilinin beni öldüreceğini hissederim."
bir defasında da, "sevgililerim -hepsinden razıyım, allah da razı olsun. varsa hakkım helaldir- bunu yapmaktan uzak bir ruha sahip oldular hep," demişti. "belki bir tanesi, dolma kalemleri seven ve bana yazdığı mektuplarda mürekkep yerine kan kullandığını iddia eden sevgilim bu hissi gerçek kılabilirdi ama ikimizin de yürümesi gereken, farklı yönlerde yolu vardı."
arkadaşım o mektupları saklamıyor elbette. iade ettiğini de sanmam. kaldı ki, sayfanın başına hitap yazıldığı andan itibaren bir mektubun yazana değil yazılana ait olduğunu bilenlerden kendisi.
'aşkta tabula rasa kuralları' gereği yakmış ya da bir yerlerde unutmuş olabilir. evet, "tabula rasa". çünkü her aşkın ilk aşk gibi olduğunu iddia eder o. kişi "boş bir levha ya da sayfa" gibi her türden öğretiye hazır hâle gelmediği takdirde aşk olmayacağını ve geçmiş bütünüyle unutulup "beyaz sayfa" açılamazsa ihanetin daha ilk anda gerçekleşeğini bilir.
anlayacağınız o kanepede de lafı uzattıkça uzatır, ilk hecedeki a harfini normalden kısa söyleyerek 'macera' diyen bir adamı kahraman bellediğimi cümle aleme ispat ederdim.
o arkadaşım geçenlerde, çocukluktan bu yana hissettiği şeye hiç olmadığı kadar yakın olduğunu düşünmüş.
"ekrana baktım," dedi. art arda üç mesaj: "seni parçalara ayırmak istiyorum.", "sonra hepsini ayrı bir yere savurmak istiyorum", "canını yakmak istiyorum tamam mı?"
sizi bilmem ama ben ürperdim.
22 Mayıs 2019 Çarşamba
günün sorusu: hafıza
hafızanın, huysuz bir yük hayvanı gibi zamanla sırtından attığı ağırlıklar en sevmediği yükler midir, en ağırları mı, yoksa en kolay düşenler mi?
20 Mayıs 2019 Pazartesi
i love you
bir yerlerde, "insanlarımız"ın jest, mimik ve günlük hayatta yaptıkları küçük vücut hareketlerinin sanki görülmez bir elin dokunuşuyla günden güne, bir daha geri dönüşü olmayacak şekilde değiştiğini ve yok olduğunu okumuştum.
anlatıcı suçu, batı'dan kutu kutu getirilen ve sinemalarda saatlerce, tekrar tekrar oynatılan "lanet olası" filmlere atıyordu. ona göre, "insanlarımız" bu filmleri seyrettikçe, farkında olmadan bizim coğrafyaya ait, ortak kültürümüzün büyüttüğü ve kısaca vücut dili diyebileceğimiz hareketleri bir kenara bırakıp, başka coğrafyalara ait bir vücut dilini benimsemeye ve taklit etmeye başlamıştı.
sizi bilmem ama bunu okuduğum an benim aklıma, karşı karşıya geldiklerinde tokalaşmak ya da kucaklaşmak yerine (yüz yıl önce bu coğrafyada insanlar tokalaşıyor ya da kucaklaşıyor muydu bundan da emin değilim) avuç içlerini birbirine vurup, bilek güreşi yapmaya hazırlanan hasımlar gibi selamlaşanlar geldi.
bana hiç de mantıksız gelmeyen bu duruma, bir de "seni seviyorum"la katkıda bulunmak isterim. çünkü, 'sevmek'in aşka, 'sevişmek'in karşılıklı aşka denk düştüğü bir lisandan ebeveynlerine, arkadaşlarına, kuzenlerine 'seni seviyorum'lar dağıtan bireylere dönüşmüş durumdayız.
buna sebep olan da, ucuz hollywood filmlerinin hasta yatağındaki arkadaşına, vedalaştığı kuzenine, yıllar sonra telefonla konuştuğu sınıf arkadaşına, menajerine, büyük babasına ya da büyük annesine, omuz omuza çarpıştığı asker arkadaşına -biraz da- "çeviride kaybolmak" etkisiyle "seni seviyorum" diyen kahramanlarından başkası değil.
üstelik bahsi geçen ifadeyi bu denli hoyrat kullanmakla kıymetini azalttığımızı görmüyoruz bile. en kötüsü de "seni seviyorum" demenin her şeye yettiğini sanıyoruz artık.
oysa biz, insan öyle davranışlar içinde olmalı ki söze gerek kalmamalı, diyen bir kültürden geliyoruz. davranışlarımız bambaşka şeyler söylerken, "her şeyden bağımsız, seni çok seviyorum" demenin hiçbir anlamı olmuyor.
anlatıcı suçu, batı'dan kutu kutu getirilen ve sinemalarda saatlerce, tekrar tekrar oynatılan "lanet olası" filmlere atıyordu. ona göre, "insanlarımız" bu filmleri seyrettikçe, farkında olmadan bizim coğrafyaya ait, ortak kültürümüzün büyüttüğü ve kısaca vücut dili diyebileceğimiz hareketleri bir kenara bırakıp, başka coğrafyalara ait bir vücut dilini benimsemeye ve taklit etmeye başlamıştı.
sizi bilmem ama bunu okuduğum an benim aklıma, karşı karşıya geldiklerinde tokalaşmak ya da kucaklaşmak yerine (yüz yıl önce bu coğrafyada insanlar tokalaşıyor ya da kucaklaşıyor muydu bundan da emin değilim) avuç içlerini birbirine vurup, bilek güreşi yapmaya hazırlanan hasımlar gibi selamlaşanlar geldi.
bana hiç de mantıksız gelmeyen bu duruma, bir de "seni seviyorum"la katkıda bulunmak isterim. çünkü, 'sevmek'in aşka, 'sevişmek'in karşılıklı aşka denk düştüğü bir lisandan ebeveynlerine, arkadaşlarına, kuzenlerine 'seni seviyorum'lar dağıtan bireylere dönüşmüş durumdayız.
buna sebep olan da, ucuz hollywood filmlerinin hasta yatağındaki arkadaşına, vedalaştığı kuzenine, yıllar sonra telefonla konuştuğu sınıf arkadaşına, menajerine, büyük babasına ya da büyük annesine, omuz omuza çarpıştığı asker arkadaşına -biraz da- "çeviride kaybolmak" etkisiyle "seni seviyorum" diyen kahramanlarından başkası değil.
üstelik bahsi geçen ifadeyi bu denli hoyrat kullanmakla kıymetini azalttığımızı görmüyoruz bile. en kötüsü de "seni seviyorum" demenin her şeye yettiğini sanıyoruz artık.
oysa biz, insan öyle davranışlar içinde olmalı ki söze gerek kalmamalı, diyen bir kültürden geliyoruz. davranışlarımız bambaşka şeyler söylerken, "her şeyden bağımsız, seni çok seviyorum" demenin hiçbir anlamı olmuyor.
18 Mayıs 2019 Cumartesi
ölmek
hayat:
kadın: bana söz ver; ben ölürken yanımda olacaksın.
erkek: sizden önce öleceğim için bu mümkün değil. çünkü, sizsiz bir dünyaya tahammül edemem.
kadın: hayır, ben senden önce öleceğim.
erkek: haklısınız galiba. siz benden önce ölmelisiniz. ve ben demeliyim ki, "ölmek ne kadar kolaymış. o ölebiliyorsa ben de ölebilirim."
kadın: hayır, sen benden önce ölmelisin. ve ben demeliyim ki, "ölmek ne kadar kolaymış. o ölebiliyorsa ben de ölebilirim."
roman:
"Sen benim yaşamımsın, aşkımsın, yaşamımın anlamısın ve sen benim yaşamım olduğun için öldüğümde yanımda senden başkası olsun istemiyorum. Fakat öleceğimi öğrendiğinde ölüm döşeğine koşturmanı ya da ben artık seni göremiyor, koklayamıyor ve yüzünü öpemiyorken cenazeme gelip bana veda etmeni istemem, ne de, hatta aynı fikirde olsan ya da istesen bile, sırf ikimiz saygın, zavallı ve ayrı yaşamlarımızda hayatta kaldığımız için gelip son yıllarında bana eşlik etmeni istemem, bu yeterli değil. Ölüm saatim geldiğinde olmasını istediğim, yaşamım her nasıl yaşanmışsa o şekilde cisimleşmesidir ve senin de bunun içinde bulunmak için şu andan o son dakikaya kadar benim yanımda yaşamış olman gerekir. (…) İşte bu yüzden, şimdi gitmemelisin çünkü eğer şimdi gidersen, benden sadece yaşamımı, sevgimi, yaşamımın anlamını değil, seçtiğim ölüm tarzımı da almış olacaksın."*
*: javier marías, duygusal adam
kadın: bana söz ver; ben ölürken yanımda olacaksın.
erkek: sizden önce öleceğim için bu mümkün değil. çünkü, sizsiz bir dünyaya tahammül edemem.
kadın: hayır, ben senden önce öleceğim.
erkek: haklısınız galiba. siz benden önce ölmelisiniz. ve ben demeliyim ki, "ölmek ne kadar kolaymış. o ölebiliyorsa ben de ölebilirim."
kadın: hayır, sen benden önce ölmelisin. ve ben demeliyim ki, "ölmek ne kadar kolaymış. o ölebiliyorsa ben de ölebilirim."
roman:
"Sen benim yaşamımsın, aşkımsın, yaşamımın anlamısın ve sen benim yaşamım olduğun için öldüğümde yanımda senden başkası olsun istemiyorum. Fakat öleceğimi öğrendiğinde ölüm döşeğine koşturmanı ya da ben artık seni göremiyor, koklayamıyor ve yüzünü öpemiyorken cenazeme gelip bana veda etmeni istemem, ne de, hatta aynı fikirde olsan ya da istesen bile, sırf ikimiz saygın, zavallı ve ayrı yaşamlarımızda hayatta kaldığımız için gelip son yıllarında bana eşlik etmeni istemem, bu yeterli değil. Ölüm saatim geldiğinde olmasını istediğim, yaşamım her nasıl yaşanmışsa o şekilde cisimleşmesidir ve senin de bunun içinde bulunmak için şu andan o son dakikaya kadar benim yanımda yaşamış olman gerekir. (…) İşte bu yüzden, şimdi gitmemelisin çünkü eğer şimdi gidersen, benden sadece yaşamımı, sevgimi, yaşamımın anlamını değil, seçtiğim ölüm tarzımı da almış olacaksın."*
*: javier marías, duygusal adam
14 Mayıs 2019 Salı
aşktan imiş her ne var âlemde*
"her kadın güzeldir" yanlışını düzeltelim ilk olarak. güzel olmayan kadınlar da vardır çünkü. muhtemelen güzel kadınlardan daha çoktur. tıpkı yakışıklı olmayan erkeklerin çokluğu gibi...
gün gelir, güzel olmayan kadınlar da güzelleşir ama. öylesi zamanlarda, "aynadaki aksine bakar, gördüğü karşısında kendisini tutamaz ve doğruymuş aşkın bir kadını güzelleştirdiği" derler. kaldı ki, "aşkın güzelleştirdiği kadınlar" bahsini daha önce işlemiş ve "bir kadının ancak sevdiği adamın çektiği fotoğrafta çıkabileceği kadar güzel" tanımına ulaşmıştık.
bu bahiste de ikinci bir uç var. leyla'ya "kara, kuru bir kız" diyenlere mecnun'un "onu bir de benim gözümle görün" demesi var bir de. ancak aşkla bakıldığında güzelleşen, bunun dışında vasata bile ulaşamayanlar kadınlar da var yani.
"kara, kuru bir kız"a dönüşmekle aşkın nihayet bittiğini işaret eden kadınlar...
*
konuyla alakası yok ama "istisnasız güzel" gibi güzeller de var.
çünkü, güzeldirler.
bu 'güzellik' yanılgı olsa bile, kirpikleri, son aşk olmaya yazgılı bir hikâyenin orta yerinde bir pusulanın kuzeyini arayan iğnesi gibi biteviye titreşip durur.
*: "aşk imiş her ne var âlemde," diyen fuzuli'ye selâmla...
gün gelir, güzel olmayan kadınlar da güzelleşir ama. öylesi zamanlarda, "aynadaki aksine bakar, gördüğü karşısında kendisini tutamaz ve doğruymuş aşkın bir kadını güzelleştirdiği" derler. kaldı ki, "aşkın güzelleştirdiği kadınlar" bahsini daha önce işlemiş ve "bir kadının ancak sevdiği adamın çektiği fotoğrafta çıkabileceği kadar güzel" tanımına ulaşmıştık.
bu bahiste de ikinci bir uç var. leyla'ya "kara, kuru bir kız" diyenlere mecnun'un "onu bir de benim gözümle görün" demesi var bir de. ancak aşkla bakıldığında güzelleşen, bunun dışında vasata bile ulaşamayanlar kadınlar da var yani.
"kara, kuru bir kız"a dönüşmekle aşkın nihayet bittiğini işaret eden kadınlar...
*
konuyla alakası yok ama "istisnasız güzel" gibi güzeller de var.
çünkü, güzeldirler.
bu 'güzellik' yanılgı olsa bile, kirpikleri, son aşk olmaya yazgılı bir hikâyenin orta yerinde bir pusulanın kuzeyini arayan iğnesi gibi biteviye titreşip durur.
*: "aşk imiş her ne var âlemde," diyen fuzuli'ye selâmla...
12 Mayıs 2019 Pazar
tehlikeli şiirler - kırk bir
bugün tehlikeli şiirler okuyalım leyla
hüsrev hatemi'den bir şiir* mesela
*: aşık garip coğrafyası
hüsrev hatemi'den bir şiir* mesela
"I
seni çok az düşünmeye and içmeliyim;
düşünmek seni, ölümü mûnisleştirir,
güller açılmağa başlar ardarda.
ama versailles bahçelerinde değil,
hindibalı, ısırganlı yollarda...
seni düşünmek bir konser başlatır o anda,
ama öyle siyah papyonlu bir virtüöz değil,
kunduraları tozlu, bakışları dalgın,
kamburlaşmış kır saçlı bir tanbûri,
yakıcı nağmeler koşturur yüreğimde...
kola değil çay içmektir seni düşünmek,
sen düşünmek erzurum, tebriz, tiflis;
yani aşık garip coğrafyası.
içimde senem'mişsin gibi bir his,
sen bundan habersiz, uzak kentlerde,
batılı bir hüzün yaşarken bile.
seni düşünmekten korkuyorum artık;
ölümlü olduğunu her akşam karanlık,
söyler bana ve buna tahammül zor...
benim ölümüm mûnisleşirken,
seninki kanlı zalim oluyor gözümde.
çok az düşünmeliyim seni çok az.
seni çok az düşünmeye and içmeliyim
II
kentlerin birçoğunda uzun kavak kalmadı ki gıcırdasın
ama benim sol yanımda sancı baki...
anne ne olur ki,
sıram gelmiş olsun varsın;
ben ölürsem benden genci var tabii
ama aşık garip değil hiçbiri.
ben de olamadım, yokmuş kısmette,
yaşadıkça şah senem'i hissettim
gerçi tebrize, tiflis'e hiç gitmedim
gitsem de bulamazdım, eminim.
anne yunus ne dediyse hep çıktı
şeytanlar semirdi kuvvetli oldu.
zayıf kalsalar ne fark ederdi...
nasılsa onlar galip gelecekti
bundan sonra aşık garip olunur mu ki
sen onu söyle anne.
III
şâm-ı garibanda değilsek de,
muhakkak çırağanda değiliz anne
lambalar söndü, çakmağı kim yakacak
bu uluyanlar çakal mı
ben, hırkasını giymiş bir derviş miyim?
yoksa öldüm mü anne...
hiçbir ilişkim kalmadı çevreyle;
yağmur beyhude yağıyor hani camdan,
bakacak arap kızları da nerde?
bir şahin uçurtma marifetim vardı
kaleden kaleye;
cılız kuşcağızlarmış onlar şahin değil,
ben uçurduğum için uçmazlarmış
başıboş uçarlarmış üstelik,
sırtımda hırka, ayağımda terlik...
niye ben ölmüş müyüm anne?
çıktım yücesine seyran eyledim
kayak merkezleri olmuş yüceler;
karlar üstünde kırmızı gagalı bir kara kuş,
dalgın ve bîhuş
bakıştık bir süre, ben kuşça
o, insanca
kerem'ler gurbetle işçiydiler
aslı'ları doğrusu aramadım
şah senem'i düşündüm sessizce
'dost elinden dolu içmiş deliyim'
makine yağlı köpüklü sokak seliyim
ben sanayi oğluyum, sanayi sefiliyim
endüstriyi seversen değme yarama anne.
halep'e girmeden terk ediyorum, halep şen olsun
anne ben nereye gitmeli oldum, bilmiyorum.
o kırılma sınırında ince,
o bir tane;
korunacaktı güya;
'değmesin hop yağlı boya'
haykırışlarıyla kırıldı.
çok yıllar önceki doğu'da,
ölenler testici dükkanlarında
mey kasesi olurlardı, şimdiyse
çevreyolu geçecek günün birinde
narin kaburgaları üstünden
o korunması gereken bedenin
zalim zaman, onu korumayacak
niye ben ölmüş müyüm ki bunlar olacak?
hırka giyenler fırkasından mıyım?
saat kaç, hangi sene?
anne!"
*: aşık garip coğrafyası
9 Mayıs 2019 Perşembe
dakika ve skor
"Çocukluğun o büyülü yılları artık geride kalmıştı. Uzak kentlere okumaya gidiyor, ancak yaz aylarında sılaya dönebiliyordum. Kafada artık başka yeller esiyordu. Artık yaz aylarında Bebirge diye tutturanların arasında değildim. Söz edilince de surat asıp ben gitmem diye tutturuyordum. Ama bir tatil başında dönüp de, gözü yaşlı küçük kardeşlerimden Hapoba'nın o kış göçtüğünü duyunca, içimde bilemediğim bir bağ, sızlıyarak kopar gibi oldu.
Bir gün kendi başıma ata bindim. Bebirge'de, belki de onunla beraber göçüp giden o sihirli çocukluğu aramaya gittim. Büyük cevizin altı boştu. Onun yerine, toprağın üstüne oturup sırtımı ağacın gövdesine dayadım. Ortadan silinip giden yalnız o değil sanki. Tepesi göklere karışan kavak ve cevizlerin boyları kısalıp bodurlaşmıştı. Dallardan sarkan ürünlerde eski parlaklık ve çekicilik kalmamıştı. Dere boyundaki yalangozların yapraklarını kızıl bir toz kaplamıştı. Yüzyılların seline, yeline göğüs geren üç ayaklı taş köprü neredeyse göçecekmiş gibi geldi bana. Altından gürül gürül akan dere, çekilip bulanık bir su birikintisine dönüşmüştü. Galiba Hapoba göçüp giderken herşeyin baş döndürücülüğünü, insanı büyüleyen sihir ve güzelliğini de birlikte alıp götürmüştü."*
*:mitat enç, uzun çarşının uluları- hapoba
Bir gün kendi başıma ata bindim. Bebirge'de, belki de onunla beraber göçüp giden o sihirli çocukluğu aramaya gittim. Büyük cevizin altı boştu. Onun yerine, toprağın üstüne oturup sırtımı ağacın gövdesine dayadım. Ortadan silinip giden yalnız o değil sanki. Tepesi göklere karışan kavak ve cevizlerin boyları kısalıp bodurlaşmıştı. Dallardan sarkan ürünlerde eski parlaklık ve çekicilik kalmamıştı. Dere boyundaki yalangozların yapraklarını kızıl bir toz kaplamıştı. Yüzyılların seline, yeline göğüs geren üç ayaklı taş köprü neredeyse göçecekmiş gibi geldi bana. Altından gürül gürül akan dere, çekilip bulanık bir su birikintisine dönüşmüştü. Galiba Hapoba göçüp giderken herşeyin baş döndürücülüğünü, insanı büyüleyen sihir ve güzelliğini de birlikte alıp götürmüştü."*
*:mitat enç, uzun çarşının uluları- hapoba
7 Mayıs 2019 Salı
kırılma anları
güzel, güzel olduğu kadar hüzünlü bir günmüş. güzelliği, güzel olmasından, hüznü ise daha yaşarken hissedilen ve o anların bir daha tekrarlanamayacak olması duygusundan geliyormuş.
bir otomobil ve dört kişi... o günün akşamında dönüş yolundaymış. abi arabayı kullanıyormuş. anne onun yanındaki koltukta oturuyormuş. bu hikâyenin asıl kahramanları oğlan ile kız ise arka koltukta.
o ikisi birbirini çok seviyormuş. hem de çok. kız, "al seninim" diyecek kadar çok seviyormuş oğlanı. oğlan da, "dünyanın bir ucuna da gitsen seninle gelirim," diyecek kadar çok.
gün akşam oluyormuş. dönüş yolunda, biraz sessiz, biraz hüzünlüymüş dördü de. derken, yan yola dikkatsizce sapan bir minibüs çıkmış karşılarına. abi çarpışmadan kaçamamış. gerçi o kadar sorunlu bir çarpışma da değilmiş. soranlara, "verilmiş sadakamız varmış," denilip geçilmiş zaten.
günler sonra bir gün, nasılsa yalnız kaldıkları bir anda kız, "hemen yanında ben vardım. ama sen ilk önce anneni merak ettin. üstelik yüzüne bir şey olmuş mu diye uzanıp kontrol bile ettin. o an senin için ben yoktum sanki," demiş oğlana.
oğlan, "ikimiz arkada, üstelik yan yanaydık. bana bir şey olmadığını fark edince sana da olmadı diye düşündüm galiba. üstelik annemin başını ön cama çarptığını fark ettim," diye cevap vermiş.
belki de vermemiş. yıllarca o anı düşünüp, kafasında o anı yaşadığı için bu cevabı verdiğini zannetmiş.
dediğim gibi, güzel, güzel olduğu kadar hüzünlü bir günmüş. o günden sonra hiçbir şey bir daha eskisi gibi olmamış.
bir otomobil ve dört kişi... o günün akşamında dönüş yolundaymış. abi arabayı kullanıyormuş. anne onun yanındaki koltukta oturuyormuş. bu hikâyenin asıl kahramanları oğlan ile kız ise arka koltukta.
o ikisi birbirini çok seviyormuş. hem de çok. kız, "al seninim" diyecek kadar çok seviyormuş oğlanı. oğlan da, "dünyanın bir ucuna da gitsen seninle gelirim," diyecek kadar çok.
gün akşam oluyormuş. dönüş yolunda, biraz sessiz, biraz hüzünlüymüş dördü de. derken, yan yola dikkatsizce sapan bir minibüs çıkmış karşılarına. abi çarpışmadan kaçamamış. gerçi o kadar sorunlu bir çarpışma da değilmiş. soranlara, "verilmiş sadakamız varmış," denilip geçilmiş zaten.
günler sonra bir gün, nasılsa yalnız kaldıkları bir anda kız, "hemen yanında ben vardım. ama sen ilk önce anneni merak ettin. üstelik yüzüne bir şey olmuş mu diye uzanıp kontrol bile ettin. o an senin için ben yoktum sanki," demiş oğlana.
oğlan, "ikimiz arkada, üstelik yan yanaydık. bana bir şey olmadığını fark edince sana da olmadı diye düşündüm galiba. üstelik annemin başını ön cama çarptığını fark ettim," diye cevap vermiş.
belki de vermemiş. yıllarca o anı düşünüp, kafasında o anı yaşadığı için bu cevabı verdiğini zannetmiş.
dediğim gibi, güzel, güzel olduğu kadar hüzünlü bir günmüş. o günden sonra hiçbir şey bir daha eskisi gibi olmamış.
5 Mayıs 2019 Pazar
zalim
çorak ülke'den seslenen t.s. elliot'a nazire.
/t.s. elliot ki, nisan en zalimidir ayların, leylakları doğurtur ölü topraktan, der kendileri, belki de en popüler şarkısında.../
söyleyin bakalım;
leylakları ölü topraktan doğurtan nisan mı daha zalim, yoksa leylakları kavurup, su yürümeden kuruyup kalmış üzüm salkımları gibi bırakan mayıs mı?
/t.s. elliot ki, nisan en zalimidir ayların, leylakları doğurtur ölü topraktan, der kendileri, belki de en popüler şarkısında.../
söyleyin bakalım;
leylakları ölü topraktan doğurtan nisan mı daha zalim, yoksa leylakları kavurup, su yürümeden kuruyup kalmış üzüm salkımları gibi bırakan mayıs mı?
Etiketler:
alıntı,
beni ben yapan kitaplar,
günden kalan
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)