her zaman söylediğim bir şey ama en son burada söylemiş olmalıyım: "kedi sevmem ben. kedi seven kadınları severim. üstelik onlar da beni severler. hem de çok severler."
bunu derken, bambaşka bir tecrübenin ışığında konuşuyorum elbette. yoksa, kedili bir evde büyümüş ya da kedi beslemiş değilim. daha çok arkadaş kedileri. en çok da beni kıskançlıktan kıvrandıran, hayır, geberten sevgili kedileri.
geçtiğimiz günlerde, yani bir cumartesiden bir başka cumartesiye bir kediyle aynı evde yaşadım. misafirim vardı. kedileri de onlarla gelmişti.
sabah gözümü açınca pencere kenarında dışarıyı seyreden bir karaltı görmek, elbise dolabının üzerinde ışıl ışıl yanan bir çift göz, sahipleri varken daha çok benim kucağımı tercih etmesi ve bolca "bana hiçbir kız kayıtsız kalamaz" deme fırsatını bana vermesi, mutfak penceresinin camındaki pati izleri, hatta benden önce davranıp koltuğumu kapması bile keyifliydi.
ve geldiği gibi gitti. etrafı topladım, bulaşık makinesini çalıştırdım, yorgan, yastık kılıfları yıkanırken koşmaya gittim. duştan sonra biraz rahat rahat dışarıyı seyretsin biraz da bir kaza olmasın diye çıkarttığımız mutfak perdelerini taktım. her şey normal ve yolundaydı. varlığında varlığını hissediyordum da yokluğunda yokluğunu hissetmiyordum. hepsi bu.
tam bu sırada anladım kedilerle kurabileceğim ilişkiyi. ancak bir yeğene amca ya da dayı olmak gibi olmalıydı. seveceğim, şımartacağım, günün ya da yılın bir kısmını birlikte geçireceğim bir yeğen gibi. atalar boşuna, "çok muhabbet tez ayrılık getirir," dememiş.
son tahlilde, kedi seven kadınları hâlâ seviyorum. ama onların beni sevdiğinden emin değilim.