28 Temmuz 2018 Cumartesi

erken yargılar

o anlatıyı bilirsiniz; atından başka bir şeyi olmayan bir adam bir gün atını kaybeder, komşular gelir, "çok geçmiş olsun komşu, bu iş çok kötü oldu, tek geçim kaynağın da gitti," derler, o da, "karar vermek için acele etmeyin, bu işler belli olmaz," diyerek sakincr karşılık verir, çok geçmez evden kaçan at geri döner, bir vahşi at sürüsünü peşine takmıştır, bunun üzerine komşuları, "haklıymışsın, şimdi bir sürü atın oldu," der ama adam, "yine karar vermekte acele ediyorsunuz," diyerek uyarır onları.

olaylar devam eder ve ana fikri, "bir şey iyi başladı diye iyi, kötü başladı diye kötü bitecek diye bir kural yoktur," olan bir hikâye ortaya çıkar.

*

arkadaş demekte sakınca görmüyorum. kendisini bir ya da iki defa görmüş olsam da arkadaşımın arkadaşı çünkü.

geçen yıl yaz gelmeden tanışmıştık. eli ayağı düzgün, kızların beğeneceği türden yakışıklı bir çocuktu. neredeyse bir yıl görmedim. bir gün bir şekilde karşılaştık. o beni tanıdı mı bilmem? ama ben benzettim. çünkü uzun, neredeyse omuzlarına gelen sarı saçları asker tıraşlı, kafasında bir kulağından başlayıp diğerinde biten bir ameliyat izi vardı. acaba o mu, dedim ama ortak arkadaşımıza sormayı hep unuttum.

bir gün tesadüfen o anlattı. muhtemelen alkol duvarını aştığı bir gece bunu tenhada kıstırıp neyi var neyi yok gasp etmişler. damarlarında dolaşan alkollü kandan da cesaret bularak karşı koymuş ve böylece olaya darp da dahil olmuş.

acile kaldırmışlar. kendinde miydi bilmiyorum ama içinde gasba uğramanın olduğu kadar darbın ruhuna da tevarüs eden acısının olduğuna eminim. muhtemelen kayıplarından olduğu kadar kırılan gururu yüzünden de acı çekiyordu.

acildeki doktor kafatası röntgeninde olmaması gereken bir şeyleri fark edip onu beyin cerrahiye yönlendirmiş ve olaylar gelişmiş. beyninde ur olduğu anlaşılmış. tedavi süreci ve ameliyatlar derken başka türlü erkenden fark edemeyeceği bir gidişata dur deme şansı bulmuş.

ne dersiniz? belki de, "bir şey iyi başladı diye iyi, kötü başladı diye kötü bitecek diye bir kural yoktur," diyenler haklıdır.

belki de, o olmazsa yaşayamam dediklerimizin gidişinden sonra salya sümük ağlarken başlar asıl hikâye.

25 Temmuz 2018 Çarşamba

hayal

"geri zekalı!" dedim, öfke ve özlemle.

sonra gözlerimi kapattım, deniz gören bir çay bahçesinde, etekleri rüzgârda çırpınan masa örtüsünün üzerinden uzanıp öptüm. sadece ikinin değil üçün, hatta yedinin bile boynu bükük kalmadı.

23 Temmuz 2018 Pazartesi

büyümek ve bilmek

prolog: bir kahraman. kadın ya da erkek fark etmez.
kahramanımızın adı a. olsun. bir manası olduğu için a. değil. sadece alfabenin ilk harfi olduğu için.
be. ya da ce., hatta ze. de olabilirdi. çünkü kahramanımız sıradan ve herkes olabilir. hepimiz de...

i.

a. dört yaşındadır. ya da beş. o gün yaş günüdür. pastadaki mumlara üflemeyi, pastasından koca bir dilim yerken süslü kağıtlarla sarılıp sarmalanmış, kurdeleli hediye paketlerinin ortaya çıkmasını heyecanla ve sabırsızlıkla beklemektedir.

paketler açıldığında hangi hediyeyi sevdiyse ya da hangi hediye hayallerine denk düşüyorsa ona koşacaktır. gözü diğerlerini görmez bile. üstelik bunu saklamaz. sahte bir kibarlıkla diğerlerini seviyor gibi yapmaz.

ara şarkı: yıllar geçer. her zaman olduğu gibi çabucak. a. büyür. hem okulların hem toplumun, kısaca hayatın rahle-i tedrisinden geçer.

ii.

a. otuz dört yaşına girecektir. ya da ze.. yine bir doğum günü ve içinde parfümler, bluzlar, küpeler olan paketler. hediye çekleri, güller, yüzükler, tatil planları, hafta sonu kaçamağı, butik oteller...

artık büyümüştür. şair olsa, "allah'ım hayretimi artır! yok/ allah'ım hayret ver!"* diyeceği yaşlara varmıştır. yol boyunca çok şey görmüş, çok şey yaşamış, çok şey öğrenmiştir.

mesela, açtığı her pakette sevinmeli, ortaya çıkan nesneye bakarak, tam da ihtiyacı olan şeyin bu olduğunu söylemelidir. yapar da; geçen gün aklından o şey geçmiştir, geçen hafta sonu denemiştir, bir arkadaşında görmüştür, uzun zamandır aklındadır...

nihayet: belki abartıyorum, hatta yanılıyorum. durum belki de tam olarak budur. yine de bir şeyden eminim: paketlerden çıkanlara ne kadar sevinse, ihtiyacı olanın tam o olduğunu kendisine bile söylese, içten içe istediğinin ne olduğunu, neyi sevdiğini, neye ihtiyacı olduğunu tam olarak bilmektedir.


*: eren safi, mürşidim kocakarı

20 Temmuz 2018 Cuma

tehlikeli şiirler - otuz beş

bugün tehlikeli şiirler okuyalım leyla
ahmet telli'den çocuksun sen mesela

"Dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen
Ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu
Şu samanyolu hani avuçlarından dökülen
Kum taneleri var ya onlardan birindeyim
Yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor
Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte

Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum

Dönüşen ve suya dönüşen sorular soruyorsun
Sesin bir çağlayan olup dolduruyor uçurumlarımı
Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman
Birisi adres sorsa önce silaha davranıyorum
Kekemeyim en az kasabalı aşklar kadar mahçup
Ve üzgün kentler arıyorum ayrılıklar için
Bir yanlışlığım bu dünyada en az senin kadar
Ve sen kendi küllerini savuruyorsun dağa taşa
Bir daha doğmamak için doğmak diyorsun
Ölümlülerin işi bir de mutlu olanların
Onların hep bir öyküsü olur ve yaşarlar
Bırakıp gidemezler alıştıkları ne varsa

Çocuksun sen her ayrılıkta imlası bozulan

Susan bir çocuktan daha büyük bir tehdit
Ne olabilir, sorumun karşılığını bilmiyor kimse
Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman
Bir kaza olsa adı aşk oluyor artık
Aşksa dünyanın çoktan unuttuğu bir tansık
Seni bekliyorum orda, o kirlenen ütopyada
Kirpiklerime düşüyorsun bir çiy damlası olarak
Yumuyorum gözlerimi gözkapaklarımın içindesin
Sonsuz bir uykuya dalıyorum sonra ve sen

Hiç büyümüyorsun artık iyi ki büyümüyorsun
Adınla başlıyorum her şiire ve her mısrada
Esirgeyensin bağışlayansın, biad ediyorum.

Çocuksun sen ve bu dünya sana göre değil

II.

Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüm
Bir çiçeğe tutundum düşerken, ordayım hâlâ
Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı
Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle
Zaman benim işte, nesneleşiyor tüm anlar
Dursam ölürüm paramparça olur dünya

Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüğüm

Uçurum diyordun bir aşk uçurum özlemidir
Bırakıyorum öyleyse kendimi sesinin boşluğuna
Tutunabileceğim tüm umutları görmiyeyim için
Gözlerimi bağlıyorum geceyi mendil yaparak
(Gözlerim bir yerlerde daha bağlanmıştı, bunu
Unutmuyorum unutmuyorum unutmuyorum hiç)

Bir rüzgâr esse ellerin fesleğen kokuyor
Kırlangıçlar konuyor alnına akşamüstleri
Bu yüzden bir kanat sesiyim yamaçlarda
Üzgün bir erguvan ağacıyla konuşuyorum
Ayrılığın zorlaştığı yerdeyim ve dalgınlığım
Bir mülteci hüznüne dönüyor artık bu kentte

Çocuksun sen alnına kırlangıçlar konan

Bir bulutun peşine takılıp gittiğimiz yer
Okyanus diyelim istersen ya da sen söyle
Batık bir gemiyim orda, seni bekliyorum
Upuzun bir sessizliğim fırtınalar patlarken
Gövdem köle tacirlerinin barut yanıkları içinde
Ve gittikçe acıtıyor yaralarımı tuzlu su

Çocuksun sen, büyümek yakışmazdı hiç

Gülüşünün kokusuyla yeşerdi bu elma ağacı
(Soluğunun elma kokması bundandı belki)
Bir elma kokusuna tutundum düşerken
Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı
Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle

Çocuksun sen, çocuğumsun"

17 Temmuz 2018 Salı

yüzükoyun

çıplak omuzlarını örten ve aralarında alev oynaşan siyah, dalgalı saçlarıyla verevine uzanmış, eli bir kayığın kenarından suya sarkar gibi karyolasından sarkmıştı. çenesi diğer elinin üzerinde, halıya değdi değecek saçlarının arasından halıyı, sudaki aksiyle öpüşen karacayı seyrediyordu.

15 Temmuz 2018 Pazar

hayır demek ya da bencillik

hepimizin başına gelmiştir: ne zaman karşımızdaki insana hayır demeyi öğrenmesini ya da bencillik yapmaya hakkı olduğunu söylesek ilk bizi reddeder, bencillik denen hançeri ilk bize saplar.

peki, neden? bu durum başımıza niçin gelir?

her şeyi çocukluktan itibaren bize dayatılan kurallar ve öğretilenler başlatıyor bence.

ister cemaat ister cemiyet olsun cem kökünden gelen kelimelerin kucağında, küçüklüğünden itibaren kulağına bencilliğin ne kadar kötü ne kadar ayıp olduğunu fısıldanan birey istese dahi bencilce davranamıyor, muhatabına hayır diyemiyor. çünkü bir ses ona, hayır derse ya da bencillik edip yalnızca kendini düşünürse kötü insan olacağını, ayıp edeceğini, hatta günah işleyeceğini tekrar edip duruyor.

oysa eşref-i mahlûkat da olsa insanın içinde bencillik diye ülke vardır.

gün gelir, birisi çıkar ve o insana, "hayır demeyi öğrenmesini ya da bencillik yapmaya hakkı olduğunu," söylediğinde hemen not alır: ona hayır demekte, bencilce davranmakta bir sakınca yok. çünkü, bunlar ona göre insani davranışlar.

ve ilk fırsatta bu dediğini yapar.

9 Temmuz 2018 Pazartesi

nefes nefese

evet, nefes nefese...

kadın gövdesini erkeğin gövdesinden biraz uzaklaştırdı. yüzünü yüzünden biraz daha çok. gözleri gözlerini buldu.

- hakkınızda hiçbir şey bilmiyorum. evli misiniz, bekar mı?

- ne yani? evliysem beni daha az mı seveceksiniz? bekarsam daha çok?

kadını belinden tutup kendine çekti adam. çok geçmedi, limonata kokan nefesleri birbirine karıştı.

3 Temmuz 2018 Salı

esas kız

bu ara bir kadın kahraman hayal ediyorum.

sürekli gözlerimin önüne geliyor. adeta kendini dayatıyor. bazan "hayır adam! o tarafa gitme. o taraf yanlış," bazan "bana bak," der gibi.

uzağı görememekten muzdarip. gözlüğü var ama daha çok lens kullanıyor. gözlüğünü yalnızca hafta sonları ve tatil günlerinde, gözlerini dinlendirmek için takıyor. ve öylesi günlerden geriye burnunun iki yanında, ertesi güne de kaybolmayan iki minik iz kalıyor.

kız henüz bilmiyor ama esas oğlan o iki minik ize bayılıyor.

1 Temmuz 2018 Pazar

bir karikatür

belleğimde, zaman zaman gözlerimin önüne gelen ve bana, aşkı daha iyi anlatacak başka bir şey olamaz, dedirten bir karikatür var.

fakat bu karikatür, fanatik mizah dergisi okuru olduğum günlerden mi kalma yoksa daha yakın bir zamanda internetin derinliklerinde karşıma çıkan bir şey mi bilmiyorum.

*

karikatür konuşmasız. sessiz sedasız sekiz kare ya da 'an'dan oluşuyor.

ilk karede yüzü sağa dönük bir erkek, ikinci karede yüzü sola dönük bir kadın var. her ikisi de sıradan. hatta, bu sıradan oluşu garantiye almak için karikatürist her ikisini de biraz çirkince çizmiş. üçüncü kareye gelmeden anlıyoruz ki bunlar birbirine doğru yürüyor.

kaldı ki, üçüncü karede birbirlerini görünce durum kesinlik kazanıyor. düşünce balonlarına bakılırsa sadece birbirlerini görmemişler, aynı zamanda birbirlerinde dünyanın en yakışıklı adamı ve en güzel kadınını da görmüşlerdir.

dördüncü karede bunun bir "ilk görüşte aşk" olduğu ortaya çıkar. çünkü, birliktedirler; el ele yüz yüze.

beşinci karede mutludurlar. bütün "mutlu aşk"lar gibi; çiçekler, kelebekler, denizin üzerine asılı bulutlar ve güneş.

altıncı karede belli ki biraz zaman geçmiştir. düşünce balonlarında ayakların suya değdiğini, hem kadının hem erkeğin muhatabını olduğu gibi gördüğünü fark ederiz. yani sıradan, hatta çirkin.

yedinci karede her şeyi anlatan yine düşünce balonlarıdır. kadın dünya güzeli, erkek hayvan gibi yakışıklıdır. ama bir farkla: bu defa herkes kendini "bişey" sanmaktadır.

sekizinci ve son karede kendini yakışıklı ve güzel sanan iki insan zıt yöne ve farklı maceralara doğru yürümektedir.