o anlatıyı bilirsiniz; atından başka bir şeyi olmayan bir adam bir gün atını kaybeder, komşular gelir, "çok geçmiş olsun komşu, bu iş çok kötü oldu, tek geçim kaynağın da gitti," derler, o da, "karar vermek için acele etmeyin, bu işler belli olmaz," diyerek sakincr karşılık verir, çok geçmez evden kaçan at geri döner, bir vahşi at sürüsünü peşine takmıştır, bunun üzerine komşuları, "haklıymışsın, şimdi bir sürü atın oldu," der ama adam, "yine karar vermekte acele ediyorsunuz," diyerek uyarır onları.
olaylar devam eder ve ana fikri, "bir şey iyi başladı diye iyi, kötü başladı diye kötü bitecek diye bir kural yoktur," olan bir hikâye ortaya çıkar.
*
arkadaş demekte sakınca görmüyorum. kendisini bir ya da iki defa görmüş olsam da arkadaşımın arkadaşı çünkü.
geçen yıl yaz gelmeden tanışmıştık. eli ayağı düzgün, kızların beğeneceği türden yakışıklı bir çocuktu. neredeyse bir yıl görmedim. bir gün bir şekilde karşılaştık. o beni tanıdı mı bilmem? ama ben benzettim. çünkü uzun, neredeyse omuzlarına gelen sarı saçları asker tıraşlı, kafasında bir kulağından başlayıp diğerinde biten bir ameliyat izi vardı. acaba o mu, dedim ama ortak arkadaşımıza sormayı hep unuttum.
bir gün tesadüfen o anlattı. muhtemelen alkol duvarını aştığı bir gece bunu tenhada kıstırıp neyi var neyi yok gasp etmişler. damarlarında dolaşan alkollü kandan da cesaret bularak karşı koymuş ve böylece olaya darp da dahil olmuş.
acile kaldırmışlar. kendinde miydi bilmiyorum ama içinde gasba uğramanın olduğu kadar darbın ruhuna da tevarüs eden acısının olduğuna eminim. muhtemelen kayıplarından olduğu kadar kırılan gururu yüzünden de acı çekiyordu.
acildeki doktor kafatası röntgeninde olmaması gereken bir şeyleri fark edip onu beyin cerrahiye yönlendirmiş ve olaylar gelişmiş. beyninde ur olduğu anlaşılmış. tedavi süreci ve ameliyatlar derken başka türlü erkenden fark edemeyeceği bir gidişata dur deme şansı bulmuş.
ne dersiniz? belki de, "bir şey iyi başladı diye iyi, kötü başladı diye kötü bitecek diye bir kural yoktur," diyenler haklıdır.
belki de, o olmazsa yaşayamam dediklerimizin gidişinden sonra salya sümük ağlarken başlar asıl hikâye.
olaylar devam eder ve ana fikri, "bir şey iyi başladı diye iyi, kötü başladı diye kötü bitecek diye bir kural yoktur," olan bir hikâye ortaya çıkar.
*
arkadaş demekte sakınca görmüyorum. kendisini bir ya da iki defa görmüş olsam da arkadaşımın arkadaşı çünkü.
geçen yıl yaz gelmeden tanışmıştık. eli ayağı düzgün, kızların beğeneceği türden yakışıklı bir çocuktu. neredeyse bir yıl görmedim. bir gün bir şekilde karşılaştık. o beni tanıdı mı bilmem? ama ben benzettim. çünkü uzun, neredeyse omuzlarına gelen sarı saçları asker tıraşlı, kafasında bir kulağından başlayıp diğerinde biten bir ameliyat izi vardı. acaba o mu, dedim ama ortak arkadaşımıza sormayı hep unuttum.
bir gün tesadüfen o anlattı. muhtemelen alkol duvarını aştığı bir gece bunu tenhada kıstırıp neyi var neyi yok gasp etmişler. damarlarında dolaşan alkollü kandan da cesaret bularak karşı koymuş ve böylece olaya darp da dahil olmuş.
acile kaldırmışlar. kendinde miydi bilmiyorum ama içinde gasba uğramanın olduğu kadar darbın ruhuna da tevarüs eden acısının olduğuna eminim. muhtemelen kayıplarından olduğu kadar kırılan gururu yüzünden de acı çekiyordu.
acildeki doktor kafatası röntgeninde olmaması gereken bir şeyleri fark edip onu beyin cerrahiye yönlendirmiş ve olaylar gelişmiş. beyninde ur olduğu anlaşılmış. tedavi süreci ve ameliyatlar derken başka türlü erkenden fark edemeyeceği bir gidişata dur deme şansı bulmuş.
ne dersiniz? belki de, "bir şey iyi başladı diye iyi, kötü başladı diye kötü bitecek diye bir kural yoktur," diyenler haklıdır.
belki de, o olmazsa yaşayamam dediklerimizin gidişinden sonra salya sümük ağlarken başlar asıl hikâye.