iki bin on bir sonbaharıydı.
bir sabah uyandım. bir gün belki bir şey yazarım umuduyla hem de bir kaç tane aldığım defterlerden birini diğerlerinden ayırıp yazı masasına koydum.
yaklaşık bir saat sonra masaya oturduğumda defteri önüme aldım. ilk sayfasını açarak, "seni tanımadan önce dinlediğim şarkılar" yazdım. bunu yaparken, hem yapmak istediğim şeyi hem de bülent somay'ın
şarkı okuma kitabı'nın bu şey için bana ilham verdiğini biliyordum.
sonraki bir kaç ay boyunca aklıma geldikçe, hatırladıkça şarkılar anlattım orada.
brothers in arms, deliler, don't fear the reaper, dokun bana, cadı, siyah beyaz, sacrifice, akdenizli kadın, ey khoda, gemiler, sen benden gittin gideli, ele güne karşı, hurricane, you can never hold back spring, son selam, gangsta paradise, dillere düşeceğiz, fragments of life...
defterin tam burasında mayıs olmuştu -güllerin iklimi- ve deftere, defterle beraber bir çok şeye "kısa bir ara" verdim. ama o "kısa bir ara" biraz uzun sürdü. öyle ki, hâlâ devam ediyor.
*
konuşma teşebbüsleri, anlatma telaşı, zamandan kazanma çabasıydı. bu sayfalara düştüğüm "
mepeüç notları"yla ortak şarkılar, ortak yanı vardı elbette. ama amaçladığım hedefe uygun olarak daha uzun, daha konuşkan notlar düştüm. içinden şehirler, filmler, kitaplar, isimler, en önemlisi "ben olan benler" geçiyordu.
söz gelimi,
brothers in arms, "bütün yazı, asma yapraklarıyla örtülü mutfak balkonu limanı gören evde cengiz aytmatov külliyatını okuyarak geçirmiştim," diyerek başlıyor, yol ve durakların sonunda denize varıyordu; "o gemi bir gün gelecek" diyen ve bizi de inandıran
ismail abi'ye...
dokun bana'nın "çok ama çok romantik" olduğunu iddia etmiş,
akdenizli kadın'dan bahsederken "modern zamanlar sadece kadın ile erkek değil, sanatçı ile sevenleri arasındaki mesafeyi azaltıp yakınlaştırmakla suretleri daha çok görünür kılıyor" diyerek hasan cihat örter savunmasına bile girişmişim. hemen peşi sıra
ey khoda bahsinde kendimle çelişmeyi göze alarak, internetin girdiği sevaplardan bahis açmış "sırf bu şarkı yüzünden bile internetin bizden aldıklarını bağışlayabilirim," demişim.
fragments of life ise, bu yüzyılın başında ankara'da olmak üzerine bir kaç sayfayı bulan bir anlatı olmuş. tıpkı
don't fear the reaper gibi...
*
defteri de, söylediğim şarkıları da unutmuşum.
deliler vasıtasıyla aklıma geldi.
sadece defteri ve şarkıları değil, şarkıları üçüncü sayfadan itibaren yazmaya başladığımı, ikinci sayfanın
mevlüt ömer'den çaldığım iki mısranın işgalinde olduğunu da unutmuşum:
"sen yaramaz bir ceylan idin ben avcı değilken/ bir köşede durmuş oyununu bitir diye beklerken"