"hiç anlamıyorum," demiştim ze.'ye. "hayatımı ziyan ettiğimi düşünüyorlar ama bir açmaza girdiklerinde ya da yola niyet ettiklerinde ilk önce benim fikrimi merak ediyorlar." bir an bile tereddüt etmedi. "çünkü senin deliliğin yalnızca kendine. düşünüp taşınıp onlar için en iyi, en doğru cevabı bulacağını biliyorlar."
evet, ze. her zaman akıllıca cevap verir. mutluysa aklı yüzünden, mutsuz ise aklı akıllılara terk edemediği içindir. ama iyi hatırlıyorum. bir ara aklını yarı yolda bırakmış, mantığını bile isteye ihmal etmişti. ve bu, bir kaç hayat kadar uzun bir süre önceydi.
karşımda oturmuş, gel-gitlerle o adamı anlatırken bunları düşünüyordum. bir adam varmış. aslında en başta hiç önemsememiş ama bir gün "olsun ne olacaksa" demiş. sonra da eski adam gitmiş ve yerine bambaşka biri gelmiş. ve bir sürü şey daha.
bir ara sustu. kahve fincanını dudaklarına götürdü. şaşkınlıkla fincanı dolduran boşluğa bakarken, "olay yerinden uzaklaş," dedim. "bir saniye bile durma. değil katil ya da maktül olmak, şahit bile yazmasınlar seni."
kahretsin!.. duymak istediği bu değil. tutunacak bir dal, beni ikna edecek bir delil arıyor. o delil en çok da kendini ikna etmek için. bu iyi. bulamamış olmalı ki sustu. telefona sarıldı. muhtemelen bir kaç mesaj gösterecekti. ama o aşamayı çoktan geçtiğimizi hatırlamış olmalı ki telefonu elinden bıraktı ve susmaya devam etti. garsonla göz göze gelmeye çalışıyor, aynısından bir tane daha isteyecek.
bundan daha iyi bir fırsata bulamazdım. uyandırmak, sonra da diğer yanına dönüp uyumaya devam etmesin diye sert yatağı göstermenin tam vaktiydi. "o akdenizli elamanla neden olmamıştı?" diye sordum.
"çünkü istemiyordum. bir an bile istemedim."
"istemediğin için de bazı şeyleri ondan esirgedin. sinemaya gidelim teklifini bile merak ettiğin bir film söz konusuysa kabul ettin."
"çünkü," dedi ve orada kaldı. oradan öteye geçemedi. sadece, "poff", dedi. ben de, geçmişe dönüp bakarken rahat etsin diye elimi tuttuğum fenerle beraber yukarı kaldırdım.
"sen akdenizli elemana nasıl davrandıysan o da sana öyle davranıyor. çünkü seni istemiyor."
tam da burada fark ettim, onun da beni istemediğini. merak etmediğini, özlemediğini, ne olursa olsun hayatında bana yer açmayacağını. aramazsam aramazdı mesela. nasıl olduğumu sormazdı. bir süredir sadece benim çabamla yakınlardaydı. tutmasam gidecekti yani. yalnızca bir tarafın çabasıyla devam eden bir şey nasıl sağlıklı olsundu? dahası, kolundan tuttuğum için yanımda duracak birini hayatımda istemeyecek kadar kendime saygım, üzerine çok güçlü bir egom vardı.
"ne oldu?" diye sordu, garson kız kahvelerimizi bırakırken. "sustun."
"sadece eski bir hikâyeyi hatırladım. senin gibi ben de cevap aldım."
bir şey demedi. hiç konuşmadan, bir dostluğun emniyetinde sessizce kahvelerimizi içtik.