30 Ocak 2025 Perşembe

hüzün az gelir ifade etmeye

bu ay okuduğum kitaplardan biriydi ergenlik ya da merhaba hüzün.

merakla, hevesle ve keyifle okudum. ergen olduğum için değil elbette. "hüzün ki en çok yakışandır bize/ belki de en çok anladığımız" diyerek, adına tav olmuş vaziyette.

bir kaçını görmezden gelirsek deneme tadında bilimsel makaleler toplamı bir kitap bu. makale güzergahında kalanlar sıkıcı olsa da denemeye göz kırpan metinler tadından yenmezdi.

bir şeyler öğrendiğimi, bildiklerimi pekiştirdiğimi düşünüyorum. söz gelimi bulimia rahatsızlığını yanlış anladığımızı, narkisos gibi bildiğimiz bir hikâyenin ergenlik üzerinden farklı -belki de en doğru- bir okumak gerektiği biliyorum artık.

sadece hüzün değil benlik, yıkım, ayna, beden, doğum, ölüm de çok geçiyor bu kitapta.

"ergenlik, ikinci doğumdur. aynı zamanda ilk ölümdür!" diyor mesela. dönüşüm değil ölüm. üstelik bir dönemini hem çocuk hem yetişkin olarak yaşadığımız, peşi sıra ölüp başarabilirsek yeniden doğduğumuz ciddi bir süreç bu.

/yazmaya başlarken bu kadar dahi konuşmak yoktu aklımda. keyifle okuduğumu söyleyerek, ilgilisine tavsiye edecek sonra da içimde biriken üç duyguya geçecektim.

sadece öğrenmek isteyenlere değil okumaktan keyif alabilenlere de, büyümeye muktedir çocuklara, ergen ya da ergenliğe girecek çocukları olan herkese tavsiye ederim./

bu kitabı okurken ve okuduktan sonra üç duygu birikti içimde.

bir... bu kitabı kemal sayar'ın kaleminden okumak isterdim. evet, kaleminden. bakış açısı değil kastettiğim. talat parman'ın baktığı yerden şikayetim yok. hem de müthiş anlatmış, dili ve kalemi ortalamanın çok üstünde.

ama canım kemal sayar'ın araya sezai karakoç'tan bir mısra, mustafa kutlu'dan bir cümle katmasını çekti.

iki... ergenlik ne kadar zor bir dönemmiş. o dönemden çıkabildiğimiz -eğer çıkabildiysek- için şaşırmadım dersem yalan olur.

hâlâ orada takılıp kalanlar ya da kaybettiklerimiz var elbette. yine de uzanıp yanaklarınızdan öpüyorum.

üç... düşündükçe, aldığım notlara baktıkça keşke okumasaydım dediğim çok oldu. sanki, karanlık bir orman yolunda bir gençlik neşesiyle yürürken birisi cinli, perili bir hikâye anlatmış gibi hissediyorum.

ne vakit bir çıtırtı duysam cinler, periler gelmiş gibi ürperti dolaşacak bedenimde.

26 Ocak 2025 Pazar

ben versus sen

seyyidhan kömürcü, "seni ben/ durup dururken değil/ içinde sıkıldığım bir yeryüzü/ içimde sıkılan bir yeryüzü var/ diye diye icat ettim sevgilim"* dedikten sonra konum bildiriyor.

"ben
hevesim kursağımda burada
buralarda

sen
mucidini öldüren her icat gibi
ne işe yaradığını bilmeyen bir alet gibi
orada oralarda"


*: hatırlamayı unutmak

23 Ocak 2025 Perşembe

dakika ve skor

"Yazar olmak istiyordum, akademisyen değil. Ama o öğleden sonra, okyanusa bakan bir otoparkın gümbürtülü teneke tentesinin altına oturmuş, kahvaltı sırasında kafeteryada hazırladığım fıstık ezmeli sandviçleri yerken, New England'ın bu aşkınsalcı "yaratıcı yazarlık" kültürü karşısında kesin bir hayalkırıklığına kapıldım. Bu yazma atölyesinin de dahil olduğu bu kültürde, akademik edebiyat incelemesi bir yazarın kendini biçimlendirmesi açısından kötü bir şey sayılıyordu. "Ne yönüyle kötü?" diye düşünmeye başladığımı fark ettim. Ya da tam tersini konuşacak olursak, bir yazarın ambarda yaşayıp yazarlık öğrencileri dışında kimse tarafından okunmuyormuş gibi görünen öykü yazarlarının yazdığı öyküleri okumasının nesi direkt doğru sayılıyordu?"*


*: elif batuman, ecinniler 

20 Ocak 2025 Pazartesi

"benim güzel hatalarım var"

eğer çocukluğuma dönme şansım olsaydı, -ki değil çocukluğum, hiç bir geçmişe dönmeyi istemem- okulda başarılı olur, tanrının ve insanların koyduğu kurallara da uyarsa iyi bir insan olacağını, iyi insan olunca da mutlu biri olacağını sanan o küçük çocuğa "hata yapmaktan korkma" derdim.

insanın içindeki boşlukla, hatasıyla, eksiğiyle insan olduğunu söyler, daha iyi anlasın diye ünlü müzikolog john cage'in öğrencisine verdiği öğüdü tekrar ederdim:

"şu ana kadar mükemmel çaldınız bundan sonra daha da ileri gidin ve bir kaç hata yapın."

17 Ocak 2025 Cuma

günün sorusu: eşik

insanlar ne zaman ve neden kendileri olmak yerine muhatabının kendisinde gördüğü kişi olmaya başlar?

15 Ocak 2025 Çarşamba

son kahraman

nazan öncel, yıldız tilbe, lale müldür, ayşe şasa, didem madak ve hatta aslı serin'den oluşan bir listem var benim.

onların güzelliklerine iman ederim. hem cesur hem kahramandırlar. dokundukları her şey altın tozuna dönüşür. akıllı yaşamaktansa deli yaşamayı seçmişlerdir.

en önemlisi de, hem cenneti hem cehennemi görmüşlerdir. üstelik aynı anda.

sanırım bu listeye farah zeynep abdullah da dahil oldu.

kelebeğin rüyası (2013) ile görüş alanıma dahil olduğunda onda gördüğüm soylu hava beni çok etkilemişti. oyunculuğu ise filmdeki herkesten daha iyiydi. dayanamamış, türk işi bir anna karenina söz konusu olsaydı adayımın o olduğunu seslendirmiştim.

benimle bu fikri paylaşan başkaları da olmalı ki, çok geçmeden kostüme bir dizide, kurt seyit ve şura'da şura oluverdi.

herkes gibi ben de bir küçük eylül meselesi (2014) tarzı bikinili, dekolteli, ideal ölçülü ideal dizi oyuncusu olmasını beklerken onun hatrına bir süre tahammül ettiğim masumiyet apartmanı dizisinde sıradan bir karakter çıktı seyirci karşına. sıradan ve yayvan.

/hakkını teslim etmeliyim. o dizide beni asıl etkileyen aşk, meşk, flört meselesini halledip iki baş rolü ilk bölümde evlendirmeleriydi.

biliyorum dizinin bambaşka dertleri vardı ama bu bahis de en az bir sezon götürürdü diziyi./

bergen'i tam da bergen gibi oynaması yeteri kadar takdir edilmediyse sivri dili yüzündendir. çünkü baştaki listeye kendisini dahil eden haller de en çok dili belasına.

dokuz köyden kovulmayı göze alarak 'yılmaz güney putu'na saldırdı mesela. tepki alacağını bile bile görmezden gelinen yılmaz güney gerçeğini gözümüze soktu.

/sinemasına kimsenin sözü yok. ama gösterilmeye çalışıldığı gibi fikirleri yüzünden yurdundan uzakta ölmek zorunda olan biri de değil.

sinemasal yeteneğinin yanında, ataerkil kodları kıramamış, kadına şiddet uygulayan bir maço, bir gazinoda yumurtalık ilçe hakimini vuran ve on dokuz yılla cezalandırılan, beş yıl sonra da yurt dışına kaçan bir katil./

yalan yok bunu yapan o kızı sevdim. en son aforoz edilmeyi göze alarak dizi piyasasına çomak sokunca da söylemek istedim.

12 Ocak 2025 Pazar

paralel evrenler: on sekiz

biri antik yunan, diğeri modern amerikan.

geçmişten gelen tarihçi ve asker, günümüzdekinin yazar ve sinemacı yazıyor kartvizitinde.

aradaki iki bin beş yüz yıla rağmen aynı dertle dertleniyorlar yine de.

*

"hikâyeler, yalnızca onları nasıl anlatacağını bilen insanların başından geçer. (tukididis)"

"belki de yaşantılar, onları yaşayabilecek olanlara sunarlar kendilerini. (paul auster, new york üçlemesi)"

8 Ocak 2025 Çarşamba

gözyaşı

şehrin en kalabalık caddesine bu unvanı kazandıran sıra sıra camekanlardan taşan ışıklar ve tabelaların neon ışıkları içinde bulunduğu taksinin başını yasladığı camını aştıktan sonra yüzünde bir görünüp bir kayboluyor, her görünüşünde yüzüne kıvrıla kıvrıla sümük yoluna inen bir yakamoz bırakıyordu.

6 Ocak 2025 Pazartesi

gassal (2024)

hayır, gassal övmeye gelmedim. övecek kadar çok sevmedim çünkü. ama yerecek kadar da kötü değil.

iyi bir fikir. sıradan hayatlardan da anlatı çıkabileceğini cümle aleme gösteriyor. dizi yapmak için manken ölçüsünde başrol oyuncularına, her sahnede değişen pahallı ve dekoltesi çok kıyafetlere, parlak ışıklara, geniş salonlara, mafya bağlantılı tiplere, yasak ilişkilere, iki saati aşan sürelere, hatta istanbula gerek yok diyor.

diğer yandan, diyalogların kötülüğü güzelim senaryoyu berbat etmiş. woody allen tarzı gevezelikleri geride bırakmış bir izleyici olarak diziyi çok konuşkan buldum. her cümlede mizah arayışı, taşı gediğe koyma çabası da komik falan değil. mizahın keskin nişancı tüfeğine benzeyeni makbüldür oysa. tek kurşun hakkın vardır, atar vurursun. aksi takdirde, av tüfeğinden çıkan onlarca saçmadan bir kaçının hedefi bulması gibi olur. bu da hiç komik değil.

mizah denemeleri ve yanından eksik olmayan hüznüyle bana after life dizisini hatırlattı bana. absürd diyecekleri de varoluşçuluk ya da başkaldırı felsefesi başlıklı kitaplarla döverim. en iyisi ne siz yorulun ne de ben. gidin "güzel olamayacak kadar gerçek bir web dizisi" öcüler'i izleyin.

övgüyle karşılanan, bölüm sonlarına eklemlenen müzikler ise bu coğrafyanın bir gerçeğine hakkını teslim etmekten başka bir anlam ifade etmiyor benim için. fikir olarak da icra olarak da özel bulmadım.

başrol oyuncusunu hiç ummadığım kadar başarılı bulsam da onu görmeye tahammül edemiyorum. tipinden hoşlanmıyorum, komik de bulmuyorum ama hatırda kalacak bir iş çıkardığı kesin.

ama yan roller... tadından yenmiyor.

/ikinci perde/

ne denli kamplaşmaya teşne bir toplum olduğumuzu bir defa gördüm bu dizi sayesinde. sokak, aile toplantıları, çay ocakları, yeni nesil kahveciler, bekar evleri, kermesler, üniversite kampüsleri ne durumda bilmem ama sosyal medyada bir dizi yüzünden kavga edebilecek insanlar var.

trt dizisi diye çamur atanlar gördü bu gözler. leyla ile mecnun da öyleydi. hatta arşivde gezinirken keşfettiğim parmak damgası da.

blutv dizisi olsa, iran'dan çıksa üzerine makaleler yazacak, izlemeyene küsecek tipler öyle bir burun kıvırıyor ki şaşarsınız.

başrol oyuncusunun bir kadına şiddet vakasının faili olduğundan dem vuranlar, uyuşturucu ve alkol etkisinde araç kullanmakla bir aileyi yok eden, yalan beyanla kolluk kuvvetlerini kandıran ama ne hikmetse korona bahanesiyle 'serbes' kalan bir katilin dizisini bayram havasında izliyorlar ama. çünkü biri mahalleden arkadaş, diğeri öteki çarşıdan.

adım gibi eminim: bu dizi mahalleden arkadaşlarının işi olsaydı albert camus'nun yabancı'sı ile başlayan eleştiriler okuyor, girizgahını ezberliyorduk: bugün annem öldü. belki de dün, bilmiyorum.

ortalık "ay, tıpkı meursault!" nidalarıyla inliyor, "kim daha yabancı?" tartışmaları bitmek bilmiyordu.

iyisi mi ilk aklıma geldiği gibi bitireyim, yoksa söz uzayacak: "diziyi çeken onur ünlü olsaydı övgüden ortalığı yıkardınız. tıpkı, bir ara ishal olmuş gibi peş peşe çektiği filmlere yaptığınız gibi."

oysa hem onur ünlü'yü hem ah muhsin ünlü'yü sever sayarız.

/üçüncü perde/

biliyor musunuz? ben bu ikiyüzlülükten çok sıkıldım. sadece halkımızın kamplaşmaya teşne yapısından değil.

/dördüncü perde/

aslında, kültürel iktidar bahsi için şartlar müsait.

ama canım istemiyor.

1 Ocak 2025 Çarşamba

dua

"bana üflediğin ruhu nergislere vermek istiyorum allah'ım
kurtar beni anlam denen kuytudan."*


*: cengizhan konuş