30 Aralık 2022 Cuma

sonsöz yerine

"yazmamız lazım," diyen ahmet güntan'a katılıyorum.

"yazarak direnmek lazım, kimsenin yazılmasını bizden beklemediği, kimsenin okumadığı metinlerimizi çoğaltmak lazım, çünkü kimseyle paylaşmadığımız bilgi önce bizde ölür."

eskiden tarihçiler, öğrendiklerini unutmamak için eşlerine anlatırmış. öyle ki, 'tarihçi eşlerinin çilesi' diye bir kavrama neden olmuş bu durum.

biliyorum, ne ben tarihçiyim ne siz tarihçi eşi. ama ben yeni yılda da burada olacağım.

kolaylıklar dilerim.

25 Aralık 2022 Pazar

dakika ve skor

"Teresa'yla ne zaman konuşmaya dalsak yüzlerimiz seslerimizinkinden daha önemli ve incelikli bir sohbete girişmiş gibi geliyordu bana. Yüzü müthişti; dönüşümlü olarak çok genç ve çok yaşlı görünüyordu; gözlerini fal taşı gibi açtığında çocuğa benziyordu, dikkatini toplayıp kısarak baktığında ise gözlerinin dış kenarlarındaki ince kırışıklıklar görmüş geçirmiş biri gibi gösteriyordu onu. Bir anda daha genç veya daha yaşlı, olduğundan daha masum veya daha tecrübeli görünebildiğinden kendisine ne söylenirse söylensin geçiştirebiliyordu. Diyelim ki bir filmdeki belirli bir sahneye gereğinden fazla anlam yüklediğini söyleyecek olsanız, gözlerini kocaman açıp size öyle masum bakardı ki yaptığınız çıkarım yüzünden kendinizi suçlu hissederdiniz; onu bir konuda toy davrandığı için eleştirseniz, gözlerini kısarak bakışı öyle bir engin tecrübenin göstergesi olurdu ki eleştiri anında sizin üzerinize dönerdi. Gözleri saptırabilir veya yansıtabilir veya alaya alabilirdi, ardından kocaman gülümsemesi ile kendisine yönelik iddiaları bir anda yüce gönüllülükle affeden yepyeni bir sayfa açardı."*


*: ben lerner, atocha'dan ayrılış

19 Aralık 2022 Pazartesi

diziler, kitaplar ve ben

bu ara, the peripheral adlı diziyi izliyorum. henüz dördüncü bölümü bitirdim. fikrim sonra değişir mi bilmiyorum ama ayırdığım zamana değer. bir jeneriği var ki, dizi, "jeneriğini atlamadan izlediğim diziler" listesine yukarılardan girdi bile.

dizinin asıl zamanı iki bin yirmi dokuz. ya da ben öyle sanıyorum. karakterler küçük bir amerikan kasabasında yaşıyor. kablolar ve kafalarına taktıkları ve beyin dalgalarını algılayan başlıklar vasıtasıyla sanki gerçekmiş gibi bilgisayar oyunlarına dahil olabiliyorlar.

onlardan biri aslında oyun değilmiş. esas kız oyun oynuyorum sanırken, altmış yıl sonrasının londra'sına gidiyormuş.

o gidişlerin birinde, geriye dönmeden hemen önce polise yakalanmamak için oyundaki -ya da altmış yıl sonrasının londra'sındaki- arkadaşıyla öpüşmek zorunda kaldı. ama ne öpüşmek.

sonra da oyundan çıktı. kabloları ve başlığı çıkarmış yerinden kalkıyordu ki öpüşmenin görüntüleri zihnine doluştu. önce hareketi yavaşladı, sonra kendini geriye attı. gözlerini kapattı...

andan kopamamıştı. eteğine takılan böğürtlen dikenleri gibi onu önce durdurmuş, sonra geriye çekmişti. ya da o, o anı ve hazzı tekrar etmek istemişti.

tam burada yıllar evvel okuduğum bir anlatıyı, milan kundera'nın yavaşlık'ını hatırladım. özetle, hızın düşünmeye düşman olduğunu anlatarak başlayan, peşi sıra politika, haz, seçilmişlik gibi kavramlara temas eden bir metindi.

düşünmek isteyen ya da düşünen bir insanın farkında olmadan hareketlerini yavaşlattığını, düşünmek istemeyen ya da düşüncelerinden kurtulmak isteyen insanların ise hızlandığını söylüyordu.

bunu okuduktan sonra, "sevgilinle vedalaştıktan sonra geriye bak," dedim insanlara.

"eğer orada durmuş çektiği acıya rağmen gidişini izlemiyorsa ilişkinizi gözden geçir. eğer hızla ters istikamete doğru yürüyorsa önce sen terk et. zira, bir an önce senden, üzerinde bıraktığın etkiden kurtulmak istiyordur ya da ikinci bir randevusu daha vardır. belki de eşi ve çocukları..."

17 Aralık 2022 Cumartesi

cevap hakkı

bu konuda yalnız olmadığımı biliyorum ama söyleyeceğim: denkliklere bayılıyorum.

elias canetti geldi, bir süre önce "körleşme'yi okuduktan sonra büyük bir heyecanla satın aldığım elias canetti külliyatını geriye dönüp tamam etmeyeceğimi biliyorum mesela," dediğimi duymuşçasına cevabı yapıştırdı:

"kitaplar vardır, yirmi yıl yanınızda taşımış, okumamışsınızdır; hep el altında bulundurmuş, kentten kente, ülkeden ülkeye sizinle alıp götürmüş, pek fazla yer olmasa da özenle sarıp sarmalayarak bavulunuza koymuşsunuzdur. bavuldan çıkarıp alırken yaprakları belki karıştırırsınız şöyle, ama bir tek satırını bile baştan sona okumaktan dikkatle sakınırsınız. derken yirmi yıl geçer aradan, bir an gelir, sanki çok büyük bir baskıya karşı duramayarak ansızın böyle bir kitabı baştan sona bir solukta okuyup yutmaktan başka bir şey yapamazsınız, bir vahiy gibi gelir size okuduklarınız. o zaman, kitabı okumaktan o bir sürü kaçışların anlaşılır nedeni. okumadan kitabı uzun bir süre yanınızda bulundurmanız gerekmiştir; kitabın yolculuğa çıkması, uzamda bir yer tutması, bir yük oluşturması gerekmiştir. ama yolculuğun son durağına ulaşılmıştır artık, kendini açığa vurma zamanı gelip çatmıştır, sizinle suskun yaşadığı yirmi yılın üzerine saçar ışığını şimdi. bir zamanlar suskun durmasaydı, söyleyeceği o kadar çok şey de olmazdı."*


*: marakeş'te sesler, cem yayınevi (s:117)

14 Aralık 2022 Çarşamba

bir masada iki kişi: tekrar okunanlar

çayından son bir yudum aldı, masaya bıraktığı fincanı parmak uçlarıyla ortaya doğru itti. bir süre camdan dışarı, belki de apansız bastıran yağmurda ıslanmamak için koşuşan insanlara baktı. bakışlarını oradan alıp az önce masanın ortasına doğru ittiği fincana verirken konuşmaya başladı:

- en çok yeniden okuduğunuz kitap, karamazov kardeşler ya da fransız teğmenin kadını o zaman.

- hayır, küçük prens.

- çok eminsiniz.

- çünkü, aradaki okumaları saymasak bile doksan beş yazından iki bin on altıya kadar her doğum günümde erkenden uyanıp ilk iş olarak küçük prens'i okudum.

- iki bin on yedide neden okumadınız?

- babam öldü.

*

haberi aldığımda mutfaktaydım. tezgaha yaslanmış, telefonda abimle konuşuyordum. ki, kendisi büyük teyzemin büyük oğludur. sözü hiç uzatmadı, direkt söyledi. doğum günüme beş gün vardı. ne o yaz ne de başka zaman küçük prens okumak içimden gelmedi.

12 Aralık 2022 Pazartesi

günün sorusu: kumsal

siz hiç kar yağarken kışları unutulan bir kumsalda oldunuz mu?

11 Aralık 2022 Pazar

dakika ve skor

"Sana güçlük çıkarıyor muyum?" dedi Yuki.
Bu konuda biraz düşündüm. "Çıkarıyor olabilirsin. Ama bunun için endişe etmemelisin. Neticede ben de seninle birlikte olmaktan hoşlandığım için seninle görüşüyorum. Mecburiyetten dolayı değil. Neden acaba? Acaba neden seni seviyorum? Aramızda bu kadar yaş fark olmasına, konuşacak ortak noktamız da pek olmamasına karşın. Sanırım sen bana bir şeyleri çağrıştırıyorsun. İçimde çok uzun zamandan beri gömülü kalmış bir hissi hatırlatıyorsun. Benim on üç, on dört ya da on beş yaşlarında olduğum sırada duyumsadığım bir his. Eğer on beş yaşında olsaydım kaçınılmaz şekilde sana âşık olurdum. Bunu demiş miydim?"
"Demiştin."
"O yüzden böyle işte. Seninleyken arada bir o duygu geri geliyor. O zaman da o çok eskilerde kalan yağmurun sesini, rüzgârın kokusunu bir kez daha hissedebiliyorum. Hemen yanı başımda hissediyorum. Bu hiç de fena bir şey değil. Bunun ne kadar harika bir şey olduğunu zamanla sen de anlayacaksın.
"Şimdi de anlıyorum, söylediklerini."
"Öyle mi?"
"Ben de şimdiye kadar pek çok şeyi yitirdim" dedi Yuki.
"O zaman anlıyorsundur" dedim.*


*: haruki murakami, dans dans dans

8 Aralık 2022 Perşembe

hiçbir zaman okunmayacak kitaplar ya da gardrop

"bunların hepsini okudun mu?" sorusu gibi okunmamış kitaplar da kitaplıkların ortak kaderidir. haliyle, onlardan benim kitaplığımda da var.

zaman zaman ya da ihtiyaç duyulduğunda sayfaları aralar, kapadığımda bir defa daha kelimelere iman ederim.

murat belge'nin "başka kentler, başka denizler"inin ciltleri, atilla dorsay'ın 'yüz yıl' üçlemesi, umberto eco hazinesinin nadide parçalarından güzelliğin tarihi ve çirkinliğin tarihi, mesnevi, heradot tarihi, osmanlıca sözlük (pardon, bu yanlış oldu. sözlük bekletilmez, okunur), altyazı'nın 'resmi ve gayri resmi' sinema sözlükleri, doğu-batı'nın araftakiler ve akademidekiler sayıları,... liste uzar, gider.

ama konumuz onlar değil. buradan öncesi; 'giriş', biraz da 'gelişme'.

bir de muhtemelen hiçbir zaman okunmayacak kitaplar vardır. onlarla bir işiniz olmadığını, kitaplıkta boşuna yer kapladığını bilir ama eski bir hatıraya hürmetle artık olmamaları gereken bu yerdeki varlıklarına razı gelirsiniz. ama ilk fırsatta kurtulmak üzere.

körleşme'yi okuduktan sonra büyük bir heyecanla satın aldığım elias canetti külliyatını geriye dönüp tamam etmeyeceğimi biliyorum mesela. yine, ayrıntı'nın 'ağır kitaplar'ından sona kalan bir kaç tanesi hiç mi hiç ilgimi çekmiyor. kendimi tanıyorsam, biyografi ve gezi notları dışında tarihe dair bir şey okumayacağımı da biliyorum. bir zamanlar ilgimi çeken, otuzlu yıllardaki ulusçuluk akımı artık umrumda bile değil. uzak doğunun güneşi japonya da öyle. sevenleri bağışlasın ama türk dili dergisinin özel sayıları da. oysa kaç sahaf dolaşmış, eksikleri tamam etmek için ne diller dökmüştüm.

bu yanıyla kitaplıklar gardropları hatırlatıyor bana. alış veriş yaparken aklımızda olmayan bir şeyi deneriz ve nedense yakışmış gibi hissederiz ya hani.

bir yandan da tarzımız olmadığı için hiçbir zaman giymeyeceğimizi içten içe biliriz ama yine de alırız. çünkü aynada gördüğümüz o kişi olmak isteriz. aradan biraz zaman geçtikten sonra bir zamanlar aldığımız o tuhaf 'şey'i deneriz ve aynaya bakınca gördüğümüz adamı tanıyamaz, o 'şey'in hiçbir zaman tarzımız olmadıgını anlarız.

3 Aralık 2022 Cumartesi

inat

"mutluluk nedir?" sorusuna bir lise öğrencisi olarak verdiğim cevaba, "tıpkı cumartesi öğleden sonrası gibi gerginlikten uzak olmaktır," cevabına hâlâ inanıyorum.