iki ayda bir görücüye çıkan
notos, haziran-temmuz sayısında kapağını oğuz atay'a ayırıp, yirmiden fazla yazar ve eleştirmeninin oğuz atay'ı, edebiyatını ve
tutunamayanlar'ı ele aldığı kapsamlı bir dosya hazırlamış.
semih poroy'un oğuz atay'ın dünyasını resmettiği özel çizimlerle süslenen dosyanın sunuş cümlesi ise
demiryolu hikayecileri-bir rüya başlıklı oğuz atay öyküsünün ünlü
"ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin?" cümlesi.
biliyorum buraya kadar bir gariplik yok. köpek adamı ısırmadığına göre, neden bu bahis?
geliyorum...
her şey kurallara uygun ilerlerken, şavkar altınel (bu vesileyle kendisinin
iki bin on bir-erdal öz edebiyat ödülü'nü kazandığını, şavkar'ın manasını için sözlüğe baktığımda da -eğer müstear değilse çocuğuna bu ismi veren ebeveynlerin zihin yapısını çok merak ettim- adının anlamını öğrendim) "
oğuz atay adı aklınıza ilkin neler getiriyor?" sorusunu, yıllardır bu anı bekliyormuşçasına 'şehvetle' cevaplamaya girişmiş:
"
oğuz atay denince aklıma ilk gelen başarısızlık oluyor. yarattığı kahramanların 'tutunmak' konusundaki dillere destan başarısızlığından değil, atay'ı (ya da, daha doğrusu, okuduğum tek yapıtı tutunamayanlar'ı) sevmeyi başaramamış olmamdan söz ediyorum.
bana göre 'tutunamayanlar' bir küçük burjuva krizinin, mühendis olmanın, 'salon salamanje'lerde yaşamanın, 'bir kadınla iki çocuğun sorumlu saymanlığı'nı yapmanın hikâyesi. bunda bir sorun yok: bir flaubert bu malzemeden büyük bir roman çıkarabilirdi. ama atay, flaubert değil, çok etkilendiği belli olan modernistlerden biri de değil, her şeyden önce de 'kendisi' değil. başkahramanına 'özben' soyadını vermiş, ama içimde romanın arkasında elle tutulabilir bir 'benlik' olduğu, yazarın anlattıklarını gerçekten görüp yaşadığı duygusu yok. daha çok, bunları bir yerlerden duymuş, öğrenmiş, doğru olanın dünyaya böyle bakmak olduğuna karar vermiş gibi... tezer özlü'nün benzer krizlerden yola çıkarak yazdıklarını otantik bulup severek okumama rağmen atay gözüme sığ ve yapay görünüyor."
son demde, "
türkiye'de onca insanın başucu kitabı olan bir roman neden benim için neredeyse itici? atay adını duyduğumda bende okur, hatta insan olarak eksiklik olabileceği kuşkusuna kapılmadan edemiyorum," diyerek şehvetine gem vurmaya çalışmış ama uçak dağlara çarpalı çok olmuş.
*
mevzu oğuz atay gibi şefkat duyduğumuz biri olsa da bu yoruma diyecek sözümüz yok. çünkü düşünce özgürlüğü kadar düşünceyi rahatça ifade edebilme özgürlüğü de var.
eğer okurun sevgisini popülerlik olarak görüyor ve popüler olana çamur atma sevdasındaysa bunu anlarım; hatalıdır.
hazır ödülümü kapmışım, sivri laf edeyim de konuşulsun, demişse anlarım: insanız, hepimizin zaafları var.
ama neredeyse otobiyografi sayılabilecek
tutunamayanlar'daki yaşanmışlık hissini yoksayan birine ya "otur, sıfır!.." ya da "olmamış, yeniden çalış!" derim. üstelik aynı kişi, oğuz atay'ın bir kaç model altı ve ününü yazdıklarından daha çok yaşantısına borçlu tezer özlü'yü övüyor ise.
*
ve fırsatını bulmuşken ben de, oğuz atay türkçedeki en sevdiğim yazarlardan biri,
tutunamayanlar ise
saatleri ayarlama enstitüsü ve
kara kitap'ın peşi sıra türkçedeki en çok sevdiğim üçüncü romandır, dedikten sonra kartaca'yı değilse de putları yıkmak isterim.
erken yaşta kaybettiğimiz 'canım' oğuz atay, eminim yaşı kemale erecek kadar yaşamış olsaydı, tıpkı john fowles'ın
büyücü'süne yaptığı gibi o da
tutunamayanlar'ı gözden geçirir, 'yeniden' ibaresiyle olmasa da okura bir defa daha sunardı.
çünkü
tutunamayanlar'da bir olmamışlık hissi vardır. eğer futbol lisanıyla söylersek, oyununu henüz doksan dakikaya yayamaz. edebi manada bize haz veren anlar, yazarlığının değil, okuduğu onlarca kitaptan muhteşem hafızasına takılanların ve ilham anlarının kalemine armağan ettikleridir.
ve
saatleri ayarlama ensitüsü ve
kara kitap'ı,
gölgesizler'i hatta
dublörün dilemması'nı, tercüme olmasına rağmen nabokov'u okurken aldığımız edebi hazzı
tutunamayanlar'da ancak zaman zaman alırız. kaldı ki, meftunları arasında bile, ilk denemede
tutunamayanlar'ı yarıda bırakanlar çoktur.
edebi haz derken, maceranın heyecanlı ve sürükleyici oluşunu, kitapta kendimizi bulmayı, kahramanla empati kurmayı kastetmiyorum elbette. çünkü
tutunamayanlar'ın kıymeti tam da buradan geliyor; bize tuttuğu aynadan...
o kitapta kim kendini bulmadı ki? kim tıpkı ben, sanki benim ruhumu anlatmış demedi?
ben
tutunamayanlar'ı kahramanlarının cazibesi yüzünden, satır aralarında kendimi görür gibi olduğum için seviyorum. yoksa objektif bir değerlendirme yapıldığında, edebi beğenisine itimat ettiğim ettiğim bir çok kişinin de dediği gibi 'atay romanları'nın en iyisi tartışmasız
tehlikeli oyunlar'dır.
*
ne olurdu sanki, ömrü biraz daha uzun olsaydı ve
türkiyenin ruhu'nu yazabilseydi. o zaman bunları tartışmıyor olurduk.
türkiyenin ruhu da 'canım oğuz'un 'yazılmamış' değil, 'yazılmış' en iyi romanı olurdu.
*kartacayı yıkalım(cemil meriç)... meşhur romalı devlet adam ceto, yunan adetlerinin roma'ya yerleşmesinden şikayetçiydi. bu sebepten filozofların kapı dışarı edilmesini, roma'nın düşmanı olarak gördüğü kartaca'nın ortadan kaldırılmasını ister, bu yüzden senatodaki her konuşmasını aynı cümle ile bitirirdi: ve ayrıca şuna kaniyim ki, kartaca mutlaka yıkılmalı (carthago delenda est)...