28 Aralık 2021 Salı

günün sorusu: önce - sonra

önce heyecanlanır, ardından kızarmak, kalbin çırpınması, sesimizi yitirmek gibi bir takım bedensel tepkiler mi veririz? yoksa beynimiz verdiğimiz bu bedensel tepkilere bakar ve bu durumu heyecan olarak mı yorumlar?

26 Aralık 2021 Pazar

sokak lambaları

son günlerde sokak lambalarını düşünüyorum. üniversiteli zamanlarımdaki gibi değil ama. o zamanlar, "şehrin son sokağında son sokak feneri gibi" hissederdim kendimi ve bu şekilde hissetmenin havalı bir şey olduğunu sanırdım. şimdi ise herkes gibi olduğunu biliyorum. sıradan...

sabah olmuş, gün aydınlanmış ama nedendir bilinmez yanmaya devam eden sokak lambaları var gözümün önünde. sokakta, tren istasyonlarında, bomboş peronlarda, alış veriş yerlerinin uçsuz bucaksız park yerlerinde artık ihtiyaç duyulmadığı halde yanıp duruyorlar.

hâlâ geceymiş, varlıkları işe yararmış, saltanatlarının sona erdiğinden habersizmiş gibi yapıyorlar. 

güneş doğmak üzere veya yoğun bir sis tabakasına söz geçirmeye çalışmakta ama ışık gelmiş, geceye son vermiş. belki de güneş, sokak lambaları bu durumu kabullensinler, artık gereksizleştikleri ve sona erdikleri fikrine alışsınlar diye biraz ağırdan alıyor. 

onlar da yanmaya devam ediyorlar. görevli kapatmayı unutmuş, 'kapan' komutunu verecek bilgisayar bozulmuş ya da işlerinin bittiğini anlamayı sağlayan gün ışığı alıcılarında bir sorun var.

fakat onlara ihtiyaç yok. yanmaları gereksiz. hatta saçma. boşuna yandıkları için suçlayabilirsiniz bile. biraz komik, biraz zavallı.

hem komik hem zavallı olan her şey gibi hüzünlü.

tam bu sırada bir kadınla bir erkek görüyorum sokak lambalarının solgun ışığında. yan yana değiller. birbirleriyle ilgili de. birbirlerini tanımıyorlar bile. bu bir başlangıç olmadığı için de tanımayacaklar.

kadın yakınlarda oturuyor ve kendisini işe götürecek otobüsü bekliyor. adam ise evine dönmeye çalışıyor. aklında yatağı var. yatacak ve son gecenin uykusuzluğunu, yolların yorgunluğunu uyuyacak.

kadın ise çalışma arkadaşını düşünüyor. gülümsemesi geliyor aklına, ürperiyor. sabah serinliğinden olmadığını bir o, bir de biz biliyoruz. "bugün," diyor. "çıkıp karşısına, beni seviyor musun, diye soracağım."

bu soruyu sormaktan çok korkuyor, soramamaktan da. tıpkı alacağı cevabın, "evet" olmasından korktuğu gibi. ve "hayır" olmasından.

sonra sokak lambalarını fark ediyor. kendilerini hiçe sayan gün ışığına hâlâ direniyorlar. iki ışığın birbirini dışlamadığını, birlikte var olduğu ama birbirine karışmadığını. 

18 Aralık 2021 Cumartesi

ebedi ergenlik

mustafa dayım gazetede okuduğu, özetle, "insanlık, tarihin ölçeğine vurulduğu takdirde dört yüz yılda olması gereken teknolojik gelişimi neredeyse son yirmi yılda yaşadı," diyen bir yazıdan bahsetmiş, ardından eklemişti: "ben kara sabanı gördüm. televizyon, bilgisayar, internet, cep telefonu derken, artık insanlarla mesafe fark etmeksizin anlık, görüntülü konuşabiliyorum. belki uçan arabaları, ışınlanmayı bile görürüm."

/bu burada dursun. çünkü asıl konuya henüz girmedik./

daha önce söylemiştim: kadınlar çocukluklarından itibaren kadındır, erkekler ise kaç yaşında olursa olsunlar hâlâ çocuk...

/okuru daha önce yazdıklarım konusunda uyararak dürüst davrandığım için kendime hayran oluyorum. bu yaklaşımı javier marías'tan ödünç aldım ve benim aklıma gelmiş gibi yapmadığım için kendimi yanaklarımdan öpüyorum. elbette, "uzanıp".../

sadece teknoloji değil, sosyal hayat, öncelikler, giyim kuşam ve bir sürü şey daha değişti son yirmi yılda. mesela insan ömrü uzarken hayata başlama, işe girme, evlenme, ebeveyn olmak yaşları da büyüdü. 

/sanırım "erkeklerin geçmek bilmeyen ergenlik"ini açıklamak için yeterince veri topladık. o halde son-uç'a yürüyelim:/

eski fotoğraflara ne zaman baksam, şunu fark ederim. erkekler henüz yirmi yaşına bile gelmeden yaşını başını almış adam görüntüsü kazanmışlar. "demek ki," diyorum. "o yıllarda insanlar erken erginleşiyormuş."

ve her şey gibi 'büyüme' yaşının ötelenmesi de tarihsel akışın doğal bir sonucu. on beş yaşında olması beklenen şeylerin bir süre sonra yirmi yaşında gerçekleşmesi normalleşmiş.

söz gelimi, yirmili yaşlar gençlik sayılırken, otuzlu yaşlar da gençlik sayılmaya başlanmış. hatta kırklarında olup, "gencim, güzelim o halde neden 'kırmızı converce' giymeyeyim" diyen perçemli kadınlarla dolu etraf. diğer tarafta da, vücutlarını saran lila rengi tişörtlerle güneş gözlüklerinin arkasına saklanan abiler, amcalar.

ama mustafa dayımın bahsettiği yazının da işaret ettiği gibi her şey o kadar hızlı gelişti ki son dönemde erkekler ergenlikten çıkma şansı bulamadılar.

tam çıkacakken bir baktılar ki, bir kaç sene daha aile evindeki odalarından çıkmasalar da olur. yeni eşik geldiğinde yine aynı şey oldu. yine. yine. tıpkı zenon paradoksu'na döndü bu süreç.

hayır, "hedefe atılan bir ok asla hedefe ulaşamaz," diyen değil, "bir tavşan önündeki kaplumbağayı asla geçemez," diyen.

/çünkü tavşan kaplumbağanın bulunduğu noktaya gelinceye kadar kaplumbağa yol alır. tavşan yeni noktaya gelinceye kadar biraz daha yol alır. biraz daha. biraz daha.../

bu yüzden tabiatın tanıdığı hakla dede olabilecek yaştaki insanlar hâlâ ergen ergen dolaşıyor ortalıkta. adı da "geçmek bilmeyen ergenlik" oluyor.

12 Aralık 2021 Pazar

atışma - on dokuz

son dönemin en amerikalı yazarı paul auster'ın "belki de yaşantılar, onları yaşayabilecek olanlara sunarlar kendilerini…"* dediği yerden devam ediyor filozof- şair oruç aruoba:

"Neyi ki yaşarız, onu ölürüz
 - öldüğümüz de, hep, yaşadığımızdır."**


  *: new york üçlemesi
**: de ki işte

10 Aralık 2021 Cuma

tehlikeli şiirler - elli beş

tehlikeli şiirler okuyalım leyla
kostantinos kavafis'ten bir şiir* mesela

Birdenbire, gecenin yarısında 
can alıcı müziklerle, seslerle geçen 
görünmez çalgıcıları duyup da 
artık talihin bitti diye, yaptıkların 
çöküverdi; kanıtlandı diye 
hayatının sahteliği, sakın ağlama. 
Çok önceden hazır gibi, bir yiğit gibi, 
Vedalaş, uzaklaşan İskenderiye ile.

Hele, hiç aldatma kendini 
bu bir düştü, yanlış işittim deme 
aşağılanma böyle boş umutlar içinde. 
Çok önceden hazır gibi, bir yiğit gibi 
böyle bir kente yaraştığını belli edercesine, 
güvenli adımlarla yaklaş pencereye 
ve coşkuyla dinle, ama korkakların 
yakınmaları, yakarmalarıyla değil, 
yüreğinin derinlerini açarak bu gizemli çalgılara 
dinle canalıcı sesleri 
Ve yitirdiğin İskenderiye’ye, elveda.


*:tanrı antonius'u bırakıyor

8 Aralık 2021 Çarşamba

az

bazan düşle gerçek, hayalle hatıra karışıyor, insan anlatırken hangisi olduğuna karar veremiyor. o yüzden rüya diyelim.

/rüya demişken; dün gece nefis bir rüya gördüm. bakmayın siz benim "nefis" dediğime, sıfat seçecek olsam "ferah" derdim.

güzel bir yaz gününde, kumsalla evler arasında sınır çizgisi gibi duran bir yolda yürüyordum. yolda başkaları da vardı ama biz iki kişiydik. muhtemelen denize gidiyorduk. biraz ötedeki bir kumsala galiba. yanımda ise bana abi demesinden en çok gurur duyduğum kişi vardı. 

yol beyazdı. pamukkale'deki travertenlerin eski halleri kadar beyaz. beyazlığın, söz gelimi karı değil de travertenleri aklıma getirmesi de tabana yapılan mavi desenler yüzünden. yol dümdüz ama ressamının verdiği derinlikle travertenlerde yürüyor hissi veriyor insana. 

diğer yandan güzelim iznik çinileri aklıma geliyor baktıkça. belki de bir sicilya seyahatinden ya da endülüs gezisinden alıp getirdim. bilmiyorum./

ze. ile konuşuyoruz. konu oraya nasıl geldi bilmiyorum. ama düşündükçe anladım konu oraya gelecekti. ya da konunun oraya gelmesi gerektiğini. bakışlarında o ana kadar hiç rastlamadığım bir ifade gördüm. gitmesinin ya da gitmemin -hem ne fark eder ki- vakti gelmişti. "ben buna razı değilim," dedim.

"çünkü, ben senin nasıl sevdiğini tecrübe ettim. sen seversen ancak öyle seversin. bu ise sevmek değil. kaldı ki, ben aza, bu kadarına razı gelmem."

5 Aralık 2021 Pazar

pide

arkadaşım karadeniz kenarında büyük bir şehirde yaşıyor. bilmeyenler için söyleyeyim: karadenizin bir çok yerinde, isterseniz içini, başka bir deyişle hamur dışındaki malzemeyi evde hazırlar, sonra da hazırladığınız bu içi bir fırına götürüp pide yaptırabilirsiniz.

aramış, farketmemişim. o da telefonumun sessizde olduğunu tahmin ettiği için peş peşe mesaj atmış.

eşinin hazırladığı malzeme ile fırına gitmiş meğer. beklerken de, işi başından aşkın, canı burnunda iki çalışanın muhabbetine şahit olmuş.

"hakkı kuşbaşı pide mi istemiş?"

"bilmiyorum. ama öyle herhalde. bu arada hakkı kim?"

"tanımıyorum."

"ben de tanımıyorum."

kendimi tutamadım ve gülmeye başladım. sonra aklıma sen geldin, daha da çok güldüm.

"vnf. burada olsaydı," dedim. "hakkı benim, derdi. ayrıca pideler kuşbaşı değil, kıymalı-yumurtalı olacak, diye de eklerdi."

*

haksız sayılmaz ama biraz eksik.

ben olsam, " pideler kuşbaşı değil, kıymalı- yumurtalı olacak," dedikten sonra muhtemelen şaşkınlıkla bana bakıyor olacak o iki kişiye gülümser, "şaka yapıyorum," derdim. "vejetaryen olmasın da neli yaparsanız yapın."

3 Aralık 2021 Cuma

özel dil

ne zaman 'özel dil' mevzu bahis olsa ilk örneğim ağır roman'dır. ama ihsan oktay anar'ın kendine has bir lisanla inşa ettiği, sonra da okuru elinden tutup dolaştırdığı masal evrene hayranlığımı inkar edemem.

sene iki bin on bir... semih gümüş bir soruyla, o 'özel dil'in kaynağını ortaya çıkarıyor.

*

- türkçeyi büyük bir zenginlikle kullanıyorsunuz. kimileri dilinizin osmanlıca olduğunu sanıyor. bence kesinlikle bir kalıba sokulamaz. eski sözcüklerle örülü bu dil, yalnızca özel bir dil. ihsan oktay anar'ın özel bir dil yarattığını, dolayısıyla bir dil kalıbına dökülemeyeceğini düşünüyorum. siz ne dersiniz?

- "özel dil" kesinlikle geçerli bir deyiş, dilerim ki benim için de doğrudur. sokaktaki insan (ama her sokaktaki değil, varoşlarda ve ara sokaklarda) dili daha etkili kullanıyordu. artık pek kalmadılar. bunlar klasik argonun mucitleriydi. kelimelerin anlamları yanında etkileri de olduğunu, kime "eşek", kime "merkep" denileceğini biliyorlardı. disipline verilen öğrencisinden hapse atılan kabadayısına kadar baskı altındaydılar ve hepsi ayaklarını yere sağlam basmak zorundaydı. ağızlarından çıkacak bir tek söz bile onların kaderi olurdu. bu yüzden yakın tarih dersinde kopya çekmek veya bıçak kullanmakta olduğu kadar, dilde de usta oldular. hepsi dili "öttüren" adamlardı. bir ölçüde onlar içinde yetiştim. anlattığı dini hikayeler dinleyenleri ağlatınca keyiflenen babam, dayım kocamustafapaşalı arap ihsan'dan (ihsan kömeç), izmir-basmane doğumlu eniştem caner savtur'dan, huzur satranç kahvesi müdavimlerinden, sivas temeltepe er eğitim tugayı bando takımı'nın sabık er trompetçisi, kolordu marşını üflemekle övünen, boş arsalarda futbol oynarken âni hareketlerinden dolayı âni lakabıyla mulakkab kurtuluş özlü'den öğrendiğim şeyler az değildir.

1 Aralık 2021 Çarşamba

bir masada iki kişi: kötü

çayından son bir yudum aldı, masaya bıraktığı fincanı parmak uçlarıyla ortaya doğru itti. bir süre camdan dışarı, belki de apansız bastıran yağmurda ıslanmamak için koşuşan insanlara baktı. bakışlarını oradan alıp az önce masanın ortasına doğru ittiği fincana verirken konuşmaya başladı:

- çok kötüsün!..

- bütün kızlar böyle der bana.

- ama...

- içten içe bu durumdan memnun olduklarını düşünüyorum. bir çeşit iltifat yani.

- değil.

- "gerçekten kötü biriysem, daha da kötü olmanın mahsuru yok," diye düşünürüm o zaman. al sana özgürlük.

*

ilki olduğunu biliyordum. bunu bilmenin beni daha kötü yaptığını da...