robert m. pirsig'in kült romanı.
ya da salman rushdie'nin deyişiyle "robert pirsig'in zen çoksatarı"*.
ve de, uzunsatarı...
*
insanlık, tarih on dokuzuncu yüz yıldan yirminci yüz yıla taşınırken nasıl da umut doluydu. avrupa'nın büyük devletleri arasında dostluk havası yaşanıyor, teknolojik gelişmelerle insan hayatı kolaylaşıyor, sanat ve kültür dünyasında modernizmin etkisiyle yeni sanat biçimleri boy atıyor ve sanat, edebiyat, moda ve tasarım alanlarında yeni akımlar doğuyordu.
belle époque adı verilen bu "altın çağ", çok geçmeden birinci dünya savaşıyla son bulacak, ikincisiyle uyanınca unutulan bir rüyaya dönüşecekti.
altmış sekiz yılının paris'inde, savaş sonrası çocukları, "açlıktan ölmemeyi ancak sıkıntıdan ölmekle garanti eden bir dünyanın canı cehenneme," diyerek, sıkıştırıldıkları dar çerçeveye isyan ettiler. peşi sıra, tıpkı muhammed ali gibi 'uzak doğuda dövüşmeyi' reddeden 'çiçek' gibi çocuklar çıktı sahneye. ve bu çocuklar sayesinde batı'nın uzak doğu mistizmiyle ilişkisi doruğa çıktı.
*
tam bu sırada robert m. pirsig adındaki bir felsefeci-yazar, başlangıçta hafif bir felsefi deneme olarak yazmayı planladığı ama altmış sekiz yılında motosikletle ülkeyi baştan başa geçerek yaptığı bir geziden sonra anlatı çatısını bu gezi üzerine oturttuğu kitabı koltuğunun altında yayınevlerini dolaşmaktadır. bir gün, tam yüz yirmi bir yayıncı tarafından reddedilen kitap için bir yayıncı üç bin dolarlık standart ödemeyi yapmayı kabul eder. çünkü bu kitap ona, neden yayıncılık yapmak istediğini hatırlatmıştır. ve ilave eder: "büyük olasılıkla alacağın son para. fakat üzülme, böyle bir kitapta amaç para değildir."
pirsig itiraz etmez. çünkü kitabını para için değil bu kitabı yazmak ona, yazmamaktan daha nitelikli göründüğü için yazmıştır.
kitap yayınlanır ve best-seller listesini fetheder. bir yol romanı gibi başlayan ama daha sonra rotasını değiştiren ve okuyanlar tarafından her hangi bir türe dahil edilemeyen kitap, hem okurlardan hem de eleştirmenlerden çok olumlu tepkiler alır ve giderek 'kült kitap'a dönüşür.
neden, diye sorar pirsig ve kendi sorusunu kendi cevaplar: bu kitap, maddi başarıya karşı kültürel bir ayaklanmanın başgösterdiği bir zamana rastlamıştır. milyonlarca avrupalı köylü tüm yaşamları boyunca zenginliğin özlemini çekmiş ve sonunda kendilerinin ve gelecek soylarının bundan nasibini alacağı -amerika denen- bir dünyaya gelmişlerdi. şimdi ise, şanslı şımarık torunları tüm bu rüyayı, kötü bir şey olduğunu söyleyerek suratlarına atıyordu. hippilerin kafasında tek bir şey vardı; özgürlük. fakat burada başka bir problem başlıyordu. özgürlük giderek yozlaşmaya neden oluyordu ve ne kadar eğlenceli olursa olsun, bunu yaşam boyu bir uğraş olarak sürdürmek zordu.
ve ellerinde tuttukları kitap, maddi başarıya karşı, daha ciddi bir alternatif önerir. daha doğrusu 'başarı'nın anlamını salt iyi iş bulmak, toplumun uygun gördüğü evlilik ve sorunlardan uzak durmaktan daha geniş boyutlara taşır.
*
eleştirmenelere göre roman, otobiyografi, felsefi deneme arasında gidip gelen bu metin, adsız bir anlatıcının oğlu chris ve iki arkadaşıyla (john sutherland ve karısı sylvia) on yedi günlük bir motosiklet yolculuğunun öyküsü olarak başlar. daha sonra anlatıcı, "çoğu zaman öyle bir acele içindeyizdir ki konuşmaya fırsatımız kalmaz. sonuç, günden güne sonsuz bir sığlaşma ve kişiyi, zaman geçip gittikten sonra, geçen yıllara şaşmamaya ve üzülmeye götüren tekdüzeliktir," dedikten sonra bir tür chautauqua yapmaya karar verir.
chautauqua, abd'nde radyo, sinema ve televizyon yaygınlaşmadan önce daha çok ulusal bilinç oluşturmak amacıyla yapılan, insanları eğitmek, eğlendirmek, düşüncelerini geliştirmek amacıyla düzenlenen eğitici toplantılardır. öğretmen kendisi olacaktır, okuyanlar da öğrenciler...
konuşmaya, yol arkadaşlarının motosiklete bakışından bir hayat görüşü çıkartarak başlar, peşi sıra iyilik kavramını yeniden tanımlar. eski yunandan başlayarak felsefe tarihini kendine has bir bakış açısıyla yeniden inşa eder. eski yunan dediğimiz 'antik' zaman dilimine saygısı o kadar büyüktür ki, döneme dair okuyunca çok sevdiğim, önemli bulduğum bir cümle kurar: "karanlık çağ, greklerce kesintiye uğratılmış doğal yaşam tarzının devamıdır yalnızca."
yolculuk kaçınılmaz bir biçimde okuru phaedrus'la tanışmaya götürür. çünkü dıştan çok içte yol alan anlatıcının geçmişine, 'eski ben'ine uğraması kaçınılmazdır. otobiyografik yanları bol duraklarda phaedrus'un felsefik görüşlerine ve anlatıcının şimdi olduğu, oğlu ve iki arkadaşıyla motosiklet yolculuğuna çıkmış adam oluncaya kadar çektiği acılara da şahit oluruz.
bu, ne zaman sıradanlığın sınırlarını aşmaya çalışsa, hayata ve hocalarına sorular sorsa, birilerine ya da bir şeylere itiraz etse başına gelenleri anlatan ve onu elektroşok tedavisine götüren 'yol'un 'hikâyesi'dir.
tedavi işe yaramış mıdır?
"başkalarının büyük kitaplarına harcayacak zamanım ve ilgim yok," diyerek kendi kitabını yazmak için felsefe eğitimi almayı tercih eden phaedrus değil ama, tıpkı mazisinde böyle bir şok tedavisi gördüğü bilinen pirsig kendi kitabını yazmıştır.
şimdi yukarıdaki soruya cevap verebiliriz.
*
roman ve otobiyografik yanı dışında öğreten kitaplardan da olan zen ve motosiklet bakım sanatı'nda bir yığın satırın altını çizdim. anlatıcının ya da phaedrus'un bakış açısıyla da olsa başlığında "felsefe" olan herhangi bir kitapta da rastlayacağınız cümleler yerine, altı çizili satırlara phaedrus ve sorularıyla baş edemeyen hocasının yerine ona haddini bildirmek için derse gelen bölüm başkanının işlediği tek dersin sonlarını aldım.
bölüm başkanı profesörün, "biz buraya sizin ne düşündüğünüzü öğrenmeye gelmedik, aristo'nun ne düşündüğünü öğrenmeye geldik, sizin ne düşündüğünüzü öğrenmek istersek bu konuda ayrı bir kurs açarız," diyerek başlattığı son dersin sonları.
başka bir deyişle phaedrus'un hayallerinin tükendiği, geriye hiç bir umudunun kalmadığı son dersin sonları.
'son-uç'u thoreau'nun, "bir şey yitirmeden asla bir şey kazanamazsın," cümlesine varacak son dersin sonları.
ve son dersin sonuna doğru altı çizili satırlar:
"...phaedrus dersi duymaz bile. düşünceleri boyuna ilerler, diyalektiğin değişimleri arasından geçer, bir takım şeylere çarparak, yeni dallar ve yan dallar bularak, diyalektik denen bu 'sanat'ın habisliğini, anlamsızlığını ve sevgisizliğini hep yeniden keşfettikçe öfkeye kapılarak ilerler. profesör, onun yüz ifadesine bakınca korkar, ve bir tür panik duygusuyla dersi sürdürür. phaedrus'un düşüncesi koşar, koşar, koşar ve sonra yine koşar, sonunda şeytanı görür; kendi içinde çok derin yerleşmiş; aşkı, güzelliği, gerçeği, bilgeliği anlamaya çalışıyormuş gibi yapan, ama gerçek amacı asla onları anlamak olmayan, gerçek amacı hep onları gaspetmek ve kendini tahta çıkarmak olan bir şeytan. diyalektik- gasp edici diyalektik. gördüğü budur. bu sonradan görme şeytan, iyi olan her şeye sahip olmaya, onu denetlemeye çalışır. profesör dersin erken bittiğini bildirir ve aceleyle odayı terk eder.
öğrenciler odayı tek sıra halinde, sessizce terkettikten sonra phaedrus koca yuvarlak masada, tek başına pencerenin ötesindeki isli havadan güneş kaybolana ve oda önce gri, sonra da karanlık olana kadar oturur."**
*: ayaklarının altındaki toprak
**çeviren: süha sertabiboğlu (ayrıntı yayınları, 2005)