31 Mayıs 2022 Salı

kandırıkçılık

bazan hayatın yükü ağırlaşır. işte o zaman ateşi canlı tutmak için arada sobaya kuru odun atar gibi için için bir hayali besleyerek kendini azıcık kandırmalıdır insan.

çok değil ama azıcık. diğer türlüsü 'iyimserlik' yerine 'kendini kandırmak'ı seçmek olur.

26 Mayıs 2022 Perşembe

dakika ve skor

"Yapmaya muktedir olmadığımız şeyleri şiddetle arzuluyor ama bu muktedir olamama halimizle yüzleşemiyoruz. Yüzleşemiyoruz çünkü bunu yapmak bilinci ve bilinçle birlikte insanlık onurunu da boğacak. Anlamsızlık insana zaten yeterince ağır geliyor, üstelik ölümsüzlüğün var olduğuna inanan ve bunun, çağın ötesine geçebilen zamanın, öğütücü dişlerine direnebilen, düşüncenin ve sanatın en üstün tecellisi aracılığıyla mümkün olabileceğini düşünen bir dünyada... Ah ne müthiş bir görüş, nasıl da mutlu bir bilinç haline işaret ediyor. Evet, belki de kişisel yaşamlarımızla ve neler deneyimleyeceğimize dair iyimser bir umutlarımızla karşılaştırabiliriz bunu. Bizler yaşları ilerledikçe daha bir akıllanan insanlar olmayı arzuluyoruz ama bu doğru mu? Benim açımdan doğru değil. Ben yirmi beş yaşındaki halimden daha fazla akıllanmadım, yaşlandım sadece. Deneyimlerim kendimden başka kimsenin işine yaramıyor. Deneyimlerimin ileriye, gençlere taşınamayacak kadar değersiz şeyler olduğu gerçeği sadece ve sadece benim taşıyacağım bir yük. Deneyimlerimi, yaşımın farkında olmamı sağlayan ve beni 'genç gibi', 'genç ruhlu gibi' sevimsizce davranmaktan -sevimsiz olduğunu dile getirmekten kaçınmıyorum- alıkoyan engeller olarak görmek durumundayım."*


*: dog solstad, profesör andersen'in gecesi

23 Mayıs 2022 Pazartesi

üçleme: içime attıklarım

ne zaman sosyal medya bahsi açılsa, "bu deniz feneri yalnızlığı olmasaydı muhtemelen sosyal medya hayatımda bu denli yer tutmazdı, belki de hiç olmazdı," derim. yine öyle olsun.

ama mevzuya giriş yerine. yoksa şikayetçi sayılmam. hatta sevdiğim bile söylenebilir. sosyal medyaya ayrılan süre bahsine gelince, "neyin fazlası zararlı değil ki?"

sadece, her alanda olduğu gibi burada da kendime koyduğum kurallar var. müstear mesela. sosyal medyanın doğasına daha uygun olduğunu düşünüyorum çünkü. üstelik, ne insanlara söyleyecek yüksek fikirlerim ne de bahanesiyle kendimi reklam edeceğim mesleki bilgilerim var. yazar da değilim ki, "artık okura emanet" notuyla yeni kitabımın kapağını en üste sabitleyeyim.

bir diğer önemli kural ise, ben hıyarım diyene elimde bir kase yoğurtla koşmamak. başka bir deyişle her türden tartışmadan uzak durmak, fikir ayrılıklarında ve aptallıklarda sakin kalmak.

levent cantek'ten (ç)aldığım bir cümle de bana bu yolda kılavuzluk etmekte: memleketten soğumak istiyorsan sosyal medyada yorum okuyacaksın, kendinden soğumak istiyorsan bu yorumlara cevap yazacaksın.

yazlık site yöneciliği ile meşgul emekli asker değilim belki ama ben de insanım. konulara sadece köpürtmek için dahil olsam da bazan içimden cümleler geçiyor, "ulan!.." diyorum.

bu yazı tam da bu yüzden. içime attıklarım üçlemesi. ve hep olduğu gibi kişisel.

bir:sarper günsal ve berkem ceylan. "bisikleti türkiyeye sevdiren sesler"... bu ifadeyi geçenlerde duydum. duymadımsa da uydurdum. ama güzel uydurdum. o ikisi yol bisikleti yarışlarını sevme sebebim değilse de izleme sebebimdir diyebilirim. caner eler'in zaman zaman verdiği katkıyı saymazsak türk seyircisinin de benim gibi düşündüğüne, onlar sayesinde bisiklete ilginin arttığına eminim. sadece yarış anlatmaz, bisiklete dair hemen her etkinlikte de görev alırlar.

onlar anlatırken televizyon evde ses olsun diye açılmış bir elektronik alet olmaktan çıkar ve iş bambaşka bir tecrübeye dönüşür. sanki yemeğe davet ettiğim iki arkadaşım biraz erken gelmiş, ikisi televizyonun karşısında takılırken ben de kalan işleri tamam etmeye çalışıyorum. onlar da bir yandan televizyon seyredip bir yandan sohbet ederken, arada çok sevdikleri ve bildikleri bisiklet sporu ve o gün koşulan yarışa dair bilgiler araya karışıyor. ve ne zaman yarışta kaza, atak gibi sıradışı bir durum olsa heyecanlanıp sesleri yükseliyor.

bu ara yılın giro, yani italya bisiklet turu günleri. neden bilmem, sarper günsal ve berkem ceylan geçmiş yıllara göre daha az görev alıyor bu sene. hâl böyleyken onları diğer spiker arkadaşlarla karşılaştıran, "niye yoktunuz?", "sizsiz keyfi yok" vs. tarzı yorumlar çok oluyor.

işte bu tarz yorumlara uyuz oluyorum. çünkü böyle bir karşılaştırma hem onlara hem diğer arkadaşlara haksızlık. çünkü arada kulvar farkı var karşılaştırma benzerler arasında yapılır.

iki: ikinci ayar olduğum grup ise jaguar kitap kapak sevicileri. daha önce de söylediğim gibi jaguar kitap son yıllarda en çok sevdiğim yayınevi. içerikler mükemmel, yazar ve edebi tercihleri harika, kapakları muhteşem.

ama... evet, ama... insanların 'jaguar kitap kapakları'nı övmesinden, kelimenin tam anlamıyla orada takılıp kalmalarından sıkıldım. kapaklar güzel, hatta muhteşem. itiraz etmiyor, emeği geçenlerin ellerinden öpüyorum ama içerikleri de muhteşem.

aşın o kapağı, içine girin kitabın. biraz da kitaplardan konuşun. siz bana bakmayın, 'zarfa değil mazrûba bak'ın.

üç: batılı siyasetçilerden çok her fırsatta batılı siyasetçi övenlerden nefret ediyorum. bunu 'bizim siyasetçiler daha iyi' diye anlayacak akl-ı evveller çıkabilir. hepsinin canı cehenneme. kaldı ki, bence siyasetin içinde bir dönemden fazla kalan herkes cehennemlik.

yok efendim, bilmem nerenin başbakanı işe bisikletle gidiyormuş. cumhurbaşkanı bilmem ne uçak biletini kendi alıyormuş. meclis başkanı bilmem ne apartman dairesinde oturuyor, üstelik pencere camlarını bile kendi siliyormuş.

bu insanlar savaş çıkarıp acılara sebep olan antlaşmaların altına imza atmasalar iyi bir şey aslında yaptıkları. ya da az gelişmiş ülkelerin kaynaklarını sömürmeseler, afrika'nın sıcağı yetmezmiş gibi orada yangınlar çıkarıp o yangınlara körükle gitmeseler. sana oy verenler dünya kadar enerji kullanabilsin, rahat rahat tüketsin diye bir sürü yılanlık yap sonra da işe bisikletle gittiğin için bazı aptallar seni alkışlasın. harika!..

paha biçilemez olana gelince, -hem ayar olduklarım listesi hem paha biçilmez... tam bir oxymoron örneği- kesinlikle ve kesinlikle, herhangi bir şeyi bahane ederek öğrencilerinin fotoğrafını ya da videosunu paylaşan öğretmen tayfası.

oysa yaptıkları hem etik dışı hem suç. olur olmaz her şeye fetva veren din adamlarını, her konuda fikir sahibi kanaat önderlerini, problemin ne olduğunu bilen ama çözmeyen siyasetçileri geçtim herhangi bir velinin bu duruma tepki göstermeyişi ise tuhaf.

öğretmeni benden habersiz -kaldı ki, haberim olsa dahi müsade etmem- çocuğumu sosyal medyada paylaşsa canına okurdum. anasından emdiği sütü burnundan getirmek için elimden geleni ardıma koymazdım.

19 Mayıs 2022 Perşembe

editör

bugün koşarken aklıma nazan bekiroğlu'nun âyine-i mücellâda nihanız adlı öyküsü geldi. o öyküde yazara, "puşkin hakkında hafif bir yazı yaz, bitir artık hattat mı rasıt mıdır nedir o adamın hikâyesini," diyen bir editör vardır, onu andım.

sonra da "blogun bir editörü olsaydı," dedim.

"x mi y mi nedir? bitir artık şu salağın hikâyesini. çocukluğuna ya da ilk gençliğine dair hafif bir yazı yaz, derdi."

17 Mayıs 2022 Salı

bi' tek ben anlarım*

orada öylece, denizi seyreden park kanepelerinden birinde baktığımı görmeden oturuyordum. bir zamanlar yenmeyi hayal ettiğim ufuk çizgisi önümde iki maviyi birbirinden ayırıyor, denize gölge bırakan bulutlar üzerimde oradan oraya koşuyordu.

yanıma birisi oturdu. dönüp bakmadım. hem o günlerde, öyle bir anda yanıma oturabilecek tek kişinin kim olduğunu bildiğim hem kim olduğu umrumda bile olmadığı için. bir müddet sonra, "sen," dedi. "sen diğerleri gibi değilsin. zamanda ve mekanda ziyan olmayacaksın."

bir şey söylemedim. ama içimden geçenleri bugün bile utançla hatırlıyorum: "şimdi anlatmam gerekiyor değil mi? çünkü bu cümleden sonra bir şey söyleme sırası bana geçti."

sustum. başka zaman olsa konuşurdum ama o gün, orada, o an sustum. o da sustu. sadece kalkmadan önce bir kaç cümle kurdu. "biliyorum, üç ay bile olmadı tanışalı. seni iyi tanıdığımı da söyleyemem. ama seni herkesten daha iyi anlarım."

bu şarkı onun şarkısı değil elbette. ama onu hatırlattı. bir de ze.'yi. özellikle de, "hiç izlememiş olsaydım bu filmi/ canımı acıtırdı" dediği yer.

bugünlerde deliler gibi dinlediğim ama normal koşullarda fark etmeyeceğim bu şarkıyı bana işaret edene gelince, o kadar hüzünlüdür ki, oynayacak olsa hava olarak ankara'nın bağları'nı seçer, üstüne "ankara'nın bağları'na oyun havası muamelesi yapanın kalbini kırarım" der. bir de flört var tabiî...


10 Mayıs 2022 Salı

günün sorusu: arama kurtarma çalışmaları

kendimizi kendimizden uzaklarda aradığımız için mi kim olduğumuzu bulamayışımız?

8 Mayıs 2022 Pazar

dakika ve skor

"Karısına abartılı bir içtenlikle veda etti, kulağa samimi gibi gelen ses tonu kendisinin keyifsiz, kadınınsa bezgin yüz ifadesiyle tam bir tezat oluşturuyordu. Bu her sabah böyle tekrarlanırdı, içinden gelerek "Hoşça kal" diyebilmek için bütün gücünü seferber ederdi, yıllar boyu yan yana yaşadığı ve bunun sonucu olarak da derin bir karşılıklı aidiyet hissettiği kadına jest olarak yapardı bunu, gerçi artık bu derin duygudan geriye bölük pörçük bir şeyler kalmıştı ama olsun, her ne kadar ikisi de bunun gerçekte böyle olmadığını gayet iyi bilse de o, her sabah rahat ve şen şakrak bir şekilde dile getirdiği bu "Hoşça kal" sözü aracılığıyla ilişkilerinin hiç değişmediğini ruhunun derinliklerinde hissettiğini eşini anlatmaya mecbur tutuyordu kendini, benliğini zorlayarak bu jesti mümkün olabilecek en üst seviyeye çıkarıyordu, zira karşı taraftan aynı rahat ve samimi ses tonuyla söylenmiş ve içindeki huzursuzluğu yatıştırmaya yarayan "Güle güle" cevabının geleceğini biliyordu ve buna şiddetle ihtiyacı vardı."*


*:dag solstad, mahcubiyet ve haysiyet

6 Mayıs 2022 Cuma

zaman ve mekan

"zaman, her şey bir anda olmasın; mekan ise hepsi bizim başımıza gelmesin diye var."*

*: susan sontag

4 Mayıs 2022 Çarşamba

eşofman üstü

bundan yıllar önce de benzer bir ruh hâlini yazıya dökmüştüm.

evet, ne kadar sürer bilmiyorum ama mutluyum. "içime bir ad koyacak olsam leyla derim, öyle güzelim."*

/pilav meselesini ise hallettim galiba. şiir gibi pilavlar yapıyorum uzun zamandır. saklamayacağım; bu durumda bir süredir aynı cins ve markadan pirinç kullanıyor olmamın etkisi de var. söz pirince, daha doğrusu aynı cins ve aynı marka pirince gelmişken, anne olduktan sonra manyaklaşan bir arkadaşımı anmadan olmaz. çocuğunun vücudunda aynı kimyasallar birikmesin diye her defasında farklı pirinç alıyor.../

evet, "eğer günlük tutuyor olsaydım," bu defa "yaşadığım tek sıkıntının çok sevdiğim retro eşofman üstünü giyememek olduğunu yazardım." oysa tam zamanı. tişört üzerine giy. gün içinde sıcakladıkça çıkar, aksi takdirde olduğu gibi devam et.

kuzen 'küçük murat'ındı. yeni gelişmeye başlayan göbeği zorlamaya başlayınca el koymuştum. o gün bu gündür severek giydim. ama dediğim gibi, bu günlerde giyemiyorum. zira bahsi geçen retro eşofman rusya'nın.

taraf tutuyor gibi görünmek istemiyorum çünkü. çünkü taraf değilim. olsam saklamaz, rengimi belli etmekten apaçık keyif de alırdım. ama, "'ama'sız, hesapsız, politik doğrulardan uzak bir şekilde savaşa karşıyım".

aradan geçen bunca zamana rağmen, bunları da duysa eminim gülerdi. hem de kocaman gülerdi. ve "insan bu gülüşü kulağına ulaşan ucundan tutup kaynağına kadar öpmek" isterdi.

evet, en çok da kaynağını...


*: mahir ünsal eriş

1 Mayıs 2022 Pazar

son tüketim tarihi: otuz bir temmuz

bir kaç gündür aklımda numara: iki yüz yirmi üç var.* hatırlarsınız, sevgilisi terk etmişti. her gün bir tane 'bir mayıs' son tüketim tarihli konserve ananas satın alıyor ve biriktiriyordu. çünkü, bir mayıs doğum günüydü ve sevgilisi hâlâ dönmemiş olursa otuzunu da yiyerek intihar etmekti planı.

bir çikolata var. -adını söylemek isterdim ama reklam olur. oysa bunun için para ödemeleri gerekir.- pahallı sayılmaz. özel de. gerçi özel ama "bana kadar özel".

bu çikolatada o yılın taze fındıklarıyla her sonbaharda tekrarlanan sınırlı bir üretim söz konusu. çoğu zaman nisan ayında tükenir, bulamazsınız. yaza kalmaz yani.

geçen gün eve yakın marketlerden birinde bir sürü gördüm. biraz şaşkınlıkla, biraz da ne kadar alabilirim düşüncesiyle son kullanma tarihine baktım. yanılmamıştım, otuz bir temmuz.

yine de bir sürü aldım. hediye olarak da iyi bir fikir çünkü. kutulardan birini açtım ama henüz bitmedi. kimselere hediye de etmedim.

aklıma daha parlak bir fikir geldi çünkü. "o geri zekalı ile otuz bir temmuza kadar görüşemezsek bir ağustosta hepsini birden yerim," dedim. "bozulmamış olsalar bile şeker komasına girerim."


*: chungking express (1994)