cannes'da son filmi
kış uykusu ile
altın palmiye kazanan
nuri bilge ceylan'ın ödül töreni konuşmasında söylediği, "bu yıl türk sinemasının yüzüncü yılı" ifadesinden hareketle "yüzüncü yıl" bahsini tartışalım istiyorum.
*
bu konuya girmeden önce sadece tarih ders kitapları ve resmi tarihe değil, bilim olan veya bilim ol(a)mayan tarihe karşı da mesafeli olduğumu söylemeliyim.
çünkü, tarih çoğu zaman çok kesin yargılarla, bilimsel araştırma yapılmadan, nesnellikten uzak bir tutumla yazılıyor. yazan, bütün ihtirasını, ne kadar saçma sapan düşüncesi varsa tarih adı altında faş etmiş olabiliyor.
belge ve bulgulara dayandığı iddia edilse de tarih yazımının iç ve dış politikadan, çıkar ilişkilerinden, iktidar mekanizmalarından, kişisel görüş ve eğilimlerden etkilendiği aşikar. (tam burada koşullar 1984'ü hatırlamak için oldukça uygun) kısacası tarihi düzünden okumak o kadar kolay değil. (burada 'ece'cil ayhan'ı anabiliriz.)
kaldı ki, çoğu zaman tarih sandığımız bir çok metin, yazarı tarafından kurgulanmış masallardır.
*
bu uzun girizgahtan sonra "yüzüncü yıl" bahsine girişebiliriz artık. refaransımız* ise sinema tarihinin en güzel filmlerinden
ulysses' gaze olacak...
türk sinema tarihi
ayastefanos abidesinin yıkılışı ile başlatılır. bu film, osmanlı-rus savaşı'nda ölen rus askerlerinin anısına yaptırılan ve osmanlı-rus ilişkilerinin bozulması üzerine bin dokuz yüz on dört yılında yıktırılan rus abidesinin yıkılışının
fuat uzkınay tarafından sabit bir kamerayla kaydedilmesidir.
fakat buraya gelmeden önce bin dokuz yüz on bir yılında
sultan reşad'ın rumeli seyahatını selanik'ten manastır'a kadar izleyen ve filme alan manastırlı "manakis kardeşler"e bakmak gerekir.
lanachia manakis ve kardeşi
milton, bin dokuz yüz beş
yılında londra'da bir kamera satın alır ve osmanlı vilayeti manastır'a getirip belgesel çekimler yapmaya başlar.
ninelerinin yün eğirmesinden başlayarak, kameralarıyla ilginç buldukları herkesi ve her mekânı kısa filmler şeklinde çeken bu iki sinema meraklısı kardeş, yaklaşık on yıl boyunca o dönemin toplumsal hayatından iki saate yakın görüntü kaydeder. bu görüntüler şu an
makedonya devlet sinema arşivi'de bulunmaktadır.
ulysses' gaze de bir yanıyla bu iki kardeş üzerinedir. amerika'daki sürgün yıllarının ardından ülkesi yunanistan'a dönen yönetmen
a., a
tina film arşivi'nden aldığı bir teklif üzerine balkanların ilk sinemacısı olan "manakis kardeşler" hakkında bir belgesel hazırlamaya başlar ve çalışmaları sırasında sinemacı kardeşlerin henüz banyo edilmemiş üç bobin filmi daha olduğunu keşfeder.
ve olaylar gelişir...
sonrası balkan coğrafyasını dolaşan ve bosna savaşı'nın acılarıyla son bulan bir yolculuğa dönüşür. aslolan, yönetmen a.'nın kendi içinde yaptığı yolculuktur elbette.
*
şimdi soruyorum: türk sinemasını "balkanların lumierre kardeşleri" denilen "manakis kardeşler"le başlatmayacağız da neyle başlatacağız?
ulusalcı bir anlayışla "müslüman-türk"
fuat uzkınay başlangıç seçiliyorsa bundan daha büyük saçmalık, daha büyük haksızlık olamaz.
kaldı ki osmanlı türktü. ve milliyeti, dini inancı ne olursa olsun sınırlar içindeki herkes osmanlıydı. hepsi vatandaşımız, kardeşimizdi. tıpkı
lanachia ve
milton manakis gibi.
*
yine soruyorum: türk sineması gerçekten yüz yaşında mı?
*: referans demişken, sinema yazarı
ali murat güven'in bu bahse dair
yazısı ile
yıldırım türker'in
metin erksan'ı konuşturduğu ve
fol dergisinin
mart1996 sayısında yayınlanan "ulusal sinema diye bir olgu yoktur" başlıklı
röportajı anmadan olmaz.
ama kameranın londra'dan getirilme tarihindeki farklılığa karışmıyorum, kendi aralarında halletsinler.