söze, karamazov kardeşler'in en cazip olanı dimitri'nin bir sandığın üzerinde uyuyakaldıktan sonra, uyandığında söylediği cümle ile başlayalım: "bir düş gördüm efendiler..."
*
ölmüşüm. daha doğrusu, sevdiklerimin beni öldü bilmelerine izin vermişim. bu konudaki motivasyonum ne, bilmiyorum ama. nasıl olur da, "babam duyarsa çok üzülür" demediğime, şaşkınım bir yandan da.
belki kaybolmuşum da bulunmuşum, belki beni öldü zannettiklerinin çok sonra farkına varmışım. çünkü bu rüya bir film olsaydı güneşli günlerde başlardı.
ortaya çıkmıyor, ölüm yıl dönümünü bekliyorum. belki birilerinden saklanıyorum diyeceğim ama hiçbir işaret yok buna dair. o vakte kadar bekleyeceğim ve bir şeyleri çözmüş, başarmış olarak ortaya çıkacağım. plânım bu.
ve o gün geliyor. gri bir gün. gökyüzü gri, insanların kıyafetleri gri, hatta insanların beni anmak için önünde toplandığı bina gri. boya ya da kaplama yok. sadece gri sıva. halamların evi. eniştem iki kat yaptırmış, diğer üç katı ve çatıyı emekli ikramiyesi ile tamam etmişti.
çatısız binanın baktığım yere göre sol ön köşesinde bir kamelya var. ortasında ateş yanıyor olmalı. ya da içi köz dolu kocaman bir mangal var. mangalın etrafını saranlar elleri mangalın üzerinde, gövdelerini aşağıda, evin önünde bekleyenlerden yana dönmüşler. babam da orada. gri paltosu var üzerinde. saçlarının arasına karışan beyazlar, sarışınmış gibi gösteriyor onu.
rüyada değil ama şimdi, bu kamelyanın bir tepenin yamacından denizi seyreden doğa sitesi'nden geldiğini fark ediyorum. site, çevreye duyarlı müteahiti yüzünden o civardaki en geniş yeşil alana sahiptir. dört tane santranç karesi düşünün. yakın sağ ve uzak sol köşede iki blok, diğer iki kare yeşil alan. ve ben a-blok'un yanındaki meyve ağaçları ile dolu yeşil alandan b-blok'un önündeki terasa bakıyor gibiyim. orada, b-blok sakinleri otursun diye binanın önündeki terasın sol köşesine yapılan kamelyaya bakıyorum.
organize eden kim bilmiyorum ama her zamanki gibi yük ayhan abi'nin omuzlarında. bu tarz toplanmaların gizli kahramanı. annemin kuzeni. adımı söylüyor. "onu bir yıl önce tam bugün kaybettik," diyor. babam çok üzgün. dayanamıyorum. "ama o geri geldi," diyorum. aşağıda toplananların en arkasında durduğum için herkes geriye dönüyor. ama benim gözlerim babam da. sanki olan bitene inanamıyor. göz göze geliyoruz. "eskisinden daha zengin," diyorum. sadece etrafımdakiler duyuyor bunu. sanki bir seferden dönmüşüm. ya da deniz yolculuğundan. terkimde koca ganimet sandığı.
sonra kalabalıkla hiç ilgilenmeden, kalabalığın sol tarafındaki merdivenlere koşuyorum. evin dışındaki merdiven hemen kamelyanın yanına çıkıyor. babama gideceğim. ama hızlı değil. sanki uzun yol koşusundayım ve başlarda enerjimi idareli kullanıyorum.
niye bilmem, ikinci katın hizasına gelince durmuyorum. on birinci kata çıkmaya ve oradan ikinci kata asansörle inmeye karar vermişim. ama tuhaf bir şey oluyor. çoktan on birinci kata gelmiş olmam gerekirken dördüncü ile beşinci kat arasındaki merdivenleri bile bitiremediğimi fark ediyorum. bir türlü bitmiyorlar.
üstelik basamaklar, yıllarca bir konağa ya da camiye yol olduğu için aşınan taş basamaklara dönüşüyor. ve bir noktadan sonra yağmur sularının taşıdığı kum ve çakıllar yüzünden basamakların neredeyse kaybolduğunu bir dağın yamacına dönüştüğünü endişeyle fark ediyorum.
tam bu sırada geriye dönüp bakıyorum. çünkü babam beni merak etti mi diye merak ediyorum. meğer doğa sitesinin ve kamelyanın hemen yanından geçip tepeye tırmanan yolu basamaklı hale dönüştürmüşler. ve on birinci kat diye o basamakları tırmanıyormuşum.
babamı gördüm. tam kamelyanın hizasındaydı. yola çıkmıştı. pardon basamaklarda duruyordu. benim onu fark ettiğimi görünce, en sevdiğim ve ona çok yakışan küfürlerden birini etti. sonra da mangalın başına döndü.
giderken yüzündeki gülümsemeyi gördüm. sanki, hayatta olsun da hemen yanıma gelmese de olur, der gibiydi.
*
ölmüşüm. daha doğrusu, sevdiklerimin beni öldü bilmelerine izin vermişim. bu konudaki motivasyonum ne, bilmiyorum ama. nasıl olur da, "babam duyarsa çok üzülür" demediğime, şaşkınım bir yandan da.
belki kaybolmuşum da bulunmuşum, belki beni öldü zannettiklerinin çok sonra farkına varmışım. çünkü bu rüya bir film olsaydı güneşli günlerde başlardı.
ortaya çıkmıyor, ölüm yıl dönümünü bekliyorum. belki birilerinden saklanıyorum diyeceğim ama hiçbir işaret yok buna dair. o vakte kadar bekleyeceğim ve bir şeyleri çözmüş, başarmış olarak ortaya çıkacağım. plânım bu.
ve o gün geliyor. gri bir gün. gökyüzü gri, insanların kıyafetleri gri, hatta insanların beni anmak için önünde toplandığı bina gri. boya ya da kaplama yok. sadece gri sıva. halamların evi. eniştem iki kat yaptırmış, diğer üç katı ve çatıyı emekli ikramiyesi ile tamam etmişti.
çatısız binanın baktığım yere göre sol ön köşesinde bir kamelya var. ortasında ateş yanıyor olmalı. ya da içi köz dolu kocaman bir mangal var. mangalın etrafını saranlar elleri mangalın üzerinde, gövdelerini aşağıda, evin önünde bekleyenlerden yana dönmüşler. babam da orada. gri paltosu var üzerinde. saçlarının arasına karışan beyazlar, sarışınmış gibi gösteriyor onu.
rüyada değil ama şimdi, bu kamelyanın bir tepenin yamacından denizi seyreden doğa sitesi'nden geldiğini fark ediyorum. site, çevreye duyarlı müteahiti yüzünden o civardaki en geniş yeşil alana sahiptir. dört tane santranç karesi düşünün. yakın sağ ve uzak sol köşede iki blok, diğer iki kare yeşil alan. ve ben a-blok'un yanındaki meyve ağaçları ile dolu yeşil alandan b-blok'un önündeki terasa bakıyor gibiyim. orada, b-blok sakinleri otursun diye binanın önündeki terasın sol köşesine yapılan kamelyaya bakıyorum.
organize eden kim bilmiyorum ama her zamanki gibi yük ayhan abi'nin omuzlarında. bu tarz toplanmaların gizli kahramanı. annemin kuzeni. adımı söylüyor. "onu bir yıl önce tam bugün kaybettik," diyor. babam çok üzgün. dayanamıyorum. "ama o geri geldi," diyorum. aşağıda toplananların en arkasında durduğum için herkes geriye dönüyor. ama benim gözlerim babam da. sanki olan bitene inanamıyor. göz göze geliyoruz. "eskisinden daha zengin," diyorum. sadece etrafımdakiler duyuyor bunu. sanki bir seferden dönmüşüm. ya da deniz yolculuğundan. terkimde koca ganimet sandığı.
sonra kalabalıkla hiç ilgilenmeden, kalabalığın sol tarafındaki merdivenlere koşuyorum. evin dışındaki merdiven hemen kamelyanın yanına çıkıyor. babama gideceğim. ama hızlı değil. sanki uzun yol koşusundayım ve başlarda enerjimi idareli kullanıyorum.
niye bilmem, ikinci katın hizasına gelince durmuyorum. on birinci kata çıkmaya ve oradan ikinci kata asansörle inmeye karar vermişim. ama tuhaf bir şey oluyor. çoktan on birinci kata gelmiş olmam gerekirken dördüncü ile beşinci kat arasındaki merdivenleri bile bitiremediğimi fark ediyorum. bir türlü bitmiyorlar.
üstelik basamaklar, yıllarca bir konağa ya da camiye yol olduğu için aşınan taş basamaklara dönüşüyor. ve bir noktadan sonra yağmur sularının taşıdığı kum ve çakıllar yüzünden basamakların neredeyse kaybolduğunu bir dağın yamacına dönüştüğünü endişeyle fark ediyorum.
tam bu sırada geriye dönüp bakıyorum. çünkü babam beni merak etti mi diye merak ediyorum. meğer doğa sitesinin ve kamelyanın hemen yanından geçip tepeye tırmanan yolu basamaklı hale dönüştürmüşler. ve on birinci kat diye o basamakları tırmanıyormuşum.
babamı gördüm. tam kamelyanın hizasındaydı. yola çıkmıştı. pardon basamaklarda duruyordu. benim onu fark ettiğimi görünce, en sevdiğim ve ona çok yakışan küfürlerden birini etti. sonra da mangalın başına döndü.
giderken yüzündeki gülümsemeyi gördüm. sanki, hayatta olsun da hemen yanıma gelmese de olur, der gibiydi.