her şey gibi yazdıklarımızın da bir kaderi var.
neredeyse altı yıl önce, iki bin on iki kasımında yazdığım ve "taslaklar"da kaderini bekleyen, "her şey gibi filmlerin de bir kaderi var" cümlesiyle başladığım bir yazıyı açıklamaya daha iyi bir başlangıç düşünemiyorum:
her şey gibi yazdıklarımızın da bir kaderi var...
terry gilliam'ın, "terry gilliam'ın gerçekleşmeyen hayali"ni
gerçekleştirdiğini duyunca bu yazıyı hatırladım.
ve "şimdi değilse ne zaman" dedim.
*
her şey gibi filmlerin de bir kaderi var. anlatılacak bir hikayesi...
kimi hasılat rekoru kırar, kimi seyirciyi de eleştirmenleri de kamplara ayırır. nadirattan sayılsa da hem izleyicinin hem eleştirmenlerin beğendiği filmler çıkar bazan. yıllarca gösterimde kalanlar, daha hafta dolmadan gösterimden kalkanlar... salon bulamayanlar.
bazı filmler, yazgısı son yıllarda değişen
sevmek zamanı'nın ilk zamanları gibi bir türlü seyirciyle buluşamaz. terry gilliam'ın gerçekleşmeyen hayali
don kişot ise tamamlanamaz bile.
cama çarpıp kanlar içinde yere düşen kırlangıçlar gibi sansür duvarına çarpan ve emeği geçen herkesi unutuluşun zindanına atan sakıncalı filmler de çoktur. hatta lanetli...
mesela, uzun yıllar "cumhuriyet'in tek yönetmeni" sıfatıyla filmler yapan
muhsin ertuğrul'un
bir sigara yüzünden(1928) ve
evli mi bekar mı(1950) adlı filmleri hiçbir yerde geçmez.
bu defa
üçleme diyerek, türk sinemasının çok bilinmeyen, belki de lanetli(!) bahtıkara filmlerine bakalım.
*
bir... tabancamın sapını gülle donattım. altmışlı yıllar halit refiğ, tarık dursun k. gibi sinema eleştirmenlerinin yönetmenliğe ilgi duydukları bir dönemdir. asıl mesleği avukatlık olan sinema eleştirmeni rekin teksoy da onlardan biridir. avukatlıktan arta kalan zamanlarda türk usulü bir
james bond için kolları sıvar. başrollerde ünlü piyanist ilham gencer ve rekin teksoy'un o dönemdeki eşi sevil candan vardır. ama film yarıda kalır ve bir rivayete göre çekilen görüntüler çeşitli yeşilçam filmlerinde kullanılır.
iki... küçük dünya(1961). asıl mesleği kameramanlık olan vedat akdikmen'in yönettiği ve başrollerini tijen par ve ayfer feray'ın paylaştığı filmin çekimleri biter ama bir yangın sonucu tümüyle yanıp kül olur.
üç... kayıp kız ayla(1962). hüseyin kaşif'in yönettiği bu film konusunu gerçek bir olaydan almıştır. altı yaşındaki ayla özakar bahçelievler'deki evlerinden çıkıp bisküvi almak için bakkala gider ve bir daha gören olmaz. tüm aramalara rağmen bulunamayan, bir cinayete kurban gidip gitmediği bilinemeyen talihsiz kızın öyküsü bir filme konu olunca ortalık karışır. acılı baba yönetmen ve yapımcıyı mahkemeye verince filmin gösterimi yasaklanır.
sıralama dışı: soluk gecenin aşk hikayeleri(1966). alp zeki heper'in yönettiği bu film, şüphesiz bahtıkara filmlerin en lanetlisidir. ancak özel gösterimlerde seyircisini bulan bir film olabilmiştir. paris'teki sinema eğitimini bitirip ülkesine dönen Heper, profesyonel olmayan oyuncularla ve dönemin sinema dilinden oldukça bağımsız, cesur ve yenilikçi sinema anlayışıyla soyut bir aşk filmi çeker. şiirsel bir atmosfere sahip olan yapım luis buñuel sinemasından izler taşıdığı kadar, freudyen cinsel saplantılarla örülü son derece stilize bir anlatıma da sahip bir yapım olarak o dönem sinema çevrelerinin ilgisini çeker. fakat böylesi bir film dönemine göre fazla 'ağır' gelir. danıştay kararıyla filmleri halkla buluşturmadan önce inceleyen bir komisyon kurulur ve komisyon tarihindeki ilk yasaklama kararını bu filme uygun görür.
notgibi: bu yazı agâh özgüç'e çok şey borçludur. agâh özgüç ki, nasıl "tarihçilerin kutbu" halil inalcık ise "türk sinemasının kutbu" da odur. ondan çok şey okudum. bu filmlerin çoğunu da onun sayesinde biliyorum.