çayından son bir yudum aldı, masaya bıraktığı fincanı parmak uçlarıyla ortaya doğru itti. bir süre camdan dışarı, belki de apansız bastıran yağmurda ıslanmamak için koşuşan insanlara baktı. bakışlarını oradan alıp az önce masanın ortasına doğru ittiği fincana verirken konuşmaya başladı:
- on dakika.
- efendim?
- on dakika daha oturalım, diyorum. sadece oturmayalım. konuşalım da...
- günlerdir konuşuyoruz. gördüğün gibi değişen hiçbir şey yok. on dakikada ne değiştirmeyi umuyorsun ki?
- emin ol, on dakika sandığından çok daha uzun.
*
masanın üzerinden uzandı. elimi tuttu. on dakika son bir kaç aya dönüştü önce. yeşil lastik çizmelerine güldüm. gözlerinin rengini merak ettim. ona doğru dünyanın en uzun mesafesini yürüdüm. nefesini yüzümde, sıcaklığını gövdemde hissettim. karşılıklı oturduğumuz bir tren yolculuğunda kucağıma uzattığı çıplak ayaklarına masaj yaptım. sinema çıkışı babası ve küçük kız kardeşiyle buluşup bir yerlerde çay içtik. kocaman gülümsedim. parmak uçlarını öptüm. öptüm. öptüm.
- on dakika.
- efendim?
- on dakika daha oturalım, diyorum. sadece oturmayalım. konuşalım da...
- günlerdir konuşuyoruz. gördüğün gibi değişen hiçbir şey yok. on dakikada ne değiştirmeyi umuyorsun ki?
- emin ol, on dakika sandığından çok daha uzun.
*
masanın üzerinden uzandı. elimi tuttu. on dakika son bir kaç aya dönüştü önce. yeşil lastik çizmelerine güldüm. gözlerinin rengini merak ettim. ona doğru dünyanın en uzun mesafesini yürüdüm. nefesini yüzümde, sıcaklığını gövdemde hissettim. karşılıklı oturduğumuz bir tren yolculuğunda kucağıma uzattığı çıplak ayaklarına masaj yaptım. sinema çıkışı babası ve küçük kız kardeşiyle buluşup bir yerlerde çay içtik. kocaman gülümsedim. parmak uçlarını öptüm. öptüm. öptüm.