27 Şubat 2024 Salı

değil

"illa her buhranlı dönememizden bir verim mi almamız gerekecek? bir kere de karakter acılar içinde süründüğü, hiçbir şeyin onu teselli edemediği yıllar yaşasın.

sürekli umut yeşertmeye çabalama, insanları yaşadıklarından olumlu sonuçlar çıkarmaya teşvik etme... mal yerine koyuyorlar bizi.

bizim toplumun illeti bu. ajda pekkan sendromu...

yaşlandığın halde hayatın zevklerinden vaz geçmemek. çalışmaya devam etmek. her derdimizin üstesinden pozitif düşünme yöntemleriyle mi geleceğiz?

hayatta sorun diye bir şey var, her şeyin çözümü olmak zorunda değil."

*

bornova bornova (2009) filmiyle tanıştığımız, 'çukur selim' namlı öner erkan'ın ama (2022) filmindeki nefis tiradı bu.

x'de denk geldim.

ve, altına imzamı atarım. dedim.

*

bu da seyretmeyi sevenler için: link

25 Şubat 2024 Pazar

mutluluk budalalığı

budalalık. çünkü, sürekli bir mutluluk hâli tek notadan ibaret senfoni gibi geliyor bana.

/alın size bir 'oxymoron' örneği daha. ya da benzetmenin garabeti: dümdüz bir korna sesi nasıl senfoni olabilirse artık./

bu konuda nefis bir fıkra var. "dünyanın en güzel kadınının" diye başlıyor. ama biraz edepsiz. o yüzden örnek olsun diye ingiltereye gidelim.

andrew park adındaki bir ingiliz, bin dokuz doksan üç yılının her gününü noel olarak kutlamaya karar verir. ne yaz ne kış, bir gün bile bu kuralı çiğnemez. her akşam noel süsleriyle donattığı bir çamın altına kendisi için üç hediye koyar ve ertesi sabah bu hediyeleri büyük bir heyecanla açar. her gün noel sonunda sıkıntı yaratır. her akşam yediği noel yemeği, zengin ama monoton bir menüye dönüşür. her gün hediye aldıkça heyecan duymaz olur. sonuçta her günü mutlu bir gün olarak yaşamak arzusu kabusa dönüşür.

bu sebeple, istediğimiz şeyler olmuyor diye üzülmek yerine olanlara sevinmek en doğrusu belki.

ne de olsa, "onsuz bir gün daha geçirmek istemiyorum" motivasyonuyla evlendiğiniz adam eve biraz geç gelsin diye dua etmiyor musunuz? ya da o kadını daha az görmek için dışarıda sudan bahanelerle oyalanmıyor musunuz?

21 Şubat 2024 Çarşamba

dakika ve skor

"Hüngür hüngür ağlayan, ölüme tapan kız kıpkırmızı olmuş gözlerini Genji'den saklayıp burnunu mendile silerken, ne olmuş yani, diye geçirdi içinden. Her şeyi başka türlü yazarım günlüğüme. Aptal gibi görünmemek için. Örneğin şöyle; "Colombina'nın gözlerinde kristal gözyaşları parıldadı, ancak uçarı kız başını salladı ve gözyaşları uçup gitti. Hayatta bir dakikadan daha fazla üzülmeye değecek hiçbir şey yoktur. Ophelia, doğru olduğuna inandığı şeyi yaptı. Kristal gözyaşları da ona değil, zavallı ihtiyar kadına adanmıştı." Bir şiir de yazabilirdi sonuna. İlk mısra kendi kendine oluşmuştu bile:

Kristal gözyaşını kirpiklerinden silerek"*


*: boris akunin, ölümün gözdesi

18 Şubat 2024 Pazar

hatıralar

hatıraların bir daha yaşanamayacak olduğunu biliriz de nasıl ve ne zaman çıkagelip yaşamımızdan arda kalan bir geçmişle bizi kuşatacağını bilemeyiz.

ama hatıralar öyledir işte. belleğin alacakaranlığından çıkagelirler: sessiz ve uysal...

şimdi, bu pazar sabahında o alacakaranlığı yokluyorum.

ya da o beni yokluyor.

13 Şubat 2024 Salı

ölüm ve başarı

insanoğlu söz konusu olunca "eşref-i mahlukat" ile "human beings are a disease, a cancer of this planet"* arasındaki bin bir ihtimal arasında salınıp duruyorum.

karar veremem. ne söylesem diğerleri eksik kalmış hissederim.

ama insanoğlunun en büyük başarısı kesindir: bir gün öleceğini bilen tek canlı olan insanın bu durumu bildiği hâlde yaşamaya devam edebilmesi.

ben bundan daha büyük bir başarı bilmiyorum.



*: matrix (1999), the wachowskis

11 Şubat 2024 Pazar

sahil yolu

sahil yolu boyunca sıralanan sokak lambalarından dökülen ışık, kar da getiren fırtınayı akşam üzerine bıraktıktan sonra usul usul uysallaşıp törpülenen ve gecenin karanlığında siyah bir yağ gibi salınan dalgaların üzerinde altın sarısı yılanlar gibi kıvrılıyordu.

8 Şubat 2024 Perşembe

gelecekler

bazan geleceğin iki türlü olduğunu düşünüyorum. schrödinger'in kedisi misali değil ama.

davranışlarımıza göre şekil alıyor, karşımıza çıkıyor ya da bizi kuşatıyor. başka bir deyişle, ya biz ona doğru gidiyoruz ya da o bize doğru geliyor.

eğer iradesiz, kararsız ve şaşkın davranırsak gelecek bize doğru gelir ve kontrol bizde olmadığı için de ezip geçer mi, duvara çarpmış gibi durdurur mu belli olmaz. belki de elimizden tutup gül kokan bahçelere götürür. artık ne çıkarsa bahtımıza.

ama hayatımızın iplerini elimizde tutar, başka bir deyişle geleceğe doğru kendimiz yürürsek seçmiş, hatta yaratmış oluruz.

bir ihtimal...

6 Şubat 2024 Salı

son mektup

alev alatlı hanımefendi,

adınıza yazıyorum. çünkü, inancınızın cennetinde, etrafı seyretmekten ve keşfetmekten fırsat buldukça bizden yana baktığınıza eminim.

sizi ilk duyduğumda 'doksanlar'dı. övülüyordunuz. bir büyüğümüzün kitaplığında kitaplarınızı görmüş, nedense henüz vaktin gelmediğini -hadi cesur olayım: anlayamayacağımı- hissetmiştim. elime aldığım kitapları da bir kaç sayfanın peşi sıra yerine koymuştum.

dergilerde adınıza denk geldikçe yazılarınızı okudumsa da işaret ettiğiniz dünyaya ilk adımı schrödinger'in kedisi/kabus ile attım. aldığım keyfi hiç unutmadım. bir de 'bir duygu'yu.

o yaşlarımda dahi bir kadının ilk olarak ellerine bakan, beğenmediği ellerin ötesine dahi geçmeyen ben, zekaya aşık olmanın mümkün olduğunu hissetmiştim. zekanın cazibesini, baş döndürebildiğini.

sonra iktidar değişti, dünya değişti ve söylediklerinizin teması evrenselden yerele döndü. bu, ihmal ya da çerçevenin daralması değil, herkes kendi kapısının önünü temiz tutarsa sokak kendiliğinden temiz olur hamlesiydi.

bu sırada iki şey daha öğrendim sizden. ilki, devlet ile iktidar aynı şey değildi; ülkemizi sevmek iktidarı/muhalefeti sevmek manasına gelmiyordu. ikincisi de, asla ve asla "kestane çıkmış da tabağını beğenmemiş tayfası"ndan olmayacaktım. sayenizde bunun ne büyük bir ayıp olduğunu öğrendim. elbette bu, hataları görmezden gelmek, yanlışlıklara çanak tutmak değildi. sadece, günahıyla sevabıyla doğduğumuz evi unutmamak, sırtımıza yük olmasına müsade etmeden bir şükran duygusunu içimizde taşımaktı.

anarşist olmayı beceremese de hayatı boyunca muhalif olmayı seçmiş biri olarak, sizin gibi başının üzerinde düşünen bir kafa taşıyan bir entelektüelin iktidara yakın olmayı seçmesini başta yadırgadığımı saklayamam. sonradan bu durumun benim için ne kadar öğretici olduğunu da.

iktidar tarafını seçen bir şeyleri satıyordu da diğer tarafta olanlar ne yapıyordu? bilmem ne gazetesi satılmış gazete, kabul. peki berlin'de yaşayıp ülkenin gidişatı üzerine internet üzerinden yayın yapanlar ne?

kaldı ki, siz "her yasal hak helal değildir" derken, muhalif kalmakta ısrar eden muhalefetin bunca yıldır yapamadığı muhalefeti, eleştiriyi yaptınız. günahı anlamayanların boynuna.

sizden geriye hiçbir şey kalmasa bile bu kalırdı: her yasal hak helal değildir... ingiltere oturum için yasal zemin araştıran, oğlanı tenise, kızı ingilizce kursuna gönderen, devlet okulları yerine özel okulları dolduran 'modern müslümanlar'a duyurulur.

ama bana bir şey daha kalacak sizden. yaşamınızın son demlerinde dilinize persenk olan "yavrum" hitabı.

onu ne zaman duysam/okusam her defasında bana da deyin istedim: "vnf. yavrum, sen zamanda ve mekanda kaybolmayacaksın."

sözler düğüm. başladığımız yere dönelim.

çünkü orada da meraklı olacağınızı, öğrenmek ve keşfetmek için etrafa dikkatle bakacağınızı biliyorum. ve gözünüz üzerimizde olacak, tıpkı müdahale edebilecek uzaklıkta olmasa bile çocuğundan gözünü ayırmayan anneler gibi.

selam ile

vnf.

1 Şubat 2024 Perşembe

top-ten

bu yaşa geldim hâlâ öğreniyorum. hâlâ şaşırtıyor beni insanoğlu.

mesela, listeleri olduğunu görüyorum etrafımdaki insanların. ama alışveriş, alacak- verecek listesi gibi değil bu liste. daha çok top-ten listesi gibi bir şey.

öyle ki, biri ya da bir şey (çiçek, kitap, dizi, yazar vesaire...) gün geliyor ve 'bir numara' oluyor. bir süre ilk sırayı işgal ettikten sonra aşağıya ivmeleniyor. bir gün bir de bakmışsınız liste dışı kalmış. 'bir numara'da ise o vakte kadar ismi geçmeyen, adı duyulmadık biri, çiçek, kitap, dizi, yazar vesaire...

nitelik olarak bir öncekine benzemiyor bile. bir gün nergis ise, öteki gün sardunya. başka bir gün aslanağzı.

işte o zaman sormak istiyorum. o bir numara tam da kendi boyutlarında bir boşluğu doldurmuyor muydu?

şimdi ise bambaşka biri kankanız, ahretliğiniz, sevgiliniz, dostunuz...

en büyük aşkınız. favori meyveniz, olmazsa olmazınız.

aynı sözcüklerle seviyor, aynı şakaları yapıyor, aynı şarkılardan, aynı filmlerden benzer performans bekliyorsunuz.

tıpkı, bir mısra için tek bir şey feda etmeyen şairler, uyanışını sürdürmek yerine diğer tarafa dönüp uyumaya devam edenler gibi.

hayır, tüketim çağı ile açıklamayın bunu. bir defa da aynaya bakın.