30 Ekim 2024 Çarşamba

sanço panza'yla ilgili gerçek

franz kafka'dan. kâmuran şipal çevirisiyle...

*

Sanço Panza, hani kendisi hiç övünmüş değil bununla, ele geçirdiği bir alay şövalye ve haydut romanını yıllar yılı akşam ve gece saatlerinde okuyarak, sonradan Donkişot adını verdiği şeytanını oyalayıp dikkatini üzerinden başka yöne çekmesini öyle becermiş ki, gemi azıya alan şeytanı en çılgınca işlere kalkışmış, ama ortada kendisi için belirlenmiş bir obje -ki bu da Sanço Panza olabilirdi ancak- kalmadığından, çılgınlıklarının kimseye zararı dokunmamıştı. Sanço Panza, artık bu özgür insan, sakin serinkanlı, belki bir sorumluluk duygusuyla davranıp çıktığı seferlerde, Donkişot'un peşini bırakmamış, bunu da ömrünün sonuna kadar kendisi için büyük ve yararlı bir eğlence bilmişti.

*

sevdim. kaptan ahab'la ilgili düşüncelerimi hatırlattığı için daha da sevdim. 

bugün olsa 'kafkavari' derdim, o ayrı.

27 Ekim 2024 Pazar

bazı cümleler

abimle konuşuyoruz. -ki kendisi büyük teyzemin büyük oğludur- laf arasında, "hani bir defasında demiştin ya" diyerek, benden duyduğunu söylediği bir cümle ile durumu özetledi.

dürüst olmak gerekirse, benim söyleyebileceğim, söylemek isteyeceğim hikmet referansı da taşıyan, iyi söylenmiş bir cümleydi. ama o cümleyi ne zaman, ne üzere söylediğimi hatırlayamadım.

hatırlama çabası sırasında ise şunu fark ettim: ben bu durumu çok yaşıyordum.

birileri benden duyduğu(nu iddia ettiği) bir cümleyi söylüyor, ben çoğunlukla ne kadar düşünsem de o cümleyi söyledim mi, ne zaman, ne üzere söyledim, hatırlayamıyordum.

iki ihtimal var bence.

ilki, ben gerçekten de öyle cümleleri heybesinde taşıyan, yeri gelince paylaşan biriyim. (bence güzel)

ikincisi de, benden duymamış olsalar bile benden bu tarz cümleler duyabileceklerine itimatla bahsi geçen cümleyi ya da anlatıyı bana yakıştırmaları. (galiba bu daha güzel)

24 Ekim 2024 Perşembe

yalan dolan

her ilişkide taraflardan birinin diğerine, "bana yalan konuşman değil sana inanmıyor olmak üzüyor beni," dediği bir an vardır.

ve çok acıdır.

/peki, her ilişkide değil./

ama kaçınılmaz bir an vardır. gerçek acı asıl o anda saklıdır. muhtemelen yukarıda bahsi geçen andan çok öncedir.

o an, 'ne söylese inandığımız dönem'i bitirip 'ne söylese inanmadığımız dönem'i başlatır.

/evet, her ilişkide./

22 Ekim 2024 Salı

bir masada iki kişi: sev beni

çayından son bir yudum aldı, masaya bıraktığı fincanı parmak uçlarıyla ortaya doğru itti. bir süre camdan dışarı, belki de apansız bastıran yağmurda ıslanmamak için koşuşan insanlara baktı. bakışlarını oradan alıp az önce masanın ortasına doğru ittiği fincana verirken konuşmaya başladı:

- sev beni.

- emir mi bu? yoksa bir rica mı?

- hiç sevilmemiş gibisin, demiştin ya hani. sev o zaman.

- ne emir ne rica. teşhisi koydun, tedavi de et.

- sanırım öyle...


sevilmemiş yerlerinden sevdim ben de. yaralarından öptüm. iyi oldu mu bilemem ama yetmedi.

kaldı ki, yetmez. hiçbir zaman yetmez.

20 Ekim 2024 Pazar

tehlikeli şiirler - yetmiş bir

tehlikeli şiirler okuyalım leyla
a. cahit zarifoğlu'dan bir şiir* mesela

Korkuyu kapışır taşlar
karanlık kendine çekince perdeyi
göz hüzünle odayı kapar
el uyur ve akvaryumda balık
resmi çekilmiş nehir

Böyle bir çiçek vardı
Rüyamdaki geçit büyüyüp büyüyüp
Büyüyüp büyüyüp büyüyüp
Espası bir tek gece
Ezip el tutan
Alnını bütün bir duvara dayıyan
ve sesleri bir orman büyüklüğünde
güneşe yol yapan çocuk
güreşip bütün gelişleriyle
gecikmiş bir deniz feneri

Saati yalvarır hızla
Şafağı çoğaltır kan akan damar
Adım zorlar kapıya çağrılan
En korkulan gerçeği
Bir boyun eğişle girilen
böyle bir çiçek vardı
kılcal kökleri
çağın sarsıntı duvarlarından
burası bir adam
bir aşk çapında
bir çeşit hapishane tutulan
akıp giden su uyanınca adam
suyu geçmek isteyen karınca
bir taşın alevinden basarak ellerine
kaçınca adam
bırakmaz eşyasını da uykuda.

*:orası neresi burası bir adam

18 Ekim 2024 Cuma

gökkuşağı

bahçede yalınayak oynayan iki çocuktan büyüğünün şaka olsun diye diğerine tuttuğu hortumun ucundan gökyüzüne fışkıran sular koyu yeşil çimenlere dökülürken küçük bir gökkuşağına sebep olmuştu.

15 Ekim 2024 Salı

konum - on dört

uzanıp başımı kucağına koymak ile karşında durup sol yanağımı sağ avucuna yaslamak arasında bir yerlerde.

13 Ekim 2024 Pazar

syntynyt suruun ja puettu pettymyksin*

sıradan başlayalım söze, bir klişeyle: her türden müzik dinlediğim günlerden geçiyorum. genellikle sözlerini anladığım müzikler tercih etsem de istisnalar yok değil.

/güfteye yani söze önem vermek ile müziğe odaklanmak arasındaki farka işaret eden bir şeyler okumuştum. melankolik ve hüzünlü olduğu zamanlarda şarkıların sözlerine dikkat edermiş insanlar.

evet, sadece 'söz' değil 'hüzün' de öyle burada. fena durmasa da "yakışandır" diye övünecek kadar aptal değilim ama./

o istisnalardan biri de fallen leaves'ten bu yana bıkmadan dinlediğim, maustetytöt ikilisinin "hüzünle doğdum ve hayal kırıklıklarıyla giyindim" diyen şarkısı oldu.

/başka şarkılarını da dinledim, konser kaydı ve videolarını da izledim ve anladım ki, aki kaurimäki rol yapsınlar diye değil kendileri olsun diye filme dahil etmiş onları./

filmde japoncadan italyancaya bir sürü şarkı var. hepsi de çok güzel ama bu şarkı bambaşka bir yerden yakaladı beni. fince tek bir kelime bilmesem de şarkı beni benden almış, sarıp sarmalamış kuşatmıştı.

gugılın çeviri departmanında çalışan yiğitlere sorunca sözlerindeki şiiri de gördüm. "gördüm," diyorum çünkü şüpheye yer bırakmayacak biçimde hissetmiştim.

"demlikte küf tutmuş kahve" diyerek kendi kendine mırıldanır gibi başlayan şarkı, nakarat kısmında hem müzik hem de söz olarak şiire ulaşıyor.
sonsuza kadar tutsağım burada
mezarlığın bile çitleri var
dünyadaki zamanım nihayet bulduğunda
beni iyice derine göm
senden hoşlanıyorum da kendime yok tahammülüm
seni bilmem ama ben başkasını aramıyorum
olur da buradan gidersem kendi hatrım için yaparım bunu
fincenin fonetiği ise muhteşem...


10 Ekim 2024 Perşembe

özgürler

murakami'nin ikinci fırın saldırısı* adında bir öyküsü, öyküde de renksiz tsukuru tazaki'nin hac yılları'nı hatırlatan mükemmel bir kapitalizm eleştirisi vardır.

özetle, saat altıda hafif bir akşam yemeği yedikten sonra dokuz buçuk gibi yatan karı koca saat ikide yoğun bir açlık hissiyle uyanır. ama buzdolabı neredeyse boş, altı şişe bira, bir soğan ve domates sosundan başka yiyecek hiçbir şey yoktur. bolca karbonhidrat ihtiva ettiği bira içmeye karar verirler. o sırada adam, üniversite yıllarında en yakın arkadaşıyla yaptıkları fırın soygunundan bahseder.

/bu murakamiesk hikâyeyi hem söz uzmasın, hem de merak eden alıp okusun diye atlıyorum./

karısı da sanki bu anı bekliyormuş gibi, hadi bu soygunu yineleyelim der, üzerine adamı da ikna eder. ikinci el arabalarının arka koltuğunda battaniyeye sarılı otomatik av tüfeği, kadının rüzgârlığının cebinde yedek kovanlar tokyo sokaklarında açık fırın aramaya başlarlar. ama bütün fırınlar kapalıdır. onlar da mcdonald's şubesi 'saldırısı'na karar verirler.

içeride, başlarını masaya koymuş uyuyan iki üniversiteli ve üç çalışandan başka kimse yoktur. adam emniyeti kapalı tüfeği kasiyer kıza doğrultunca şube müdürü,, "parayı alın," der. "saat on birde parayı kasadan topladılar, pek fazla yok burada olanın tümünü alın. sigortamız var ne de olsa."

aynı adam, ön kepenkleri indirip tabelanın ışığını kapatın, dediklerinde, sudan çıkmış balığa döner. "bunu yapamayız," der. "izin almadan dükkanı kapatırsam bundan ben sorumlu tutulurum."

bu saçmalık, adamla karısı para değil otuz big mac istediğinde doruğa ulaşacaktır. "size kasadaki parayı versem, başka bir yerde sipariş verip yeseniz?" der müdür, son bir umutla. "aksi hâlde hesaplar fena karışacak."

*

diyeceğim o ki, siz hâlâ özgürlüğü kadınların dekoltesinde, etek boyunda, bedenin arayın ya da eleştirinizi bunun üzerinden yapın.

ezberlenmiş, hatta emredilmiş hayatlar yaşıyoruz. hayal ettiğimiz işe, eve, arabaya, telefona sahip olmayı başardıkça özgürlüğümüzü kıyısından köşesinden parça parça kaybediyoruz.

dahası bile isteye feda ediyoruz...



*:ortadan kaybolan fil, doğan kitap

6 Ekim 2024 Pazar

dua

"Biliyorsun Rabbim, bilmiyorum kendimi.
Ben bu gece de yalvaracağım,
sen bu gece de affet beni."


*:ibrahim tenekeci, kimsenin kalbi

4 Ekim 2024 Cuma

bir çift söz

lisede bir kız vardı. sonda. adını hatırlamıyorum, birazdan anlatacaklarımı saymazsak ona dair bir anım da yok. ama bir takım fotoğraflar var gözümün önünde.

o kadar sessizdi ki sanki yok gibiydi. güzel sayılmazdı. saçları kısacık, diğer kızlara göre uzun boyluydu. kıyafet yönetmeliğine en uygun giyinen kız oydu bence. konuştuğu zaman öğretmenler gibi konuşurdu. söyleyecek çok şeyi varmış da susuyormuş, ağzından çıkacak her söz bir kapıyı açacakmış havası vardı. şairdi belki de.

teneffüslerden birinde defterlerinden birinin boş olması gereken ilk sayfasında şiirimsi bir şeyler dikkatimi çekti. şiirimsi deyişim, 'olmamış' manasında şiir denemeleri diye değil mısralar halinde yazılmış olmalarından. kaldı ki hiçbirini hatırlamıyorum.

ama bir özlü söz kaldı aklımda: dağların zirvesinde kuşlar da yılanlar da bulunabilir. ama birisi oraya uçarak diğeri sürünerek gelmiştir.

kelimesi kelimesine değilse de, mana buydu. mesnevi'den alıntıdır diye tahmin ettiğim, mevlana'ya mal ettiğim bu sözün doğrusunu, kime ait olduğunu bilmiyorum. merak edip de araştırmadım ama çok kullandım.

/elbette arkadaşımı anarak, kime ait olduğunu bilmiyorum diyerek. diğer türlüsü hem ayıp hem de haram lokma yemek gibi./

ne zaman bir arkadaşım motivasyona ihtiyaç duysa, ne vakit birisi "neden bütün bunlar benim başıma geliyor?" diye sorsa, "olmuyor, başaramayacağım" dese, kırdım camı, söyledim sözü.

ne de olsa, başarıya giden tek bir yol yoktu. bazı yollar uzun, bazı yollar meşakkatli, engellerle doluydu. üstelik yol kadar bizim yola nereden çıktığımız, donanımlarımız da önemliydi.

*

ama bir süredir bu sözün anlamı değişti benim için. neden bilmem, bambaşka bir hâlin ifadesi olup çıktı. önemli olan 'yol' ya da 'yolculuk' değil 'yılan'lık ya da 'kuş'lukmuş gibi geldi.

ünlü, popüler, trend, topic vs. insanlara bakıyorum. zirvedeler, herkes onları konuşuyor, milyonlarca takipçileri var ama biri 'yılan' diğeri 'kuş'. 

ikisi de aynı mevkide. 'yılan' torpille, babası, dayısı, siyaseti sayesinde orada, 'kuş' ise alınteri ve donanımlarıyla.

1 Ekim 2024 Salı

anket

burhan eren, 'çocuklar için denemeler' alt başlıklı yıldızlı atlas kitabında yer alan iki nokta üst üste başlıklı 'deneme'de kendi kendine 'anket' yapıyor:

Bir gün: Cumartesi.
Bir şehir: Hiç düşünmeden İstanbul.
Bir renk: Masmavi.
Bir yemek: Hangi birini sayayım bilmem ki.
Bir ceket: Kadifeden bir ceket. Fitilli ve uçuk kahverengi.
Bir çiçek: Hanımeli.
Bir gül: Rüzgâr gülü.
Bir kuş: Sülün.
Bir mısra: "Kimsenin yok, yağmurun bile, böyle küçük elleri."
Bir ders: Ne dersi?
Bir kitap: Küçük Prens.
Bir gezegen: Küçük Prens'in gezegeni.
Bir içecek: Andımız.
Bir kahkaha: Hah hah ha!
Bir ay: Ağustosun son on beşiyle eylülün ilk on beşi.
Bir deniz: Akdeniz.
Bir gemi: Kağıttan gemi.
Bir soru: "Maveraünnehir nereye dökülür?"
Bir adam: Kardanadam.
Bir ağaç: Kiraz ağacı.
Bir fiil: Güzeltmek.
Bir şair: Yunus Emre.
Bir ses: Annemin sesi.
Bir şarkı: Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar...
Bir dilek: N'olur?

*
bunlar da benimkiler:

bir gün: otuz bir aralık öğleden sonra
bir şehir: ankara
bir renk: eğrelti otu yeşili
bir yemek: hamsili pilav- su böreği- sarma
bir ceket: lacivert, üç düğmeli, düğmeler gümüş rengi
bir çiçek: nergis
bir gül: baş aşağı asılarak kurutulan sarı gül
bir kuş: albatros, göklerin o münzevi dervişi
bir mısra: "kapanmaz yağmurun açtığı yaralar çocuklarda"
bir ders: boş ders
bir kitap: erbain
bir gezegen: inadına plüton
bir içecek: su
bir kahkaha: dolu dolu
bir ay: takvimlerde yer almayan, ağustosun on beşi ile eylülün on beşi arasındaki o ay
bir deniz: libya denizi
bir gemi: bandırma vapuru
bir soru: "neden büyük ırmaklardan bile heyecanlıydı/ karlı bir gece vakti bir dostu uyandırmak"
bir adam: babam
bir ağaç: at kestanesi
bir fiil: özlemek
bir ses: cama vuran yağmurun sesi
bir şarkı: yar imiş meğer
bir dilek: kalbine ılıklık ver allahım