25 Şubat 2022 Cuma

bıçak sırtı

ernst bloch'tan nicht mehr ve noch nicht kavramlarını ödünç alarak başlayalım söze.*

/ki bloch evreninde, artık olamayan ve henüz olmayan diye okunabilir bu ifadeler./

hayat dediğimiz şey, "nicht mehr"dan "noch nicht"e bıçak sırtında bir yolculuktan başka bir şey değil. ardımızda kalanın hüznü, önümüzde olabileceklerin umudu.

bıçak sırtında yürümek ise hem meşakkatli hem tehlikeli. hangi yana düşsek uçurum çünkü.

bir taraf akıldışının uçurumu: delilik, toplum dışına itilmek ya da benliğin kaybı. diğer tarafta ise sıradanlık uçurumu: ortalamaya teslimiyet, kendine özgü her şeyin kaybı ya da kendine ihanet.

çoğumuz ya duruyoruz yolun bir yerinde ya da düşmemeye, dengemizi korumaya çalışarak ilerliyoruz adım adım.

korkumuzdan o kadar yavaş ilerliyoruz ki, çoğu kez varamıyoruz diğer yakaya. özümüzdeki iyilik ve güzellik taşıyan her şey potansiyel, aklımızdan geçenler hayal olarak kalıyor.

sonra mı? ölüyoruz....


*:umut ilkesi

23 Şubat 2022 Çarşamba

sayı problemleri

bir süredir fazla kilolarıyla başı dertte olan ve onlardan bir türlü kurtulamayan bayan x, sabahları içtiği litrelerce sirkeli su da işe yaramayınca son çare olarak gittiği ünlü diyetisyenin önerdiği diyet sayesinde, -diyet yalnızken yapılır hükmü uyarınca- hafta içi her gün bir kilo vermekte hafta sonu ise her gün bir kilo almaktadır.

pazartesi sabahı "beş ileri- iki geri" adındaki bu diyete başlayan bayan x'in fazlalık olarak gördüğü on kilodan kurtulması için en az kaç güne ihtiyacı vardır?

20 Şubat 2022 Pazar

zenith*

"yıllar önce" diyebilecek kadar zaman geçmiş üzerinden. "yıllar"...

"yıllar önce" yörüngesine girdiğimde bu kadar büyüyeceğini tahmin etmemiştim nightcall'un. gece yarısı telefonlarının her şeye ve herkese yettiği zamanlardı. şehrin bomboş sokaklarında arabayla dolaşırken dinliyormuş hissi verirdi. kızın oturduğu sokağa gelince perdeye düşen gölgesini görmek ihtimaliyle yavaşlanırdı.

london grammar sahneye çıktığında ise kız mahalleden taşınmış, uzak şehirlerin duvarlarına "kız öldü" yazan bir adam kalmıştı geriye. araba yoktur artık. müzik kulaklıktan gelip bulur dinleyicisini. ayaklar, hem yorgun hem çıplak.

sonrası odasının emniyetinde anılarla avunan bir adam izlenimi. bazan eski fotoğrafları çekmeceden çıkarıp bakıyor. "kız ölmeseydi ne olurdu?" diye sorup "herkes kadar mutsuz olurduk" cevabını veriyor. bazan da kızın ölmediğini, başka bir şehirde başka biriymiş gibi yaşadığını düşünüyor.

ve "yıllar sonra" kavinsky çıkıp yeni bir albüm yapıyor. albümde bir şarkı var: zenith... bizzat 'kavinsky bey'in söylediğine göre nightcall-II olarak dinlenmeliymiş. yani şehrin sokaklarını nightcall dinleyerek dolaşan ergenler, uzun yolda kendine eşlik arayan kadınlar için yeni bir tat. nasıl derler? biraz değişiklik.

wong kar wai'nin 2046 ile yaptığını hatırlatıyor biraz da. hatırlarsınız, in the mood for love yetmeyince anlatmak istediği hikâyeye, ya da kahramanları yönetmene direnince bir devam filmine mecbur hissetmişti kendini wong kar wai. ve ortaya biçimsel olarak farklı olsa da ruhunu muhafaza eden bir film çıkmıştı.

zenith de öyle. vurmalı çalgılar yerine saksafon önde bu defa. hikâye ise geçmiş için bir ağıda dönüşmüş. ama öz yerli yerinde. nightcall ruhu da...

*kavinsky, zenith

17 Şubat 2022 Perşembe

yolları çatallaşan ilişkiler

saramago'nun kısa ve öz anlatısı bilinmeyen adanın öyküsü'nde kahramanımız bir rüya görür: bu rüyada, kendisiyle birlikte 'bilinmeyen ada'yı bulmak için denize açılmayı, bunun için de 'karar kapısı'ndan geçmeyi, dolayısıyla saraydan ayrılmayı göze alan hizmetçinin -tam da adam ona aşık olmuşken- onu terk ettiğini görür.*

*

bir çok ilişkide yolun kaçınılmaz biçimde olarak çatallaştığı, hâlin paradoksa dönüştüğü bir an vardır. paradoks, çünkü yollar birbirini doğururken dışlar da.

yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal deyiminin bir örneği. iki ucu da boklu değnek hikâyesi. uçlardan tutamazsın, ortadan tutmaya kalkarsan dengeyi sağlayamazsın.

mesela, adam tutkulu bir bahçıvan olsun. hayatının şimdiye kadar olan kısmını istanbul lalesi'ni yeniden yetiştirmeye harcamış ve kalanını da bu işe vermeye hazır adam.

böylesi derin bir tutku herkesin dikkatini çeker. hayranlık doğurur. bazan da aşk. çünkü böylesi tutkular, böylesi adanmışlıklar nadirattandır. rastlayınca kimse kayıtsız kalamaz.

bu koşullarda başlayan bir hikâyenin yolu tam da dediğim yerde çatallanır. adam ya istanbul lalesi'nden vazgeçer ya da bu yüzden aşkı bulmuş olmanın motivasyonuyla hayaline daha sıkı sarılır.

peki kadın ne yapar? ya "sen istanbul lalesi'ni benden çok seviyorsun, git onunla evlen" der. ya da "sen çok değiştin"...

*

tam burada, kaybedenler kulübü'nü de anabiliriz galiba: "kadınların özelliği ne biliyor musun? seni sen yapan özelliklere âşık olup sonra senden o özellikleri almaya kalkıyorlar."



*: "çünkü nasıl bildiğini bilmese de, bal gibi biliyormuş kadının gelmekten son anda vazgeçtiğini, rıhtıma atlayıp, güle güle, madem gözün bilinmeyen adadan başkasını görmüyor, bana yol göründü, güle güle, dediğini, oysa bu hiç de doğru değilmiş, adamın gözleri daha şimdiden kadını arıyormuş ama bulamıyormuş."

14 Şubat 2022 Pazartesi

karnabahar

ayaküstü, küçük, kısa sohbetler arkadaşıydık. selamlaşmayı, hal hatır sormayı ihmal etmez ama nehrin karşı yakasına pek nadir geçerdik.

avukat olduğunu, kıyafetlerini yaşlı görünmeyi göze alarak seçtiğini biliyordum. sebebini hiç sormadım, dürüst olmak gerekirse merak bile etmedim. bir ihtimal, "belki de ruhu yaşlı," demiş, geçmiş olabilirim. ama hatırlamıyorum.

yaşıtları gibi değil de fotoğraf albümlerinde kalmış annesi, kendisinden on yaş büyük ablası ya da hayran olduğu öğretmeni gibi giyiniyordu çünkü. ama bir tarzı vardı. ve kim ne derse desin zevkliydi.

bir gün markette rastladım ona. daha doğrusu kasa sırasında gördüm. bir kaç kişi önümdeydi. ama seslenmek içimden gelmedi. üstelik maskeli maskeli.

alışveriş çantasına koyarken fark ettim; karnabahar almıştı. karnabahar mı? kim karnabahar alır ki?

bana sorsalar, "ne karnabaharı? taco falan yapıyordur o," derdim. "makarnayı bile italyan usulü yapıp, türlü çeşit peynirle servis ettiğine eminim. mutfağında uzak doğu rüzgarları esiyor, hindistan'dan bu tarafa geçmiyordur," falan. yok canım! evde suşi yapacak değil ya! onu da dışarıda yiyordur.

"geçen gün" dedim, sonraki karşılaşmamızda. "sizi markette gördüm. karnabahar alıyordunuz."

"ah!" dedi. "çok severim."

her şeyini seviyormuş. özellikle kızartmasını. ben mi? "severim, demek beni yalancı yapar. ama yerim."

fark ettim ki, ince, kemikli elleri var. french yaptığı dikdörtgen tırnakları da parmakları gibi uzun. gözleri simsiyahmış. ya da koyu kahverengi. belki de gözlerinin gölgesinde sessizce dinlendiği kirpiklerine sürdüğü rimel yüzünden bana öyle geldi. saçları da gece gibi karaymış meğer. omuzlarından aldığı cesaretle aşağıya dökülen zifiri karanlık. dalgalanmasa da bazan önüne bir engel çıkmış ırmaklar gibi yönünü değiştiren çağlayan.

belindeki gamzelere dökülüyor olmalı. kim bilir? belki bir gün sorarım.

11 Şubat 2022 Cuma

pidief

"bırak okumayı, eldivenle dahi dokunmam," dediğim kitabının genişletilmiş yeni baskısını pdf olarak yollamış.

"okumadan sildiğim pdf dosyalar gibisin" diye mesaj atayım da cevap olsun.

hem de bir sonraki kitabında kullanır.

8 Şubat 2022 Salı

melekler ve şeytanlar

"belki de son zamanlarda dile getirdiğim kimi endişelerim fazla abartılı; ancak kendimi bildim bileli, bana öyle geliyor ki şeytanlarım benden çıkarılacak olsa meleklerimde bundan biraz, hadi çok az (diyelim) ürkerdi ve bu -sizin de hissettiğiniz üzere- benim, ne pahasına olursa olsun göze alabileceğim bir şey değil..."*


*: rainer maria rilke, emil freiherrn von gebsattel'a mektup (24ocak1912)

6 Şubat 2022 Pazar

yeni dünya düzeni

tanıdık gelebilir ama anlatacağım olay yıllar önce, fransa'da geçiyor. o yüzden tedirgin olmayın.

*

yaklaşık otuz yıl önce, ağustos bin dokuz yüz doksan üç... elle dergisi kapağında bir yaz testi başlığıyla çıkmış o hafta: fahişe misiniz?

şaşırtıcı olan yalnızca sorunun kabalığı değil, cevaplarda ki coşku: bu soruya olumlu cevap vermeyen bir tek kadın yazar, bir tek kadın gazeteci olmamış bu ünlü haftalık dergiden; üstelik benzersiz bir "orospu", bir "sürtük" olmaktan gururlanarak.

kısacası, "fahişe", aşk oyunlarında yer alan bir öğenin eşdeğerlisi konumunda bir şan unvanı olmuştu. bir hakaretin bu şekilde bir gurur kaynağına dönüşmesi, nasıl bir dünyada yaşadığımızı anlatıyor aslında. ya da cennetten gerçekten kovulduğumuzu.

bunu anlatmakla ahlâkçı olduğum izlenimi bırakmak istemem. kaldı ki, ahlâkçı değil ahlâklı olmak isterim. üstelik, ahlâkı yalnızca cinsellikle ilgili eylemlere indirgiyen kafa yapısından nefret ederim. ve her zaman dediğim gibi: herkes istediğini olsun bu dünyada. çok istiyorsa vejetaryen de olsun.

bu olayda beni rahatsız eden şeyler iki tane. birincisi, tıpkı spor yapmak, kitap okumak, kedi beslemek, yatsı namazının peşi sıra bir cüz kur'an‐ı kerim okumak, erasmus'a gidince her gece içmek, yılın altı ayını güney yarım kürede geçirmek gibi hava atılacak bir şey sanmak. ikincisi de, bu denli mahrem bir şeyi uluorta söylemek. yaşını başını almış bir blogger eskisi olarak ben de biliyorum doğru kişi ve doğru koşullarda mahrem alanın nasıl da şenlikli olabileceğini. o şenliğin de mevcudiyetini bir çeşit sınırsızlığa borçlu olduğunu. ama mahrem, ama havası atılacak bir şey değil.

ama olmaz. bu, 'yeni dünya'da mahrem deyip eskiden sakladığımız her şey gibi cinsel yaşam da kendini teşhir etmelidir. yeni bir şehvet zübbeliği: bu konuda kimse az biliyormuş gibi görünmek istemez.

oysa, lokantada hesabı öderken parayı göstermeyen insanları da gördü bu gözler.

ya da ölüm gibi hayatın en büyük gerçeği hâlâ müstehcen ve gizlenen bir şeyken, mahrem alanda kalması gereken sırlar sahneye çıkıyor, kamusal alana taşınıyor ve herkes televizyonda, radyoda, internette onu anlatmak istiyor. çoğu zaman abartarak, yalanlar katarak.

belki fazla söze ihtiyaç yoktur. anafikir, bu soru ve cevaplardan yola çıkarak jean- pierre elkabbach adındaki gazetecinin bir kadın okura aynı soruyu sorması üzerine aldığı cevapta gizlidir. ya da cevaptaki vurguda.

"- ya siz bayan, siz fahişe misiniz?

- ne yazık ki hayır."

2 Şubat 2022 Çarşamba

"haklıydın" diyeceğiz "günün birinde"

bütün ayrılıkların ortak kaderidir; ayrılırken yalnızca bir taraf acı çeker. ya da üzülür. ya da kalır. ya da gidemez...

işte o taraf, olan bitene anlam veremeyen taraftır. aklı almaz, nasıl da bitebilmiştir her şey. ceza olsun diye kendini suçladığı kısa anlar dışında muhatabını suçlar, beddualar değilse de sitemler eder ona. bir şeyden emindir; hatasını anlayıp geri dönecektir giden. ya da onun gibisini bulamayacak pişman olacaktır. dönmese bile özleyeceği, bir gün "ne yapmışım ben" diyeceği kesindir. tıpkı yıllar önce göksel'in günün birinde ile yaptığı gibi.

aradan zaman geçip yara soğuyunca, olaydan biraz uzaklaşıp olanlara dışarıdan bakma şansı bulunca yani. belki de onsuz yaşamaya alışınca... her işte bir hayır olduğunu anlayıverir geride kalan. ya da gidemeyen. yeni anlamıştır ama doğrusu budur. allaha şükürler olsun ki, gitmekle onunla yaşayacağı sonsuz ölümden korumuştur onu. bir sabah uyanır, tıpkı göksel gibi haklıydın der. 
çünkü seninle çürürdük aynı toprakta
çünkü seninle üşürdük aynı yatakta
bir yastıkta büyürdü dağlar aramızda
sen haklıydın, imkansızdı bu sevda*
*

göksel'i pek bilmem. ama günün birinde'yi hem dinler hem severdim. haklıydın'ı ise bir kaç gün önce tavsiye üzerine dinledim. uzun yol yürümüş, eşikler aşmış, büyümüş bir kadın gördüm.

şarkılar tesadüf değildir belki de. göksel kalbi kırık genç kızken günü gelmiş "mevlâm ne eylerse güzel eyler" diyen bir kadına dönüşmüştür artık.


*: elbette bu şarkının evlilik düşmanı bir şarkı olma ihtimali de var. aşka evet, evliliğe hayır. ne de olsa bütün evlilikler diğer evlilikler kadar mutsuz.