ah "yalan dünya"...
bir defa daha en iyi yaptığı şeyi yapıyor ve mecbur ediyor: yaklaşık üç yıldır taslaklarda duran, en son geçen kasım ayında bir kaç cümle eklediğiniz bir yazıyı bozlaklar eşliğinde, bazan ağlayarak tamamlamak zorunda kalıyorsunuz.
*
bozkırın tezenesi...
kırşehirli mahalli sanatçı...
eğer atatürk'ün öldüğü yıla denk gelmese belki de doğum tarihini bilemeyecek bu adam, yokluk içindeki çocukluğunu, bir kaç yıl sonra öksüz kalacağını bilmeden, babası muharrem ertaş'ın ardı sıra kırşehir ve çevresinde köyden köye, düğünden düğüne gezerek, babası bağlama çalıp türkü söylerken bazı oynak melodiler eşliğinde ortada oynayarak geçirir.
biraz büyüyüp bağlamasını eline alınca, babasından kendisine sirayet eden yetenekle abdal geleneğini iki binli yıllara taşıyacaktır. sonrasını biliyorsunuz, kara sevdaya, gurbete, ana sevgisine, yoksulluğa dair bozlaklar havalandıran bir 'garip'...
ankara gazinolarında çalışır. babasını kırmayı göze alarak sevdiği kadınla, 'leyla'sıyla evlenir. ki ona bütün kadınlar 'leyla'dır. kısa bir istanbul tecrübesi yaşar. bu tecrübe sırasında iki de plak doldurur. radyo günleri derken, ortadan kaybolur. bozulan sağlığı yüzünden çocuklarının yanına almanya'ya gitmiştir. hatta, bir trafik kazası yüzünden eski yugoslavya'da üç ay hapis yatar. gerçekten de, "hapishanelere güneş doğmuyor"dur. neredeyse yirmi yıl süren yokluğunda bolca "ölüm haberi" gelir. ölmemiştir ama eserleri gerek kendi sesinden, gerek 'folk müzik' cilasıyla çeşitli sanatçılardan dinlenmeye devam etse de unutulmuştur.
tam burada ben dahil oluyorum anlatıya. kestane çıkmış da tabağını beğenmemiş tayfasına dahil olmaktan haya ederim. kaldı ki, hiçbir zaman o tayfadan olmadım. ama büyüdüğüm dönemde okullardaki mahalle baskısına karşı koyamayacak kadar çocuktum. türkçe müzik mi, ne kadar banal... ama büyüklerimiz vardı, hem de en ikna edici cümleleriyle: sen blues seversin, neşet ertaş'ın yaptığı da blues. amerika'da yaşasa kesin blues yapardı.
ama neredeydi?
kanalyedinin kanalyedi olduğu zamanlardı. fotoğraflarla yapılmış bir klip eşliğinde içim titreyerek gönül dağı'nı dinledim. "gönül" sözcüğünü, "ğonul" ile "ğonül" arasında bir yerlerde söylüyor, daha da güzelleştiriyordu.
kalan müzik birkaç yıl sonra neşet ertaş külliyatını yayınlamaya başlayınca ilk aldığım albüm doğal olarak gönül dağı oldu. sonra da diğerlerini almak zorunda kaldım. çünkü kayıtsız kalınamazdı. ve öldüğümde terekemden çıkacak en kıymetli şey belki de bu külliyat olacak.
ilk albümü gönül dağı için alınmıştı ama kızılırmak daha ilk dinlemede onun önüne geçiverdi. o kızılırmak ki, şekip şahadoğru'nun şikayet olmasını ile birlikte tasavvuf etkisinin en yoğun hissedildiği halk müziği parçasıdır. o günlerden bugüne çok neşet ertaş türküsü eskittim ama kızılırmak değişmeden kaldı.
neşet ertaş'tan başka hiçbir şey dinleyemez olduğum, bayram bilge tokel'in neşet ertaş kitabı'nı elimden bırakamadığım günlerde bir konser için ankara'ya geldi. arkadaşlarımdan gelen olmadığı için tek başıma gittiğim konser unutulmaz bir tecrübeydi: altmış üç yaşındaydı ama sahneye koşarak çıktı. "buraya gelirken bastığınız yollarda yüzüm vardır," dedi. 'bakalım o gara suratlı ne yapıyor diye düşündünüz," dedi. "burası çok sıcak oldu. izin verirseniz ceketimi çıkartabilir miyim?" dedi. etrafıma baktım. tek başıma gelmiştim ama yalnızlık hissetmiyordum.
türkünün popülerleşip her popüler nesne gibi tüketime sunulduğu günlerde bana da sordular, türkü dinliyor muydum? "dinlemem. ben sadece neşet ertaş dinlerim." zaten, onu dinlemenin, 'türkü modası'yla bir alakası yoktu.
o 'türkü modası'nın güzelliklerinden olan gönül dağı'nda bir garip kitabı için neşet ertaş'la nehir söyleşi yapan haşim akman, zor geçen çocukluğunu dinledikten sonra dayanamaz ve sorar: "hiç isyan etmediniz mi?" o da, "biz doğduğumuzdan beri yoksulduk, varlığı görmedik ki yoksulluktan şikâyet edelim. biz şöyleyi böyleyi görmedik ki daha iyisi için hayal kurabilelim." cevabını verir.
ve böylece daha da büyür.
*
bugün: yirmi beş eylül iki bin on iki...
neşet ertaş, bu yalan dünya'dan geçti, ebediyete yürüdü.
inandığı tanrı ondan şefkatini esirgemesin.