yüzmekle ilişkim bir kaç döneme ayrılabilir. gelin, deneyelim:
bir... her deniz çocuğu gibi ben de kendi kendime öğrendim yüzmeyi. üstelik deniz, korkmamız değilse de çekinmemiz gereken bir şeydi. yanımızda büyükler olmadan gitmek yasaktı. ama biz kaçardık. kayalık'ta paslı tenekeler üzerinde midye pişirir, yerdik hatta. ve kolayca yakalanırdık. büyükler tırnaklarıyla kolumuza bir hat çeker, tenimizdeki tuz kalıntısı bir çizgiyi, çizgi de bizi ele verirdi.
ama yol üzerindeki sokak çeşmelerinde elimizi, yüzümüzü, kolumuzu yıkamayı öğrendik.
sadece bunu değil, 'mayomuzu içimize giymeyi' de.
iki... üniversite son sınıfta, 'o kız' beni terk edince her şeyden ve herkesten kaçmak için başlamıştım havuza gitmeye. haftada üç akşam. üstelik efor sarfetmek iyi de geliyordu. bunun bir çeşit perhiz olduğunu, fazla enerjiyi yalan yanlış yerlere kanalize etmek yerine yüzmeye harcıyordum. ne yani, haftada üç defa kafes dövüşünde ağzımı burnumu kırsalar daha mı iyiydi?
fazla uzun sürmeyecek, çenemde çakıl taşlarının armağanı bir izle unutulmaz kıldığım o yaz gününe kadar devam edecekti.
üç... sonrasında bir yaz eğlencesine, bazan halı sahada top peşinde koşmak yerine havuzu kulaçlayan arkadaşlara takılmak gibi grup etkinliğine dönüştü.
bir de, selçukla birbirimizden cesaret alarak ufuk çizgisini geriye ite ite neredeyse yunan adalarına kadar yüzmüşlüğümüz var ki söylemezsem olmaz.
dört... spor için 'koşmak'ı seçtim çünkü ihtiyacım olan "adasal bilinç" oradaydı. 'deniz feneri yalnızlığı' falan ama zaten hayatın içindeydim, bir de takım sporlarıyla uğraşamazdım. paintball oynayabilirdim ama sonrasında vietnam sendromu tarzı bir hâle düşmek vardı.
neden 'yüzmek' değil de 'koşmak' derseniz zaman avantajı çoktu 'koşmak'ın. kapıdan çıkıp kendimi sokağa atınca başlıyordu. oysa yüzmek için bunun en az iki katı zamana ihtiyaç vardı. "üstelik parasal" diyecektim ki, iyi bir koşu ayakkabısının neredeyse yıllık havuz ücretine denk geldiğini fark ettim.
beş... sonunda oldu. dizimde bir ağrı hissettim. sağ. ahmak ıslatan altında duramamaktan korkarak keyifle koşmuş, kalsiyum ve magnezyumla dolu bir bardağı içerek ıslandığı için yeşili koyulaşan bahçeyi seyrediyordum.
koşmaktandı, biliyordum. biraz dinlenecek, peşi sıra daha kısa ve daha yavaş bir tempoyla koşacaktım. sonra eski alışkanlıklara dönerdim nasıl olsa.
yaklaşık on beş günlük dinlenmeden sonra ilk denemede değişen bir şey olmadığını gördüm. ikincide de.
doktor hanım, "burası mı?" diyerek canımı yaktığında, "başka koşullarda olsa hoşuma giderdi," dememiş olmak beni yazarken bile şaşırtıyor. belki de acının büyüklüğünü söylüyor.
ikinci randevuda, bilgisayar ekranına bakıp bir şeyler söyledi. galiba manası, "artık büyüyen değil yaşlanan bir adam olduğunuzu unutmuşsunuz sanırım" gibi bir şeydi.
herhangi bir sorun görünmüyormuş ama koşmak yerine bisiklet ya da yüzmek daha iyi olurmuş.
ben de, o gün bugündür yüzüyorum.
dört hafta oldu.