29 Mayıs 2024 Çarşamba

dakika ve skor

"Tüm o arayışım sırasında keşfetmekten kaygı duyduğum diğer kişi gerçekten başka birisi miydi, yoksa sadece kendi yalnızlığıma mı tahammül edemiyordum?
Bu sonsuz hiçlikte dolanıp duruyordum. Bazen de, eğer deli değilsem, dolanıp durmak yerine, şiirselleşiyordum. Kendimi dürüstçe, olayları bu gibi yollarla düşünmeye verdim.
Sonsuz boşlukların bu hiç bitmeyen sessizliği beni korkutuyor. Örneğin, onları da böyle düşündüm.
Bir anlamda, onları böyle düşündüm.
Aslında bu cümlenin altını, üniversitedeyken Pensées [fr. Düşünceler] adlı bir kitapta çizdim.
Ayrıca, sonsuz bir hiçlikte dolanıp durmakla ilgili cümlenin altını, elbette bir başkasının kitabında çizdim."*


*: david markson, wittgenstein'ın metresi

26 Mayıs 2024 Pazar

tehlikeli şiirler - altmış dokuz

tehlikeli şiirler okuyalım leyla
oktay rifat horozcu'dan bir şiir* mesela

Harcını çekiyorlardı yapının,
kara bir don, belden yukarsı çıplak.
Yıldızlarını çekiyorlardı evin omuzlarında,
pencereden görünecek dallarını, komşunun yarısını,
ağaçların arasında kaybolan yolunu,
durulacak yerlerini çekiyorlardı, bütün o noktaları,
aşkı, ki saklanırız çoğu kez sevişmek için,
köşeleri çekiyorlardı, merdiven başını,
mutfağın sofaya vuracak aydınlığını,
bir kızın ölüşünü ansızın
iki kapı arasında, yaz başlangıcı olabilir,
saksılar olabilir, hasekiküpesi, cezayirmenekşeleri,
yalnızlıkları çekiyorlardı, öpüşleri,
karşı çıkışları, susmalara karışan böğürtleni,
bir denizden uzaklara çıldırmanın sevincini,
bükük beli, koltuktakini, sofada yürüyeni,
kaynayan çaydanlığın mutfağa diktiği
o kokulu ağacı, kabuklarını döktükçe büyüyen,
semizotunu masada, maydanozu, domatesi,
kaşığa uzanmayan eli ve lokmayı boğazda düğümlenen,
doğacak oğlanı ölmeden önce
bir nisan yağmurunda avucunda güneşle.
Çay soğumasın, bu reçeli seversin sen,
orasını çekiyorlardı işte, tam orasını,
umutların ömrümüzden döküldüğü yeri
ve ev yükseliyordu yavaş yavaş kaderine doğru.

Onlarsa gün batmadan gidecekler.

*:harç çeken işçiler

22 Mayıs 2024 Çarşamba

soru

evet, bir sorum var. "günün sorusu" değil ama onlar gibi cevap vermekten çok düşünmek için. biraz da, "beş yıl sonra kendinizi nerede görüyorsunuz?" tadında.

*

üniversitedeki hâliniz şimdiki hâlinizle ahbap olur muydu? ya da şimdiki hâlinizi görse ne düşünürdü?

/istediğiniz sorudan başlayabilirsiniz. yaşı genç olanlar ya da kendini genç sayanlar buradaki 'o hâl'i daha erkene çekebilirler./

*

ahbaplık konusunda cevabım çok net: yüzde yüz. çünkü, hem üniversitedeki hâlim kendinden büyüklerle ahbaplık etmeyi severdi hem de şimdiki hâlim gençlerle takılmaktan keyif alıyor.

tencere ve kapak hikâyesi yani.

o yaşlarda bugünleri düşündüğümü hatırlamıyorum. hem ilişkilerimi hem hayatımı günleri birbirine ekleyip hafta, haftalardan ay, ayları da yıl yaparak yaşamayı seçmiştim. bir yıl sonraki ben adına kimseye söz veremez, karşıdan karşıya geçerken dikkatsiz bir şoförün bedenimi kendisine armağan zannetmeyeceğini garanti edemezdim.

eğer plan denilebilirse, mezun olmak, para kazanmaya başlamak, erken yaşta baba olup çocuklarımla beraber büyümekti planım. dostlarımla bağımı kopartmadan, diplomalı bir mesleğin emniyetinde tek bir çizgi üzerinde yürümek istiyordum galiba.

elbette girit'e gitmek, new york maratonunda koşmak, chris isaak ya da 'aziz' tom waits konserinde kendimden geçmek gibi hayallerim vardı.

şimdi, o zaman düşünsem ya da hayalini kursam bile aklıma gelmeyecek bir yerdeyim.

deniz feneri yalnızlığı yerine daha kalabalık bir yaşantı tahmin ederdim galiba. ya da kendi kendine konuşmak yerine birilerini peşinden sürükleyen bir adam.

'o kız'la evli olmayışıma şaşıracağıma da eminim. çünkü o zamanlar, onsuz bir hayat düşünemez, eğer onu görmezsem ölürüm sanırdım.

babasına aşık bir kızım olmasını beklerdim. ya da iki. çünkü, o vakitler ideal çocuk sayısının dört olduğuna inanıyordum. ama dillere persenk hâliyle değil. sadece torunlar teyze, hala, amca ya da dayıdan yoksun kalmasın diye iki kız iki erkek.

sonra durulmuş, gideceği yolları tükettiği için değil de yollar bir çembere döndüğü için hikâyesinin başladığı yere dönmüş bir adam olacağımı tahmin edebilirdim.

örnekler çoğalabilir. ama üniversitedeki hâlim bu hâlimi severdi bence. özellikle kendim olarak kalabilmiş olmamı -beni büyük imtihanlarla sınamayan, taşıyabileceğimden fazlasını bana yük etmeyen ohepvarolan'a şükürler olsun- takdir ederdi.

belki beni renksiz bulurdu ama içten içe ilerde benim gibi bir adam olmak isterdi.

o da, "sen kız babası olmalıydın" derdi. "senden annenle, babanla ve kardeşlerinle daha çok vakit geçirmeni beklerdim" de. ne zaman "bekarlar kesinlikle evlenmesin, evliler ise asla boşanmasın" dediğimi duysa bana garip garip bakardı.

benimle koşar, yüzer, maç seyreder, king oynar, kitaplar ve filmler üzerine konuşur, "kitapların ve filmlerin dünyasından çıkmalısın" demeyen bir ahbabı olduğu için mutlu olurdu.

bir de, "iyi ki olmamış o hikâye," derdi. "ohepvarolan seni yıllar sürecek bir ölümden korumuş."

17 Mayıs 2024 Cuma

dakika ve skor

"Roman yazmayı şeytani satranç problemleri kurmaya benzeten Nabokov, edebiyat okumasının ağır iş olduğu kanısındaydı. En iyi romanlarda "asıl çatışma karakterler arasında değil, yazarla dünya arasındadır," diyordu. Edebiyat, yazarın bir evren, bir gezegen, bir coğrafya yarattığı bir alandır Nabokov'a göre; okur da bu alanda yolunu bulma mücadelesi verir. Deha ürünü edebiyatın geleneksel hakikatleri yeniden ifade etmeye, hayattan alınmış gibi duran ayrıntıları tekrarlamaya rıza göstermediğini savunur. Böylesi bir edebiyat, daha önce hiç ifade edilmemiş şeyleri daha önce hiç yapılmamış biçimde yaratmak için bu hakikat ve ayrıntıları yeniden yapılandırır. Elde edilecek ideal sonuç, bitap düşmüş mutlu okur ile yazarı romanın kurmaca dağının tepesinde buluşturmak, "kitap sonsuza dek sürecekmiş gibi birbirine bağlanmış halde" kucaklaşmalarını sağlamaktır."*


*: andrea pitzer, nabokov - yazarın gizli tarihi

16 Mayıs 2024 Perşembe

bulutlu balkon

bakışlarını okuduğu satırlardan kaldırdı, kaldığı yeri kaybetmemek için işaret parmağını arasında tuttuğu kitap kucağında, uzaklara, korunun ardındaki yüksek binalardan arda kalan mavilikte asılı bulutlara baktı.

12 Mayıs 2024 Pazar

artık

geçen gün havuzda... yüzmüş, duşumu almış, spor çantamı yüklenmiş çıkışa yürüyordum. bir hanımefendiyle karşı karşıya geldik.

/belki teyze demeliyim. bence annemden yaşlıydı çünkü. ama 'hanımefendi' anlatıya daha uygun./

o durumda siz ne yaparsınız bilmem ama ben sağa ya da sola hamle etmez olduğum yerde dururum. o da öyle yaptı. o da durunca gülümseyerek yüzüne baktım.

burnunda kesik izlenimi bırakan, kanayan bir yara vardı. muhtemelen yüzücü gözlüğü sebep olmuştu. ama başka zaman, başka yerde olsa sokak kavgasına karıştığını, emniyet kemeri takmadığı için yüzünü ön cama vurduğunu, kapı yerine iyi temizlenmiş bir camdan dışarıya çıkmayı seçtiğini sanabilirdiniz.

eliyle yüzünü yokladı, "gözlük yapmıştır," dedi. ben de bu farkında oluşa güvenerek veda ettim ve yürüdüm. ama peşim sıra söylediklerini duydum.

"merak etmeyin, artık güzel olmadığımı biliyorum."

duymamış gibi yapıp yoluma devam ettim. çünkü, bu söyleyişte hüzün mü vardı, yoksa yaşını başını almış kadınların artık yanlış anlaşılmayacak olmanın rahatlığıyla taşındığı tadından yenmez konfor alanı mı, anlamadım.

umarım ikincisidir.

10 Mayıs 2024 Cuma

rica

"bütün bir kış boyu sadık kaldığım sen,
yazın ateşi içinden duydum
seslenişini - ey sahte bakış,
gönlünün bir kenarında yok et beni."*


*:thomas bernhard, ayın demiri altında

6 Mayıs 2024 Pazartesi

demoklesin kılıçları

tarih kitapları ya da deyimler sözlüğü yalnızca bir tanesini diline dolasa da o kadar çok ki. hele de bugünlerde.

"modernleşme iddiasındaki bir devletin sokaklarında başı boş hayvan olamaz. koşa koşa gittiğiniz, anlata anlata bitiremediğiniz batıda sokak hayvanı diye bir şey yok," diyorsunuz ve "hayvan düşmanı" etiketiyle yaftalanıyorsunuz.

sürçülisan edip ya da bile isteye -oradaki 'adam' er kişi değil insan teki yani birey anlamına geliyor ne de olsa- "bilimadamı" deyiverin cinsiyetçilikten faşizme bir sürü kılıç saplanıyor gövdenize.

"bırakın bu kadar bütçe, laiklik gibi muhteşem bir ilkeyi benimsemiş bir devlette diyanet diye bir kurum olmamalı" dediğinizde dinsiz imansız ilan edilmeniz alacağınız en hafif tepki oluyor.

"balkanlardan, başta girit olmak üzere adalardan, batı trakya'dan anadoluya mecburi göçleri, sebep olduğu acıları, geride kalan kültürel mirası, malı mülkü de konuşalım," diyorsunuz, faşist suçlaması kaplıyor bütün iklimi.

liste uzayıp gider ama en korkuncunu söylemeden bahis bitmez.

"zorbalık ve üç kağıtla kurulan, zorbalık ve soykırımla ayakta durmaya çalışan bir devlet, yani israil yok olsun istiyorum ben. inanç, ırk olarak kendini yahudi diye tanımlayan hiç kimseyle derdim yok. kaldı ki, bana çoğu müslümandan daha yakın yahudi arkadaşlarım var. aynı israil'e düşman pek çok yahudi de.

o yüzden alın antisemitizm putunuzu, demoklesin kılıcı gibi tepemizde sallanan antisemit suçlamanızı, defolun!.."

4 Mayıs 2024 Cumartesi

günün sorusu: sarsıntı

her canlı gibi bir gün öleceğini öğrendiğinde mi daha çok sarsılır insan, yoksa dünyanın kendisinden sonra da dönmeye devam edeceğini anladığında mı?

1 Mayıs 2024 Çarşamba

bir mayıs ve paul auster

bugün bir mayıs, "zenginin malında fakirin de hakkı vardır," diyerek başlayalım söze...

emekçinin, işçinin, parasını helâl yollardan kazanan herkesin bayramı kutlu olsun.

bu vesileyle 'aşk ile bir dahi': katil israil ve işbirlikçileri yok olsun.

*

paul auster öldü. sadece zamanın geçtiğini, yaşlandığımı hissettim. bundan başka üzüntü de hissetmiyorum.

bizim kuşağın yazarlarından olduğu hâlde benim yazarım ol(a)madığı içindir belki. belki de, 'katil israil'in var olmaya çalıştığı topraklarda, toprakların asıl sahiplerine yaptığı zulmü onaylar tavrından.

kitaplarının bazılarını keyifle okudum, yalnızlığın keşfi, birinci bölümdeki* babasının ona bakınca gördüklerini okuyunca şefkat dahi duydum:

"anlaşılan kötü bir evlat olmuştum, bunu şimdi anlıyorum. tam olarak kötü değilse de, en azından düş kırıklığı, bir şaşkınlık ve üzüntü kaynağı olmuştum. oğul olarak bir şair çıkarmış olmasının babam için hiç anlamı yoktu. ne de olsa columbia üniversitesi'nden iki diploması olan bir genç adamın okulu bitirdikten sonra meksika körfezindeki bir petrol tankerinde sıradan bir denizci olarak işe girmesini ve sonra da, mantıksızca, paris'e gidip orada dört yıl boyunca kıt kanaat yaşamasını anlayabiliyordu."

kim bilir tek başına smoke (1995), hatta aradan geçen bunca yıla rağmen içimdeki yerini koruyan, her şeyiyle çok sevdiğim final bölümü bile yeterdi bugün yas tutmaya.

ama içimden öyle gelmiyor. sadece yaşlandığımı hissediyor, dünya sahnesinden bir zulüm destekçisinin daha eksildiğini düşünüyorum.


*:görünmeyen bir adamın portresi