30 Ağustos 2019 Cuma

hayat, hayatlarımız

hiç düşündünüz mü?

ya her şey bir kandırmacaysa? ev, aile, kan bağı bir yanılgı, sadece yüzyıllardır süregelen, en eski beyin yıkama yöntemi ise?

hadi düşünelim.

gerçek hayatın yalnızca her şeye boş verme cesareti bulduğumuzda başladığını varsayalım. ana gemiden uzaklaştığımızda, ipleri kopardığımızda, zincirleri kırdığımızda, sınırları aştığımızda, çekip gittiğimizde ya da her neyse... varsayalım yalnız ya o zaman harekete geçmekte özgür olacağız.

düşünmeye devam edelim.

neyi ne zaman yaşamamız gerektiğini söyleyen olmadan yaşamak, kaybolmanın nasıl bir şey olduğunu anlamak, kaos ve ötesini yaşamamız gerektiğini varsayalım; ya da yalnızlığı kabullenmemiz, demirlediğimiz yeri kaybetmenin verdiği endişeyi, dünyanın tıpkı havaya fırlatılmış bir para gibi ihtimallerden bir ihtimal olduğunu öğrenmek gerektiğini.

biliyorum, bunları yapmayız. düşünmeyiz bile.

bunu yapmazsın yapmayız. kimse bunu yapmaz. dünyadaki uzman çamaşırhaneler beyin yıkama konusunda çok iyidir: şu tepeden atlama, o kapıdan geçme, bu şelaleye dalma, o riske girme, şu çizgiyi geçme.

karar ver! hiç olmazsa bir düşün...

28 Ağustos 2019 Çarşamba

tehlikeli şiirler - kırk iki

bugün tehlikeli şiirler okuyalım leyla
seyyidhan kömürcü'den sinem* mesela

Refik için; annesinin hatr'ına
yüzünün üzülmeye çalışmış yerlerinden bahsediliyor
güya gövdenin ve sesinin başına su gelmiş, inanmazdım
herkesle hançersin de kendinle adın çıkmış sanki,
kalbini özenle kırmışsın bütün eşyanın, ummazdım

incirin öte hatrı suyun kuşkusuz fikriyle üzgünüm
dilemiştim ki en çok kar yağmasın bu kış
bu kış kalp suyumla ıslanmasın yastık! dilemiştim ki
yoktur aşk bu mutlak hasar bu mükemmel hata
bu belki mümkün bir kusurdur sinemdeki
ama ödü varsa umru da var insanın ayarı gibi
anladım sanki: devlet neden şarap kullanmaz
neden en uzun suya en sessiz uzanır yüzün
neden en çok üzülmüş üzümün adı şaraba çıkar

sonra madem insan kal adında bir beladır
insan dalgın bir belgedir kendisiyle hayat arasında
neden eve dönmekten ibarettir hayat
neden bazen simsiyah bir doğruyla denilir:
devletin ve Allah'ın en iyi fikridir kış
bütün evlerin en mükemmel hatasıdır baba

başka incirin yarasını başka incir de bilmez gibi
talandır bu herkesle herkes olmak
kopan umur ufalan ödün adıyla
iki lekenin birbirine dağılmasına sadece aşk mı denir
diğer zeytinin diğer zeytine fethi gibi
dilerim herkesin vaktiyle adı
sinem olan uzun bir yasa değer eli sinem!
o kadar, o denli

*: varlık, temmuz2004

26 Ağustos 2019 Pazartesi

sisifos'un yazgısı

giriş:
sisyphos ya da sisifos'u duymuş olmalısınız. tanrıları kızdırınca bir kayayı dağın tepesine çıkarmakla cezalandırılan bir ölümlü.

cezası da, bir dağın eteğindeki binlerce taş arasından kendi taşını bulmak ve bu taşı yuvarlaya yuvarlaya dağın zirvesine çıkartmak. ama ne zaman taşı tam zirveye taşısa ve "bu defa oldu," diye düşünse taş her defasında gerisin geri yuvarlanır. taşın ardından bakakalan sisifos, aşağı inip tekrar taşı çıkarmaya çalışır. bu sonsuza kadar devam eder.

gelişme:
herkesin hayatında öyle birisi vardır. kalbi kalbinize temas etmiş olabilir, olmayabilir de. çok kıymetlidir ama yanyana yürümek eyleme dökülmemiştir. hatta başkalarıyla yürüdüğünüz bile olur birlikte yürüyebileceğiniz yolları. bazan aylarca görüşmezsiniz. ölse haberiniz olmayacak kadar mesafe girer araya. zamansal, mekansal, duygusal...

ama bir biçimde sürekli yollarınız kesişir, rastlaşır ya da buluşursunuz. sanki o mesafe hiç olmamış gibi bıraktığınız yerden devam edersiniz. sırlar, iç dökmeler, imalar, kahkahalar... dostluk, sevgi, tutku, şehvet.

ve her defasında aynı şeyi hissedersiniz. güneş vuracak, "açılmaz sandığımız kapılar" açılacaktır. o sefer bu seferdir.

tıpkı mustafa kutlu'nun seyfettin'i severdik hikâyesinde anlattığı gibi bir daha kalkmamak üzere yanınıza oturacağını ve birlikte ufuk çizgisine bakacağınızı düşündürsünüz. "şimdi değilse ne zaman?" diye sorarsınız kendi kendinize yıldızlı bir gecede gökyüzünü seyrederken.

ama çok geçmeden o taş gerisin geriye yuvarlanır. bazan uzun bazan kısa süren soluklanmalardan sonra "ya bismillah!" deyip yeniden işe koyulursunuz.

kaya zirveye yaklaşmaktadır. açılmaz sandığımız kapılar şimdi değilse ne zaman açılacaktır?

sonuç:
albert camus bir gün sisifos söyleni'ni yazar. temel uğraşı olan 'absürd ve trajedi'yi bu kısır döngü üzerinden açıklar.

sisifos'un her deneyişinde tekrar düşeceğini bile bile taşı çıkarmaya gayret etmesi trajedidir. yaşamın beyhudeliğine rağmen ısrar etmek ise saçmalık.

21 Ağustos 2019 Çarşamba

günün sorusu: yeniden

yeniden yirmi bir yaşında* olmak ister misiniz bilmem ama, eğer bu mümkün olsaydı, şimdiki bilinç hâlinizle mi yirmi bir yaşında olmak isterdiniz yoksa yirmi bir yaşınızdan hangi bilinçle geçmişseniz o hâlinizle mi?


*: ya da başka bir yaşta

19 Ağustos 2019 Pazartesi

stefan zweig’ın intihar mektubu

birkaç hafta önce stefan zweig'ın intihar mektubu ile karşılaştım. zihnimde cevabı meçhul bir soru: hayat mı sanatı taklit eder sanat mı hayatı?

ama önce başka şeylerden konuşalım.

*

okumak ve okur olmak söz konusu olduğunda kendimle gurur duyduğum konulardan biridir stefan zweig. çünkü onu moda olmadan yıllar önce keşfetmiştim. eserleri, ilgi alanları ve duyarlılıklarıyla vazgeçilmezlerim arasına girmişti. en azından, bir dönem vazgeçilmez sanmıştım.

ilk okuduğum kitabı yıldızın parladığı anlar'dı. adından anlaşılacağı üzere tarihin kırılma anlarını hikâyeleştirerek anlatıyordu. ardından üç ciltlik dünya fikir mimarları'nı okudum: kendileriyle savaşanlar, kendi hayatının şiirini yazanlar, üç büyük usta... bu üç kitapta toplam dokuz hayat anlatıyordu. ama anlattığı hayatlar sanki kendi hayatıydı. kimi anlatıyorsa o oluyor, anlattığı kişiyle arasındaki her türden mesafeyi ortadan kaldırıyordu.

dikkatimi en çok çeken kleist biyografisi olmuştu. iki insanın paylaşabileceği tek şeyin ölüm olduğuna inanan, karşılaştığı insanlara tanışır tanışmaz birlikte ölmeyi teklif eden, nihayet wannsee kıyısında sevgilisi henriette vogel'le intihar eden heinrich von kleist.

oradan roman ve uzun hikâyelerine geçtim. özellikle meçhul bir kadının mektubu ve dünün dünyası çarpmıştı beni.

meçhul bir kadının mektubu üzerine burada, "varlık yayınları'ndan çıkma behçet necatil çevirisinden okuduğum bu öyküyü unutamayacağımı daha o an anlamıştım. belki de tutku denilen o yakıcı duyguyu bu öyküyle, "meçhul" bir kadının rehberliğinde öğrenmeye başladım. ne vakit o duyguyu unutacak olsam bu öyküyü yeniden okudum. yeniden. yeniden..." demiştim.

dünün dünyası içinse üniversite yıllarının vnf.si mikrofona gelsin. ikinci dünya savaşı'na henüz "savaşların ikincisi" demediği günler. her şey defteri-ikide sayıklamış:

"on dokuzuncu yüzyıla son bir bakış ve iki dünya savaşının gölgesinde avrupa günleri. zamanın sanatçıları üzerine sanat- estetik kitaplarında ve ansiklopedi maddelerinde rastlanmayacak türden sözler. viyana, paris, londra üzerine ikinci savaşın kahredici günlerinde özlemli sayıklamalar... ve yazar; kırılgan bir ruh. böylesi bir yoldan çıkmayı kaldıramadığı için öldürür kendini. kim bilir? belki de zamanında yaşayamadı o. ya da soylu bir zamana dair düşleri vardı saraybosna'da sıkılan kurşunla yaralanan, hitler'ce darmadağın olunan."

*

savaştan, güzel olan ne varsa kaynağı saydığı avrupa'dan kaçmak zorunda kalır. önce ingiltere'ye, ardından amerika birleşik devletleri'ne giden ünlü yazarın son durağı brezilya olur. orada bir zamanlar biyografisini yazdığı kleist'ın yolundan gidercesine üç yıl önce evlendiği eşi charlotte e. altmann'la beraber ölüme yürür.

geriye onlarca eser, roman gibi bir hayat, bir de intihar mektubu kalır. brezilyalı bir doktor, intihar mektubunu altmışlı yıllarda bir polis memurundan almış ve otuz sonra da israil ulusal kütüphanesi'ne bağışlamış. kütüphane, ünlü yazarın yetmişinci ölüm yıldönümünde, aralarında intihar mektubunun da olduğu birkaç belgeyi internet üzerinden okurlara sunmuş.

"özgür iradem ve açık bir bilinçle bu yaşamdan ayrılırken, son bir sorumluluk yerine getirilmeyi bekliyor: bana ve işimi yapmama huzurlu bir ortam sunan harika ülke Brezilya'ya içten teşekkürlerimi sunmak. her yeni günle bu ülkeyi daha çok sevmeyi öğrendim, ruhsal anavatanım avrupa kendi kendini yok ettikten ve ana dilimin dünyası yok olduktan sonra, dünyanın hiçbir yerinde hayatımı bu kadar severek yeniden kuramazdım. ama altmışıncı yaştan sonra tam anlamıyla yeniden başlamak çok özel bir güç gerektiriyor. ve benim gücüm yıllar süren vatansız yolculuklardan sonra iyice tükendi. bu nedenle hayatımı doğru zamanda ve doğru bir şekilde sonlandırmamın iyi olacağına inanıyorum. ki hayatım boyunca tinsel uğraşım en büyük haz kaynağım ve kişisel özgürlüğüm en yüce değerim oldu. bütün dostlarımı selamlarım! hepsine uzun geceden sonra gelen tanın kızıllığını görmek nasip olsun! ben, her zamanki sabırsızlığımla önden gidiyorum.”

stefan zweig, petropolis, 22.11.1942"

16 Ağustos 2019 Cuma

olası sonuçlar

okuduğum kitabın yazarı 'tanrıyazar'cılık oynuyor. kahramandan o, yani üçüncü tekil şahıs olarak bahsediyor. kitapta şöyle bir cümle var:

"bir fransız kadın yazardan okumuştu galiba; kadının kahramanı aşkı seviyordu ama neticelerinden hoşlanmıyordu."

13 Ağustos 2019 Salı

on üç ağustos

"(bu)günün anlam ve önemi" demişken,

bayramın üçüncü günü, gökyüzünde meteor yağmurları, yüzümde tebessüm,

daha ne olsun.

11 Ağustos 2019 Pazar

yansıma

hava kararmaya, renkler solmaya başlamıştı. otelin çatıya sabitlenmiş kocaman, kırmızı harflerce söylenen adı ise biraz önce gelip geçen yaz yağmurunun park yerinde bıraktığı su birikintilerinde yankılanıyor, turuncu bulutlar eşliğinde yüzüyordu.

9 Ağustos 2019 Cuma

iltifat

babam çok yakışıklı bir adamdı. gerçekten.  her mahallede en az bir tane bulunan, hülya koçyiğit ya da fatma girik'in "gel şoförüm ol" dediği yakışıklı o değildi ama.

o yakışıklı mevlüt amcaymış. babamın kuzeni... fatma girik, "benimle gel" demiş ama o kalmayı, çamlık'taki gazinoyu işletmeyi ve tutkuyla bağlı olduğu altmış bir model, gece karası chevrolet impalasıyla hilalin bir ucundan diğerine denizi seyrederek gidip gelmeyi seçmiş. yıllar sonra gazinosunda sahneye çıkan assolistin peşi sıra istanbul'a gittiğinde gazinoyu devretmiş, gece karası impalasını satmış, geride dört çocuk ve bir eş bırakmıştı. galiba on yıl kadar önceydi. yenilmiş ve yorulmuş askerler gibiydi. geri dönmüştü. yapayalnız ama hâlâ yakışıklıydı.

ne diyordum? babam çok yakışıklı bir adamdı. bunu sadece babasına hayran, onu kahramanı seçmiş bir çocuk olarak söylemiyorum. "çocuk o, anlamaz" diyen kadınların yanımda konuştuklarından, bahar yağmuru ve dağlarda eriyen kar yüzünden coşan nehirlere benzeyen ergen kızların yaptığı şakalardan, arkadaşlarının babama takılmalarından, annemin babama bakışından anlardım bunu. hem bunlara ne hacet? bir sürü fotoğraf var. göz var. nizam var.

kocaman amcalar, yaşlı teyzeler, abiler ve ablalar beni ilk görüşte babama benzettiklerinde mutlu olurdum. büyüyünce ben de yakışıklı olacaktım. ergenlik falan derken bu benzerlik çoğaldı. kesindi, kaçarı yoktu artık.

ama olmadı. aynada gördüğüm şeyden yana bir şikayetim olmasa da hiçbir zaman babam kadar yakışıklı olmadım, onun, -sözgelimi, doksan üç ilkbaharında, annemin gözü gibi baktığı, çıldırmış arapsaçıları arkasında, salondaki koltukta oturup sonsuzluğa baktığı fotoğraftaki kadar ışıltılı çıkmadım herhangi bir fotoğrafta.

ama babam yakışıklı olmaya, her fotoğrafında ışıltılı ve klas çıkmaya devam etti. rastladığı her aynada, bulduğu her parlak yüzeyde kendini seyretmekten keyif almaya da...

bir defasında asansöre binmiştik. girer girmez aynada kendine baktığını fark ettim. bakar bakmaz da gördüğünden memnun bir ifade yüzüne yerleştiğini de... o ana kadar bahsi hiç geçmemişti ama geçecekse o an geçecekti.

"biliyor musun?" dedim. "küçükken büyüdüğümde senin kadar yakışıklı olacağım sanıyordum." yüzüme baktı. "ne yani, yakışıklı değilim mi sanıyorsun?" dedi.

anladım ki, babam beni yakışıklı buluyor. aldığım cesaretle aynaya baktım. hiç de fena sayılmazdı.

7 Ağustos 2019 Çarşamba

mükemmeliyetçilik

son zamanlarda yolunuz psikolog ya da psikiyatrist odasına düştü mü? pardon, bir arkadaşınızın yolu düştü mü? çünkü, o odalara arkadaşlarımız gider. tesadüfen bizim yolumuz düşmüşse de olaylar 'bir arkadaş'ımızın başından geçmiştir.

bahse girerim, karşısındakinin arkadaşınıza koyduğu tanı "mükemmeliyetçi"dir. yolu o odalardan geçen birini tanımıyorum ki mükemmeliyetçi olmasın. ve her defasında aynı şeyi derim: "iltifat mı hastalık adı mı belli değil!"

aslında, bunun altında ticari bir yan olduğunu da düşünüyorum. küçük bir kelime tercihiyle müşteri memnuniyeti garanti. böyle güzel şeyler duymaya herkes gelir. yine gelir.

bir de, obsesif kompülsif bozukluktan mustaripsiniz, dediklerini düşünsenize. "sensin o!" demezlerse n'olayım.

5 Ağustos 2019 Pazartesi

ülkü tamer'den sözlük denemesi*

Acı: on iki ayın mor kanatlı kelebeği.

Buz: gölün tavan arası.

Ceviz: sincapların sandık diye açtıkları kutu.

Çit: çimen saati.

Düğüm: kuşların yüreğindeki patika.

Elmas: ayışığının sesi.

Fırıldak: rüzgârın çocukluğundan bir anı.

Göktaşı: meleklerin kırık oyuncağı.

Ğ: alfabenin ıssız deresi.

Haydut: ağaçların üstünde dörtnala giden adam.

Ihlamur: hasta böceklerin başucu ağacı.

İnci: deniz diplerinin kırağısı.

Jüpiter: yüzyıllar önce yola çıkmış bir kirpi.

Küskünlük: yaprakların yere düşerken rastladıkları komşu.

Leke: karın üstüne damlayan serçe kanı.

Masal: gürgenlerin çocuklara söyledikleri ninni.

Nöbetçi: kovuk başlarında biten mantar.

Okyanus: yeraltından fışkıran gökyüzü.

Pas: güz bulutlarında donan yağmur.

Rıhtım: toprağın taştan kılıcı.

Saçak: kumruların şemsiyesi.

Şapka: orman cücelerinin tüylü evi.

Takvim: yılların kıyısında dolaşan kayık.

Uyanış: şafağa altın boşaltan bakraç.

Üçgen: kış gelince yağan piramit parçaları.

Vadi: coğrafyanın atlara armağanı.

Yılbaşı: korunun sonunda başlayan koru.

Zebra: üvey kardeş.


*:sıragöller, ölüm seçen çocuklar:SÖZLÜK [yanardağın üstündeki kuş -toplu şiirler- sy:228, yky]

1 Ağustos 2019 Perşembe

rakam sevdası

bazı özel durumlar ve matematiksel işlemler dışında rakam kullanmayı sevmem. ama söyleyeceklerimin bununla bir ilgisi yok.

bir cümlede ya da metinde belgisiz sıfat olan 'bir' ya da sayı sıfatı söz konusu olduğunda rakam kullanmayı tercih edenlerden hazzetmiyorum. öyle ki, onlardan biriyle ne zaman karşılaşsam doku uyuşmazlığı hissederim. ayrı dünyaların insanı olduğumuzu bilir, uzak dururum. bu konuda bir defa bile yanıldığımı hatırlamıyorum.

elbette, masum olabileceklerine ihtimal veriyorum. 'kısa mesaj' modası aileden harçlık aldıkları döneme denk gelmiş olabilir mesela. o günlerde daha uzun yazabilmek için bu yönteme başvurmuş, ister istemez hâlâ bu alışkanlığın etkisini bünyelerinde taşıyor olabilirler. ya da bir türlü yakayı kurtaramadıkları ergenlik yüzünden farklı olmak için bunu yapıyor da...

ama bütün bunlar onların zamana oynayan insanlar olduğunu düşünmemi engelleyemiyor. muhatabına hakkıyla zaman ayırmayı kayıp sayan, bencil insanlar olduklarını düşünüyorum. aynı anda bir kaç kişi ile mesajlaşıyorlar, randevularını peşpeşe ekleyip birinden diğerine koşuyorlardır. yeteri kadar zamanları olsa bile markete ya da manava gidip, peşi sıra mutfakta yemek pişirmek yerine zincir lokantalardan birinde yemek yiyorlardır. sevişmek bile bir tören ya da ayin gibi değil de görev gibidir. muhtemelen hazırlanması gereken bir toplantısı, belki de yetişmesi gereken bir başkası vardır. aceleyle giyinmesi, dinlenebilmek için uyuması gerekir.

öyleleri için küçük prens'i, "susuzluk giderici haplar" bahsini tavsiye ederim. hiçbir şeye yaramasa da kazandıkları her ne ise kaybettiklerinden çok daha az olduğunu anlasınlar diye.