şarkının orası gelince, "bak bana ben bahanenin ta kendisiyim," diye söyleyin lütfen.
28 Ocak 2015 Çarşamba
26 Ocak 2015 Pazartesi
geçmiş - gelecek
bazan muhatabınız öyle bir davranış sergiler ki sadece gelecek değil geçmiş denilen "anı parçalar"ı da ellerinizin arasından kayıp gider.
24 Ocak 2015 Cumartesi
neriman*
altı üstü bir kaç sahnede var ama akıldan çıkmıyor işte.
çünkü o bir yangın. "suriçi'nin en büyük yangını"...
jilet ali, "yakarım allah canımı alsın," dediğinde "yak bakalım," deme cesareti boşuna değil. yangın olan hiç korkar mı alevden? en fazla bir süre harlanır. hepsi o.
suriçi'ne sığmaz olacağını herkes bilir. uzaklara gitmelidir. gidecektir de. ama jilet'in fazla ve boş bir iyimserlikle sandığı gibi dolmuşçuluk yaptığı minibüsle değil. minibüs bu; bildiğiniz dolmuş, teknoloji harikası milyon dolarlık minibüslerden değil. hele jeep hiç değil.
yıllar sonra uzaklarda rastlarız ona. zengin sofrasında. yanına bir tek jilet'in armağanı kolyeyi almış, karşılığında kırık bir kalple sakat bir ayak bırakmıştır. muhtemelen onsuz hayatına bir trafik kazasıyla başlamıştır jilet. ya da sadece "duvara karşı"dır.
günün birinde parmağındaki yüzüğü çıkartır, zengin sofrasından kalkar ve giyindiği hayatı soyunup mahalleye döner. ali'ye döner. "jilet" diye seslenir ama ali bakmaz. çünkü o yıllardır "topal"dır. en son "topal" diye çağırır. ki bu, "seni olduğun gibi kabul ediyorum, çünkü seni seviyorum" demektir.
ve "sana geldim, ayaklarına kapanmaya geldim"....
*:burak aksak, bana masal anlatma (2015)
çünkü o bir yangın. "suriçi'nin en büyük yangını"...
jilet ali, "yakarım allah canımı alsın," dediğinde "yak bakalım," deme cesareti boşuna değil. yangın olan hiç korkar mı alevden? en fazla bir süre harlanır. hepsi o.
suriçi'ne sığmaz olacağını herkes bilir. uzaklara gitmelidir. gidecektir de. ama jilet'in fazla ve boş bir iyimserlikle sandığı gibi dolmuşçuluk yaptığı minibüsle değil. minibüs bu; bildiğiniz dolmuş, teknoloji harikası milyon dolarlık minibüslerden değil. hele jeep hiç değil.
yıllar sonra uzaklarda rastlarız ona. zengin sofrasında. yanına bir tek jilet'in armağanı kolyeyi almış, karşılığında kırık bir kalple sakat bir ayak bırakmıştır. muhtemelen onsuz hayatına bir trafik kazasıyla başlamıştır jilet. ya da sadece "duvara karşı"dır.
günün birinde parmağındaki yüzüğü çıkartır, zengin sofrasından kalkar ve giyindiği hayatı soyunup mahalleye döner. ali'ye döner. "jilet" diye seslenir ama ali bakmaz. çünkü o yıllardır "topal"dır. en son "topal" diye çağırır. ki bu, "seni olduğun gibi kabul ediyorum, çünkü seni seviyorum" demektir.
ve "sana geldim, ayaklarına kapanmaya geldim"....
*:burak aksak, bana masal anlatma (2015)
22 Ocak 2015 Perşembe
zaman
murathan mungan sadece "aşk"tan ve "aşkın halleri"nden inşa ettiği şiiri yalnız bir opera'da "zaman"dan bahseder: "bana zamandan söz ediyorlar/ gelip size zamandan söz ederler".
kolayca tahmin edileceği üzere aşk sonrasıdır...
*:solgun ateş
kolayca tahmin edileceği üzere aşk sonrasıdır...
"yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden. zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden. hepsini bilirsiniz zaten, bir ise yaramadığını bildiğiniz gibi. dahası onlar da bilirler. ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler,bazan o yorulmasın sussun, nabokov konuşsun isterim: bin yıl öncenin beş dakikası/ bir kilo ince kuma denkti...*
öyle düşünürler."
*:solgun ateş
Etiketler:
ahkâm,
alıntı,
beni ben yapan kitaplar
19 Ocak 2015 Pazartesi
okumaya başlamadan "kafamda bir tuhaflık"
blogun burasında kitap kapaklarından, arkakapakyazılarından, ayrıntı'dan, can yayınları'ndan, binooki'den, iletişim'den, yuvarlakkareyuvarlak yayınlarından, marquez'den, emrah serbes'ten, orhan pamuk'tan, adalet ağaoğlu'ndan, murat menteş'ten bahsedeceğiz.
bu haliyle biraz olsun "okumadan kitap eleştirisi" sayılabilir.
ve bütün bunların arasında, "görmeye muktedir gözler" onu nasıl da özlediğimi falan görecek.
başlayalım.
*
yalnızca yazara ya da konusuna dikkat ederek okumak okyanusunda kendine rota çizdiğini iddia edenlere rastlarsanız inanmayın. okumayı tetikleyen, rotayı değiştiren ve hatta belirleyen bambaşka etkenler de var çünkü.
mesela, sadece arka kapak yazılarına bakarak adını ilk defa duyduğun yazarların ilk defa rastladığım kitaplarını satın aldığım çoktur. aklımda kalan tek yanılgı ise -aynı zamanda ayrıntı'nın beni hayal kırıklığına uğratan nadir kitaplarındandır- yalanın erdemi.
kitaplığın rengine ya da okuma odasındaki mobilyalara uyup uymadığına dikkat etmesem de beni kapağı yüzünden tavlayan kitaplar da çoktur. eğer can yayınları'nın yeni basım marquez kitapları için tasarladığı kapaklarla rastlaşırsanız, onlar ne demek istediğimi anlatır.
konuyu bir örnekle açıklayınız. peki...
*
emrah serbes harikası erken kaybedenler'in yeni kapağını gördünüz mü? birileri eleştirimizi, birileri de duamızı duymuş gibi. darısı her temas iz bırakır'ın başına. binooki'den daha çok çalışmasını bekliyoruz.
*
bilindiği üzere orhan pamuk artık yapı kredi yayınları için ter döküyor. yıllardır beklenen son romanı kafamda bir tuhaflık oradan yayınlandı. bilmiyorum yeni dizgicilerinden memnun kalır ve "iletişim yayınları’nın dünya şampiyonu dizgicisi" hüsnü abbas hakkında kurduğu, "en okunmaz yazımı okur ve çok büyük süratle yazar. bazen ben yazmasam bile onun romanı iyi yazdığını hayal ederim"* tarzı cümleler kurar mı?
ama darmin hadzibegovic'in hazırladığı "orhan pamuk'un yazı ve resimleriyle" alt başlığıyla yayınlanan kara kitap'ın sırları tasarımı, kağıt seçimi, boyutu ve içeriğiyle muhteşemdi. öyle ki, kara kitap'a bu denli zaafım olmasaydı bile rastlar rastlamaz satın alır, hem sever hem okurdum.
meğer bütün bunlar "son roman" faciası için hazırlıkmış. resim gibi görsel bir sanattan vazgeçip romancı olmaya karar veren, dahası estetik kaygıları olduğundan emin olduğum orhan pamuk bu kadar berbat bir kapağa ve hatta yazı karakteri ve sayfa düzenine nasıl izin vermiş merak etmekteyim.
*
henüz okumadım ama "türk romanının ilk üçü"ne sokabileceğim orhan pamuk'un son romanından umutlu değilim. ve bu duygu ilk defa içimde büyüyor. (eğer kitaplığın rafında yan yatmış vaziyette sırasını bekleyen kitabı okur da fikrim değişirse soluğu burada alacağıma "küçük izci sözü" veririm.) masumiyet müzesi'nden artan malzemeyi boşa gitmesin diye kullanmış geliyor bana.
onun klasındaki bir yazar için yeni bir roman için altı yıl beklemek hiç de uzun bir süre değil. bu yüzden "altı yıl"ı dillerine persenk edenleri anlamıyorum. türk romanını kilometre taşlarından adalet ağaoğlu neredeyse yirmi yıl sonra roman yayınlayabiliyorsa orhan pamuk da sevenlerini üzmek pahasına bekleyebilmeli.
bir başka tehlike de orhan pamuk'un giderek, "sadece" istanbul yazarına dönüşmesi. yoksa, bulmuşum bir kanal oradan yürüyeyim, kolaycılığına mı kapıldı? oysa bunu murat menteş de yapıyor ve hiç hoş değil.
*: öteki renkler
bu haliyle biraz olsun "okumadan kitap eleştirisi" sayılabilir.
ve bütün bunların arasında, "görmeye muktedir gözler" onu nasıl da özlediğimi falan görecek.
başlayalım.
*
yalnızca yazara ya da konusuna dikkat ederek okumak okyanusunda kendine rota çizdiğini iddia edenlere rastlarsanız inanmayın. okumayı tetikleyen, rotayı değiştiren ve hatta belirleyen bambaşka etkenler de var çünkü.
mesela, sadece arka kapak yazılarına bakarak adını ilk defa duyduğun yazarların ilk defa rastladığım kitaplarını satın aldığım çoktur. aklımda kalan tek yanılgı ise -aynı zamanda ayrıntı'nın beni hayal kırıklığına uğratan nadir kitaplarındandır- yalanın erdemi.
kitaplığın rengine ya da okuma odasındaki mobilyalara uyup uymadığına dikkat etmesem de beni kapağı yüzünden tavlayan kitaplar da çoktur. eğer can yayınları'nın yeni basım marquez kitapları için tasarladığı kapaklarla rastlaşırsanız, onlar ne demek istediğimi anlatır.
konuyu bir örnekle açıklayınız. peki...
*
emrah serbes harikası erken kaybedenler'in yeni kapağını gördünüz mü? birileri eleştirimizi, birileri de duamızı duymuş gibi. darısı her temas iz bırakır'ın başına. binooki'den daha çok çalışmasını bekliyoruz.
*
bilindiği üzere orhan pamuk artık yapı kredi yayınları için ter döküyor. yıllardır beklenen son romanı kafamda bir tuhaflık oradan yayınlandı. bilmiyorum yeni dizgicilerinden memnun kalır ve "iletişim yayınları’nın dünya şampiyonu dizgicisi" hüsnü abbas hakkında kurduğu, "en okunmaz yazımı okur ve çok büyük süratle yazar. bazen ben yazmasam bile onun romanı iyi yazdığını hayal ederim"* tarzı cümleler kurar mı?
ama darmin hadzibegovic'in hazırladığı "orhan pamuk'un yazı ve resimleriyle" alt başlığıyla yayınlanan kara kitap'ın sırları tasarımı, kağıt seçimi, boyutu ve içeriğiyle muhteşemdi. öyle ki, kara kitap'a bu denli zaafım olmasaydı bile rastlar rastlamaz satın alır, hem sever hem okurdum.
meğer bütün bunlar "son roman" faciası için hazırlıkmış. resim gibi görsel bir sanattan vazgeçip romancı olmaya karar veren, dahası estetik kaygıları olduğundan emin olduğum orhan pamuk bu kadar berbat bir kapağa ve hatta yazı karakteri ve sayfa düzenine nasıl izin vermiş merak etmekteyim.
*
henüz okumadım ama "türk romanının ilk üçü"ne sokabileceğim orhan pamuk'un son romanından umutlu değilim. ve bu duygu ilk defa içimde büyüyor. (eğer kitaplığın rafında yan yatmış vaziyette sırasını bekleyen kitabı okur da fikrim değişirse soluğu burada alacağıma "küçük izci sözü" veririm.) masumiyet müzesi'nden artan malzemeyi boşa gitmesin diye kullanmış geliyor bana.
onun klasındaki bir yazar için yeni bir roman için altı yıl beklemek hiç de uzun bir süre değil. bu yüzden "altı yıl"ı dillerine persenk edenleri anlamıyorum. türk romanını kilometre taşlarından adalet ağaoğlu neredeyse yirmi yıl sonra roman yayınlayabiliyorsa orhan pamuk da sevenlerini üzmek pahasına bekleyebilmeli.
bir başka tehlike de orhan pamuk'un giderek, "sadece" istanbul yazarına dönüşmesi. yoksa, bulmuşum bir kanal oradan yürüyeyim, kolaycılığına mı kapıldı? oysa bunu murat menteş de yapıyor ve hiç hoş değil.
*: öteki renkler
17 Ocak 2015 Cumartesi
atışma - beş
ibrahim tenekeci ve osman konuk ne güzel paslaşıyorlar...
*
"eline sağlık tanrım leyla çok güzel olmuş/ tanrım eline sağlık dünya da çok güzel olmuş/ keşke biraz ölmesem."*
"keşke biraz ölmesem, üzülmese leyla./ bir de o kadar güzel ki tanrım gülüşü./ görsem ölürüm. (görsen ölürsün diyemem, kızarsın)" **
*: bir ki deneme
**:internette bir yerler
*
"eline sağlık tanrım leyla çok güzel olmuş/ tanrım eline sağlık dünya da çok güzel olmuş/ keşke biraz ölmesem."*
"keşke biraz ölmesem, üzülmese leyla./ bir de o kadar güzel ki tanrım gülüşü./ görsem ölürüm. (görsen ölürsün diyemem, kızarsın)" **
*: bir ki deneme
**:internette bir yerler
15 Ocak 2015 Perşembe
kadınlar-erkekler: on iki
iyi bir tezgahtar mağazaya gelen bir kadına ilgilendiği gömleği satmak istiyorsa, "bu model ve bu bedenden mağazamıza yalnızca bir tane geldi," der. bir erkeğe satmak içinse, "bu sezon şehirdeki herkes bu gömlekten giyecek," demesi gerektiğini bilir.
13 Ocak 2015 Salı
günün sorusu: marangoz metresi
tıpkı ona katlanan bir marangoz metresi gibi hem ölçen hem ölçülen olmak nasıl bir şeydir?
12 Ocak 2015 Pazartesi
camekândaki kağıt
"böyle olmasını istemezdim ama hep olurdu. dünyanın bütün kizilderilileri yenilir, spartaküs kaybeder, gün batarken sararır, kuşlar döner, sadri alışık denilen hergele, her filminde ağlardı. o ağladıkça ben de ağlardım. nedenimi bilmez ağlardım. ağladıkça sadri'ye kıl kapar gıcık olurdum. üçüncü şahıs olarak kalışına, hep gidici kadınları sevişine, bu gidiciliklerin bir mecburiyet gibi duruşuna, sadri'nin bu mecburiyetlere, giden kisinin özgürlüğü olarak bakıp, ona ihanet etmemek icin kendine ihanet edişine."bu alıntıyı iki grup insan bilir; "arka kapak entelleri" ya da kıyıda köşede kalmış has kitapların peşinden koşan tutkulu okurlar ile en az doksanların sonunu ve iki binlerin başını ankara'da yaşamış kitap sevdalıları.
ilk grubu anlamak için bu ara sinemalarda gösterilen ilhami algör'ün aynı adlı öyküsünden sinemalaştırılan fakat müzeyyen bu derin bir tutku adlı filmi izlemeniz, peşi sıra "ulugugıl"a "ne ayak?" diye sormanız yeterli.
ikinci grup ise yolu mutlaka adil han'a yolu düşenlerdir. oraya türk-iş merkez binasının bir bina ötesindeki girişten girince sol tarafta, vitrini desenleri yer silinmiş, kimi yerleri paslanmış, eski metal kutularla dolu bir sahaf vardı, artık yok:1971kent kitapevi... o sahafın camekânına yapıştırılmış bir kağıtta yazardı bu. okumadan önünden geçmezdiniz.
konuyla alakası yok ama aynı camekâna yapıştırılmış bir kağıt daha vardı; ah muhsin ünlü, dükkan sahibinin muhteşem el yazısıyla "karıcığım bana eroin koya" derdi.
7 Ocak 2015 Çarşamba
hayat bilgisi
sene olmuş iki bin on beş. ama orhan k. hâlâ öfkeli. iyi ki öfkeli. yine de, ohepvarolan bizleri onun huysuz ihtiyar günlerinden korusun.
kısa bir metin bu. ama hep olduğu gibi sert. suretimize tuttuğu bir ayna daha.
*
hepimiz dünya ve hayata dair en doğru bilgilere sahibiz. bu yüzden siyaseten en doğru yerde duruyor, kavun-karpuzun en iyisini seçiyor, dünyanın en büyük takımını tutuyor, kim biraz para ister tarzı yarışmalara katılacak olsak en yüksek ödülü kazanacağımızı sanıyoruz.
eğer fırsat bulur da o romanı yazarsak edebiyat yeni bir yetenek kazanacak. mükemmel evlatlar olmasak da iyi bir eş, muhteşem bir anneyiz (ya da baba). allah herkese bizim gibi dostlar nasip etsin; kimseyi yarı yolda bırakmayan, kıymet bilen, fedakâr.
kendimizle nasıl da barışığız. kendimizle en çok kendimiz dalga geçeriz. çok az makyaj yapıyor, formumuzu korumak için hiçbir şey yapmıyoruz. ne saçımız ne boyumuz, hiçbir önemi yok. mesai arkadaşımızın yeni ayakkabılarını fark etmiyoruz bile. herkesin arabası kendine. terfi meselesine gelince, herkes hak ettiği yerde.
sizi üzmek istemem ama bunun böyle olmadığını bilen biri var.
hatta çok yakınızda.
o kişi, sahip olduğunuz, edinilmiş ya da öğrenilmiş her türden bilginin kusurunu, siyaseten duruşunuzun esen rüzgara göre şekil aldığını, kavunu ya da karpuzu manavın seçtiğini eğer manav seçmezse başınıza nelerin geldiğini, o en büyük takımı ancak galip geldiğinde sevdiğinizi, televizyon karşısına kurulup izlediğiniz o yarışmalarda beşinci sorudan ileriye geçemediğinizi çok iyi biliyor.
eğer narsizim ya da şizofreniden muzdarip değilseniz, o kişi sizden başkası değil.
kişi bir tek kendini kandıramıyor. bu nedenledir ki, hiçbirimiz çevre ve bildiklerimiz hakkında yalnızca kendi duygularımıza inanmayız.
başkalarına itiraf edemesek de, birilerinin bize seçtiğimiz kavunun harika, zekamızın doruklarda olduğunu söylemesi gerekir. hep bir yabancının gelerek bize bir takım ek bilgiler vermesini bekleriz. yani kendi algılamamız dışında kalan şeyleri. ancak bu şekilde kandırılmadığımıza emin oluruz.
sizi bilmem ama ben bu yüzden yabancıların samimiyetine inanıyorum galiba. sadece onlar en çok öğrenmek istediğim şeyleri söylüyor bana.
orhan k. değil...
kısa bir metin bu. ama hep olduğu gibi sert. suretimize tuttuğu bir ayna daha.
*
hepimiz dünya ve hayata dair en doğru bilgilere sahibiz. bu yüzden siyaseten en doğru yerde duruyor, kavun-karpuzun en iyisini seçiyor, dünyanın en büyük takımını tutuyor, kim biraz para ister tarzı yarışmalara katılacak olsak en yüksek ödülü kazanacağımızı sanıyoruz.
eğer fırsat bulur da o romanı yazarsak edebiyat yeni bir yetenek kazanacak. mükemmel evlatlar olmasak da iyi bir eş, muhteşem bir anneyiz (ya da baba). allah herkese bizim gibi dostlar nasip etsin; kimseyi yarı yolda bırakmayan, kıymet bilen, fedakâr.
kendimizle nasıl da barışığız. kendimizle en çok kendimiz dalga geçeriz. çok az makyaj yapıyor, formumuzu korumak için hiçbir şey yapmıyoruz. ne saçımız ne boyumuz, hiçbir önemi yok. mesai arkadaşımızın yeni ayakkabılarını fark etmiyoruz bile. herkesin arabası kendine. terfi meselesine gelince, herkes hak ettiği yerde.
sizi üzmek istemem ama bunun böyle olmadığını bilen biri var.
hatta çok yakınızda.
o kişi, sahip olduğunuz, edinilmiş ya da öğrenilmiş her türden bilginin kusurunu, siyaseten duruşunuzun esen rüzgara göre şekil aldığını, kavunu ya da karpuzu manavın seçtiğini eğer manav seçmezse başınıza nelerin geldiğini, o en büyük takımı ancak galip geldiğinde sevdiğinizi, televizyon karşısına kurulup izlediğiniz o yarışmalarda beşinci sorudan ileriye geçemediğinizi çok iyi biliyor.
eğer narsizim ya da şizofreniden muzdarip değilseniz, o kişi sizden başkası değil.
kişi bir tek kendini kandıramıyor. bu nedenledir ki, hiçbirimiz çevre ve bildiklerimiz hakkında yalnızca kendi duygularımıza inanmayız.
başkalarına itiraf edemesek de, birilerinin bize seçtiğimiz kavunun harika, zekamızın doruklarda olduğunu söylemesi gerekir. hep bir yabancının gelerek bize bir takım ek bilgiler vermesini bekleriz. yani kendi algılamamız dışında kalan şeyleri. ancak bu şekilde kandırılmadığımıza emin oluruz.
sizi bilmem ama ben bu yüzden yabancıların samimiyetine inanıyorum galiba. sadece onlar en çok öğrenmek istediğim şeyleri söylüyor bana.
orhan k. değil...
5 Ocak 2015 Pazartesi
3 Ocak 2015 Cumartesi
yakari'nin sorusu
daha doğrusu, "karlı bir gece vakti" uyandırılan yakari'nin, "noel babaya sevgilerimi ilet. ve sor bakalım," dedikten sonra sorduğudur:
"büyük çocuklara da hediye getiriyor muymuş? ve de bir baba kaç yaşında büyür?"
"büyük çocuklara da hediye getiriyor muymuş? ve de bir baba kaç yaşında büyür?"
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)