/her şey bir denklikle başladı. birbirine denk düşen bir sürü şeyle.
elimde boş bir çerçeve, kitaplığın karşısındaki duvarda tam da o boyutta bir boşluk vardı. nihayet, duvarımda görmek isteyecek kadar güzel bir şeye
rastladım.
ama filmi izlememiştim. dahası duymamıştım bile. filmi izledim, çerçeveyi doldurdum, kitaplığın karşısındaki duvara astım./
KEFF namlı tayvan-amerika kırması yönetmenden, senaryosu da ona ait kırk beş dakikalık bir kısa film bu. biraz acı, biraz ateş, en çok da ters köşe. gerçekten kısa ama fazlalıkları atılmış, derdini kırk beş dakikaya sığdırmış bir film de denilebilir.
filmin afişine bakıp, tanıtım yazısını okuyunca uzak doğu usulü before sunrise (1995) beklediğimi, resepsiyon görevlisi ile genç kız arasındaki konuşmaları izlerken, "pekala, chungking express'teki hikâyelerden biri olabilirmiş" diye düşündüğümü inkar etmeyeceğim.
/evet, 'inkar' ve 'inkar etmeyeceğim' kalıbı yenilgiye değilse de, bir yanılgıya işaret ediyor./
film bir otelde geçiyor. filmin başında taksiyle otele gelen çifte bakarak saatlik, ucuz otellerden sanıyorsunuz ama öyle değil. intihar oteli burası. müşterilerin sadece bir gecelik rezervasyon yaptırabildiği, ne olursa olsun sabah olduğunda çekip "gittiği" bir otel bu.
otel ilk açıldığında kabul edilemez bulunmuş olmalı ki o ilk günlerde önünde gösteriler yapılırmış. resepsiyon görevlisinin ailesi oğullarının nerede çalıştığını kendilerine saklıyor mesela. oğullarının lüks bir otelde çalıştığını söylüyormuş soranlara.
otel çalışanları sadece müşterilerin arzularına saygı duymuyor, arzuları gerçek olsun diye en iyi malzemeyi onlara sunuyorlar. müşterilere iyi hizmet sundukları için mutlu ve gururlu olduklarını söylemek mümkün. kaldı ki, korkunç bir yabancılaşma içinde ölüleri bozulduğu için çöpe atılacak nesneye, içindeki bittiği için kurtulmaları gereken bir ambalaja indirgiyorlar.
tıpkı, hastaya bakınca ruhu olduğunu unutup biyokimyasal bir makine gören doktorlar gibi. ama bu bir eleştiri değil, böyle bakamayınca mesleği sağlıklı icra etmenin mümkün olmadığına işaret.
/bu otellerin varlığına dair bir kaç haber okuduğumu hatırlıyorum. ama film bu gerçeği mi işaret ediyor, yoksa zamansız bir distopya mı anlatıyor emin değilim.
belki de haber sandığım, bu filme dair paylaşımlardı./
film sonbahar renkleri ve soğuk mavinin hakim olduğu mekanlarda geçiriyor. kameranın durduğu yer her defasında çok güzel. adeta görmeniz için değil, hissetmeniz için bu olanlar diyor yönetmen. tek bir sahne dışında müzik yok. orada da, yeri ve zamanında.
filmi belgesel ya da tanıtım filmi olmaktan çıkaran kırılma ise bir haftadır "gitmediği", otelde kalmaya devam ettiği fark edilen genç kız sayesinde oluyor. resepsiyon görevlisi ile genç kız arasındaki "ilk an" güzel şeyler olacağına dair hisler büyütüyor şahit olanlarda.
kız, hayatı boyunca kendini yalnız hissetmiş ama otele gelince hiç de yalnız olmadığını, kendisi gibi başkaları da olduğunu öğrenince gidememiştir. yalnızlık hissetmemek hoşuna gittiği için de otelden ayrılmamıştır.
tesadüf bu ya. gece otelden çıkıp yakındaki bir markete gidiyorlar. ve elbette konuşuyorlar. birbiriyle konuşabilen, birbirini anlayan iki insan: içimizde birbiriyle konuşan yaprak bolluğu/ yalnızlık bir başına kalmıştır.
/bir sürü güzel cümle, doğru saptama var o sohbette. al her birini, sosyal medyada paylaş. bir kaç 'beğeni'ye sebep olabilir bile. gerçekten iyiler./
otele dönerler. kız odasına çıkar ve bir süre sonra resepsiyonu arayıp odasına tıraş bıçağı ister. hatta hangi markanın daha iyi olduğuna dair konuşurlar bile. belki de bu, oğlan onu sudan çıkartsın diye elini uzatmaktı.
resepsiyon görevlisi tıraş bıçağını odaya asansör mantığıyla çalışan tüple yollamak yerine bizzat kendisi götürür. o eli tutmak, bir daha bırakmamak için çıktı sanırız.
o sahne, o sırada, odada. hayat galip gelmiş, görevinin ne olduğu deneyimli mesai arkadaşı tarafından kendisine hatırlatılmış resepsiyon görevlisi kırmızı kadifeyle kaplı tepsideki tıraş bıçağı paketini genç kıza sunarken:
perdesiz gitar eşliğinde odaya girer. gitar sesi örttüğü için duymayız ama kız televizyonun karşısında karaoke şarkı söylemektedir.
- sesin güzel. neden durdun?
çocuğa bakar, ayağa kalkar, bir şey söylemeden karşısında durur. çocuk tepsiyi takdim eder.
- istediğin tıraş bıçakları... açarken dikkat et, elini kesmeyesin.
kız hiçbir şey söylemeden tepsideki tıraş bıçağı paketini alır. kızın yüzünde "n'olur allahım, bir şey desin" ifadesi. ki sahne boyunca bu ifade yüzünden eksik olmayacak.
- e? kararını verdin mi?
- henüz vermedim. önce bir duş alacağım. sonra ne hissettiğime bir bakacağım.
- kulağa iyi geliyor.
sessizlik girer araya. asla suskunluk değil.
- o zaman... seni rahat bırakayım.
oğlan sırtını kıza döner ama odadan çıkışını başlatacak ilk adımı atamaz. kız gelip arkadan ona sarılır, yüzünü sırtına yaslar. "teşekkürler" diye fısıldar.
resepsiyon görevlisi geriye döner ve bir şey söylemek istercesine genç kıza bakar. o şey dilinin ucundadır sanki. o susunca kız sorar.
- sorun ne?
- yok bir şey.
"emin misin?" diye sorar kız bir daha. cevap gelmez oğlandan. uzun bir suskunluğun ardından, "iyi geceler" der sadece.
"iyi geceler," der, kız. uğurlar gideni.