27 Ekim 2022 Perşembe

dakika ve skor

ya da 'hâl beyanı'...

"Beni artık meydan savaşlarının gürültüsü sarsmıyor, beni sarsan daha çok iki ordunun karşı karşıya durduğu sırada o kısa ve korkunç suskunluk. Güneş zırhların üzerinde parıldıyor."*


*:ernst jünger, eumeswil

24 Ekim 2022 Pazartesi

artı on yıl

haruki murakami, bambaşka hayaller kurarak satın aldığım ama daha okurken, keşke orijinal adına* sadık kalsalardı, diye düşündüğüm koşmasaydım yazamazdım namlı kitabında, "bence uzun yaşam peşinde olduğu için koşan insanlar, pek de o kadar fazla değil. aksine, uzun yaşayabilecek olmasam da en azından yaşarken dolu dolu bir yaşam sürmek isterim, diye düşünerek koşan insanlar, sayı olarak çok daha fazladır bence," der.

içimdekileri hisseden birine rastlamış olmanın mutluluğu ve biraz da çocuksu bir keyifle altını çizdiğim, yanına yürek koyduğum bu kelimeler, "tam da bu!" dedirtmişti.

insanlar tıpkı, "bunların hepsini okudun mu?" sorusu gibi büyük bir hatayla düzenli spor yapanların ya da sağlığına dikkat edenlerin daha uzun yaşamak için bunları yaptığını düşünür çünkü.

oysa öyle bir arzusu yoktur onların. çünkü bilirler, uzun yaşarlarsa seksen değil doksan yaşında öleceklerdir. kazanacakları on yıl tam da budur?

kim ister ki bunu?

yirmi üç ile otuz üç arasındaki on yıl olsa neyse...


*: what i talk about when i talk about running

19 Ekim 2022 Çarşamba

yaşamak

hayatı güzelleştiren iki şey var: bitimli olması ve geleceği bilememek.

bilebilsek bir çok şeyi yapmaz, muhtemelen bizi en çok mutlu eden şeyleri de ıskalardık. korkak, hesapçı, hayatı satranç tahtası olarak gören tiplere dönüşürdük.

bitimli olmasa de her şeyi erteler durur, hiçbir şeyin kıymetini bilmezdik. özellikle de anların...

16 Ekim 2022 Pazar

pazar sorusu

ne zaman, "'bilmem ne'de sosyal etkiler mi daha önemli yoksa genetik faktörler mi?" tarzı bir soruya denk gelsem aklıma hep aynı soru gelir: bir diktörtgenin alanı hesaplanırken hangi kenar daha önemlidir? kısa kenar mı uzun kenar mı?

13 Ekim 2022 Perşembe

çocukluktan arda kalan

bir arkadaşım var. söz ne zaman mutsuzluklarına, hatalarına ya da başarısızlıklarına gelse çocukluğuna gider ve oradan elinde bir bahaneyle geri döner. annesinin mükemmeliyetçiliği, babasının ilgisizliği, komşunun kızı, kuzeninin kırmızı pabuçları vs.

üstelik arkadaşım bu konuda yalnız değil. bu konuda genel temayül ya da eğilim, -iki ifadeyi de trendy bulmayanlar için trend diyelim- bir süredir bu yönde. geniş ailede sevgiyle büyümenin, çocuğuna cesaret veren ebeveynlerin, büyük ya da küçük çocuk olmanın, kocaman kitaplığı olan bir ablanın bireyler üzerindeki etkisini inkar etmiyorum elbette.

yine de, bütün suçu çocukluğa atmanın ve her şeyi çocukluk dönemi ile açıklamanın bir tür kolaycılık olduğunu düşünüyorum. hem de bir tür savunma. böylece bütün suçu çocukluk dönemine, dolayısıyla da hayatının ipleri kendi elinde olmadığı için başkalarına atabilir çünkü.

böylece kendisinin kusursuz ve suçsuz olduğunu iddia edebilir. artık kendi yanlışlarının sonuçlarını üstlenmesi de gerekmez. ne de olsa herkes suçlu bir tek kendisi masumdur.

tıpkı yıldızların birbirine göre durumu, doğum saati, yükselen burçlara inanmakla hayatlarına dair sorumluluk almaktan, körü körüne bir ideolojinin peşine düşüp düşünmeye mesai harcamaktan kaçanlar ya da başına gelen her şey yüzünden kaderi sorumlu tutanlar gibi.

9 Ekim 2022 Pazar

athena (2022)

bu filmi sinemada tecrübe etmek isterdim. evet, tecrübe etmek.

çünkü, bir zamanlar sinemaya neden düşkün olduğumu hatırlattı bana. kutsal bir deneyim gibiydi. bakış açısı, kadraj, görüntü seçimi, müzik...

adeta federer sonrası dönemde tenise inancımı tazeleyen carlos alcaraz gibiydi.

seyrederken kaç defa "netflix yapımı filmlerin en iyisini seyrediyor olabilirim" dediğimi bilmiyorum. ama şuna eminim: athena netflix için yapılmış en iyi film. belki de ilk defa netflix'te izlediğim filmlerin en iyisi.

bilmeyenler için söyleyelim: athena, fakirler ve göçmenler otursun, hatta mümkünse hizmet sektöründeki işlerine gitmek dışında hep orada kalsınlar diye spor alanları, market, lokanta, kafe gibi işletmelere de sahip sosyal konutlar topluluğunun filmdeki adı. bir çeşit getto. gettoların düzenlenmiş ve evlerin üst üste konulmuş hâli. modern yani. ne de olsa modern batı.

on iki dakikalık kesintisiz tek plandan oluşan açılış sekansı, özellikle sekansın finali muhteşemdi. kamera athena'nın surlarından(!) uzaklaşırken yakaladığı görüntü bruegel resimlerinin yirmi birinci yüz yıl haliydi. caravaggio diyeceklere de itiraz edemem. çünkü gündelik hayat vesikacısı bruegel ve ruhun karanlık iklimlerine fırça vuran caravaggio'nun ayak izleri vardı o sahnede.

ben orada hem düşman ordusunun ovayı aşarak kaleye yaklaşmasını seyreden bir komutan hem de 'hacı adaylarının develerinin döşlerine yaslanarak ufku seyredişleri'ni gördüm.

filmin yönetmeni romain gavras, ünlü yönetmen costa gavras'ın oğlu. reklam filmleri, videoklipler derken, boynuz kulağı geçti geçecek.

senaryoyu da elias belkeddar ve ladj ly ile birlikte yazmış. ama hakan albayrak'ın mağripli çocuklar şiirini sinopsis aldıklarına eminim.

hakan albayrak, bin dokuz yüz doksan altıda yazdığı ve iki bin yılında görücüye çıkan ebuzer'de yayınlanan bu şiirde, "her şey bir rüzgâra bakıyor ağabey/ bakma esrar çekip mayıştıklarına/ bir gün var ya bu mağribli çocuklar/ bir gün yakacaklar paris’i" der.

sosyal konutlar ve oraya sıkışıp kalmış insanların ruh hâli o kadar iyi anlatılmış ki ister istemez tek sezonluk dogs of berlin (2018) geldi aklıma. yine netflix için yapılmış bu dizide baştan ayağa yanlışlarla dolu bir senaryoyla arap aileleri ve yaşantılarını türkler diye yutturmaya çalışmışlardı. oryantalist bir bakış açısıyla türkleri nasıl biliyorlarsa tam da öyle.

bin dokuz doksan beş yapımı la haine'ı da andım izlerken. ardından bir yerlerde, yönetmenin bu filmin kendi filmi üzerindeki etkisini kabul ettiğini okudum.

evet, "athena netflix için yapılmış en iyi film" ama bir başyapıt değil. ve bunun sebebi de politik doğruculuğa kurban gittiğine inandığım senaryo. çünkü, kendini sanatçı olarak gören hiçbir insanın düşmeyeceği çukura adeta hevesle atlanmış gibi.

dramatik etkiyi arttırmak için hikâyenin polis/ devlet tarafına küçük kızı mutlu olsun diye tırnaklarına oje süren bir polis memurunu koymak kabul edilir olsa da "ateşle yaşayan ateşle ölür mesajı"nı ve suçu "bir kaç kendini bilmez" faşist köpeklerin üzerine atarak polisi/ devleti sütten çıkmış ak kaşık gösterme ihtimalini dahi sevmedim.

keşke, avrupa'da yükselen faşizm ve köpekleri başka bir filmin konusu olsaydı.

bir de, sevgili enver gülşen bu film üzerine yazsın ben de okuyayım isterdim.

4 Ekim 2022 Salı

sebep

"hani," dedi, adam. deprem olup bittikten sonra kandilli rasathanesi verilerine göre depremin şiddetini söyler ya bültenler; her defasında aynı soru dökülür dudaklarımdan: ben öldükten sonra kaç şiddetinde öldüğümün ne önemi var?

aynı sebepten ayrılık sebebini de merak etmem mesela. ben öldükten sonra kaç şiddetinde öldüğümün ne önemi var?

elbette, "nerede hata yaptığını öğrenmek istemez misin?" diye soracak akıllı insanlar vardır. hayır, istemem bunu.

çünkü, ilişkileri antreman, deneme tahtası ya da derslik olarak görenlerden değilim. geçmiş tecrübelerinin tekrarını arayanlardan hiç değilim. ya unutmuş ya takılıp kalmışımdır.

her ilişkiyi biricik gören bir yanım var üstelik. birinde hata olan diğerinde olmayabilir ve muhtemelen birinde işe yarayanlar diğerinde mükemmel bir çuvallama sebebi olabilir.

kalbimden geçtiği, içimden geldiği gibi yaşarım ne yaşanacaksa.

sonra da, olsun ne olacaksa.

1 Ekim 2022 Cumartesi

iki artı iki

hatırlayan çıkacaktır: yıllar önce "bir artı bir"in "iki" etmeyebileceği üzerine konuşmuştuk.

hatta daha ileri gitmiş, aristotales'nun sözünden çıkamadığımız için ufkumuz dar, alımız al, morumuz mor, demeye getirmiştim.

konuyu köpürtelim: "iki artı iki" kaç yapar peki? dört mü?

kendisini ve medeniyetini üst model sanan bir antropolog, avustralya'da yeni keşfedilen bir yerli kabilesinin zeka ve medeniyet durumunu anlamak için gençlerden birine sormuş. "iki, iki daha kaç yapar?"

"beş," demiş, bizim oğlan.

"nasıl olur," demiş öbürü, biraz da küçümseyerek. kurallarını biz ölümlülerin koyduğu matematiğe göre cevap "dört" ne de olsa. (o da onluk sisteme göre. ikilik sisteme göre "bir-sıfır-sıfır" çünkü.)

"üzerinde ikişer düğüm olan iki ip parçası alalım. ve bunları düğüm atıp birleştirelim. şimdi de düğümleri sayalım: bir, iki, üç, dört, beş düğüm."