* eskiler de cover yapar: ümit besen,
kim dokunduysa ona git
* sert başlayalım. zygmunt bauman'la: "
özgürlük ve güven uzlaşılması zor değerler. daha fazla güvenlik istiyorsanız, özgürlükten biraz vazgeçmeniz gerekir; daha fazla özgürlük istiyorsanız, güvenliği elden bırakırsınız. bu ikilem sonsuza kadar sürecek. kırk yıl önce özgürlüğün zafere ulaştığını düşündük ve bir tüketim çılgınlığına kapıldık. borçlanarak her şeyi almak mümkün görünüyordu: arabalar, evler…"
* ne zaman konuşurken ellerini çok kullanan birine rastlasam, içimden, "eller konuşmak için değil muhatabınızı belinden tutup kendinize çekmek içindir," demek geçer. ve "en azından benim için öyle," diye eklemek.
* hepimiz pessoa'yız: orhan kemal de... ünlü yazarın adanaspor'da "golcü raşit" adıyla futbol oynadığı ortaya çıktı.
* ilk önce ufkun doğusu tutuştu. peşi sıra güneş, geceye karışırken yanına aldığı renkleri birer ikişer iade etmeye başladı.
* gerçek hayat bize hiçbir zaman yetmedi, onu yaşamaya zorlandıysak bile. bütün hayatı boyunca edebiyatla bir okur olarak ilişkisini kesmemiş olanların yaşadıkları hayatla yetinebileceğini sanmıyorum.
* "hayatlarımız hep yanlış. bir bireyin topluma ihtiyacı yoktur, bireye ihtiyacı olan toplumdur. toplum bir savunma mekanizması, bir çeşit oto korunmadır. birey, sürüde yaşayan hayvan gibi değil, kendi yalnızlığında, doğaya, hayvanlara ve bitkilere yakın, onlarla ilişki halinde yaşamalı. (andrei tarkovski)"
* türkçe'nin en büyük şairi, "waldo neden burada değilsin?" diye sorarken bir yandan başka şeyler de söylüyor: "kim olduğumuz sorusuna cevap ararken, aklımız hep, kim olacağımız sorusuyla karışıyor. kim olacağımızı düşündüğümüzde ise kim olmak istediğimiz sorusu peşimizi koyuvermiyor. gerçekte, kim olduğumuzu öğrenme süreci içinde bile kimliğimiz yeniden oluşuyor."
* bunu, yani ingilizce şiir demek olan "poem" kelimesinin ibraniceden geldiğini ve "taşların arasından su" manasına geldiğini biliyor muydunuz?
* bu tarz bilgilerin yanlış olma ihtimali mevcut. hatta bu ihtimal oldukça yüksek. ama kimin umrunda.
* bazan ütü yapmasını henüz bilmediğim ve ütüleyerek verdikleri için daha iyi temizleniyor bahanesiyle gömleklerimi kuru temizlemeye verdiğim günleri özlüyorum.
* "tek tek insanları sevemeyenler, insanlık (hümanizm) kavramını icat etmişlerdir; hem kullanmak hem de rahatlamak için" (aliya izzetbegoviç)
* "dağ yollarında homurtular kısıldı, karanlık koyuldu. ova durgun, batık, sağır.'' elbette vüs'at o. bener.
* ahmet mümtaz taylan'ı neden sevdiğimizi bir örnekle -pardon kendisine bir röportajda sorulan, "sizi tanıyanlar huysuz olduğunuzu söylüyor, siz de röportajlarınızda dile getiriyorsunuz..." sorusuna verdiği yanıtla- gösterelim:
iyi yanlarım olduğu gibi huysuzluklarım da var. ama kalp kırdıysam bilmeden, istemeden yapmışımdır. kendimi kimseden daha değerli bulmuyorum.
* bazı tivitler ağlatır. en azından beni... "
bugün arkadaşım osmanın memet oğlunu evlendirdi. üzerine serilip bulutları seyrettiğim çayırlığa inşaata başladılar.
* günün sorusunu, nazan bekiroğlu seslendiriyor:
ben, bu hikâyeden sessiz sedasız nasıl çıkıp gideceğim?
* "çiçeklerin faniliği onların bizi mutlu eden güzelliklerinin garantisidir."
* sevgili nisa tayfası... sırf moda diye o "şey"i giymek zorunda değilsiniz. arz ederim.
* ahmet hamdi tanpınar'ın dostoyevski için "hiç de iyi tanzim edilmemiş romanların sahibi" demesi. burada:
dostoyevski'yi musiki dinlerken görmek isterdim. bu 'hiç de iyi tanzim edilmemiş' romanların sahibi bana daima büyük senfonileri hatırlatır.
* ilhan berk'in birhan keskin'e "bak, şunu bil, biz hiçbir zaman tam olarak iyileşmeyeceğiz," derken görüldüğüdür.
* emil cioran
gözyaşları ve azizler'de "uzanıp gözlerini gökyüzüne ya da sabit bir noktaya diktiğinde seninle dünya arasında bir boşluk oluşur ve o boşluk olmadan bilinç mümkün değildir," der. nedense bu cümleden hayal kurduğum anları anlarım.
* ercan kesal ortalıyor ve aynı ortaya gelişine vuruyor:
fransız düşünür saint simon'un öğrencileri, insanların birbirlerine muhtaç olduklarını göstermek için düğmeleri sırtında olan ceketler giyerlermiş. biz de sırttan düğmeli ceketler giyelim ve içinden sadece akıl, ahlak, vicdan ve adalet geçen cümleler kuralım.
* o sene ağustos, tıpkı bir sonbahar denemesi gibi denizi gölgeleyen kül rengi bulutlar ve geceyi yıkayan yağmurlarla geldi.
* nabokov, bin dokuz yüz altmış yedide
paris review'da çıkan söyleşisinde, "edebi esinlenmenin getirdiği sevinç ve ödüller, mikroskop altında yeni bir organın ya da iran, peru dağlarında yeni bir türü keşfetmenin getireceği kendinden geçmenin yanında hiç kalır. rusya'da devrim olmasaydı, kendimi tamamen lepidopteri ilmine adar, hiç roman yazmazdım," demiştir. başkası değil ama o der.
* dağıstan'da dünyadan öylesine geçip gidenlerin mezar taşına "saçı ağarana dek yaşadı ama bu dünyaya gelmedi" yazarlarmış.
* en büyük arzusu kimseyi rahatsız etmemek, fark edilmemek, karanlıkta bir gölge gibi sönmekti.
* walter benjamin'in, "ölüm hikaye anlatıcının anlatabileceği her şeyin onaylanmasıdır," dediği yere de katılıyorum.
* muhtemelen son "kısa kısa"yı okudunuz.