2 Temmuz 2025 Çarşamba

açıklamak

bazan bir şey olur. kötü bir şey. bir kaza. trajedi. ya da felaket.

duyunca üzülürüz, belki de üzerinden atlar geçeriz. ama bir an durur ve sanki mümkünmüş gibi açıklamaya girişiriz o kötü şeyi. kazayı. trajediyi. ya da felaketi.

"pek dalgındır o. karşıdan karşıya geçerken dikkat etmemiştir." "belliydi öyle olacağı. kendine pek güveniyordu çünkü." "çok aşıktı." "okumadan imzalamıştır." "ömer iyi çocuktu ama bir kusuru vardı. insanlara fazla güvenirdi. şimdi olsa söylerdim, 'ömer,' derdim. 'her ihanet, sevgiyle başlar.'"*

böyle yapmakla olan biteni mantıklı bir zemine oturtmak değildir derdimiz. sadece, hayatta her şeyin mümkün olduğunu, aynı şeyin bizim de başımıza gelebileceği gerçeğini unutmak, hiç olmazsa zihnimizden uzaklaştırmak isteriz.

çünkü, ne yaparsak yapalım olayların tesadüfi doğasıyla yaşamayı bir türlü öğrenemedik. bu yüzden, nedenleri sıralamamız, olanlara açıklama getirmeye çalışmamız. başarmak ise aynı şeyin bizim başımıza gelmeyeceğine inanmamızı sağlar.

ne de olsa farklıyız biz. olay yerinden uzakta ve güvendeyiz. karşıdan karşıya geçerken önce sola, sonra sağa, ardından tekrar sola bakar, yol müsaitse öyle geçeriz karşıya.

*
bir de, dünyadaki bütün felaketlerin kendi başına geldiğini sananlar var.

ki düşman başına.


*ezel, elbette ezel.

27 Haziran 2025 Cuma

dakika ve skor

"Non fui, fui, non sum, non curo.
Yoktum, varım, olmayacağım, umurumda değil.
Roma mezarlarında rastlanan en yaygın cümle budur.
Müslüman mezarlarındaki yazılar genellikle Allah ve peygamberleri öven yazılardır: Esirgeyen ve bağışlayan Allah'ın adıyla. Yeri ve göğü yaratan Allah'a şükürler olsun. Dualarımız Cebrail'e, tüm melekler, İbrahim, İsmail ve Muhammed ve tüm peygamberlere, Muhammed'in kızına, karısına, kuzenine, lisedeki en iyi arkadaşına, eczacısına. Şaka yapıyorum elbette. Müslüman mezarlarında da çok muazzam yazılar gördüm.
Peki ya benim mezarımın taşı, acaba ne diyecek yazısı? Sayısız ihtimal, sayısız seçenek var.
"Bu mezarda yatar Aaliya, hiç gerçekten yaşamamıştır aslında, hâlâ yalnızdır, korkar hâlâ."
"Hiç kibirlenme ölüm, anca bir toz zerresidir öldürdüğün.""*


*: rabih alameddine, lüzumsuz kadın

24 Haziran 2025 Salı

pilav

evet, yine pilav bahsi. ama bu defa biraz farklı.

*

birden bire herkes evlenmeye başlamıştı. çok geçmedi, boşanma haberlerini duymaya başladık. boşanmaların en büyük sebebi evli olmak ne de olsa.

üzüldük, "üzülme," dedik. sevindik, "artık benimsin bebeğim, sadece benim," dedik. bazan "her işte bir hayır vardır," bazan "emin ol, daha iyi olacaksın". "o ciciyse sen daha cicisin" de...

ama şunu fark ettim: ebeveynleri ayrılmış arkadaşlar çoğunluktaydı boşanmaya karar verenler arasında. başka bir deyişle annesiyle babası ayrılmış olanlar daha kolay boşanma kararı alıyordu.

*

bunun başka bir versiyonu da anne ve babası arasındaki ilişkiyi ilişki tanımı olarak alıp tekrar edenlerdi.

babası maaşını annesine mi teslim ediyordu o da eşine teslim ederdi. annesi babasına sormadan hiçbir şey yapmaz mıydı o da yapamazdı. annesi ve babası birbirine temas etmeyen, el ele tutuşmaktan bile imtina eden insanlar mı o da kaçınırdı. annesi babası birbirine sesini yükselten çiftlerden ise o da bunu yapmakta sakınca görmezdi.

*

ve pilav...

diyelim ki pilavı lapa seven, ağız tadından azade annesi yüzünden -o, ıslak demeyi tercih etse de- pilavların lapa, hatta risotto kıvamında yapıldığı bir evde büyüyen ve pilavı öyle seven bir çocuğun nihayetinde adam gibi bir pilavla karşılaştığında yaşadığı şok.

dahası şiir gibi bir pilava verdiği tepki: bu pilav kötü.

*

diyeceğim o ki, neyi doğru neyi yanlış yaptığımız kadar karşılaştığımız, muhatap olduğumuz insanların neye alıştıkları da önemli.

22 Haziran 2025 Pazar

metallica tişörtü

evde ses olsun istedim. öyle başladı.

kolayıma geldiği için televizyonu açıp, youtubeu seçtim. dua lipa icrası, konser kaydı wind of change ile yola çıktım. nasıl olsa yol yokuşlara, sapaklara, reklamlara uğrasa da devam ederdi. etti de...

yutuptaki çocuklar güzel bir çalma listesi yapmıştı benim için. bir ara 'hetfield reis'in sesini duyunca işi gücü bırakıp ekrana kilitlendim. konser kaydı. bu seneden. yedi mayıs.

nasıl kalabalık. kalabalık nasıl da coşkulu. altmış küsur yaşındaki james hetfield nasıl artist. saçlar kısa, bembeyaz, minare yıkılmış saçlar kısalmış, ama karizma, pardon mihrap yerli yerinde.

dekor sade. şarkı enter sandman. kamera seyirciler arasında geziniyor. her yaştan seyirci var. başarı denilen kavramın bu olduğunu düşündüm: bir kaç kuşağa temas etmek.

ve bir metallica tişörtü almak istedim. bu istekle hiç metallica tişörtüm olmadığını hatırlamak aynı anda geldi. lebowskifest tişörtlerini saymazsak baskılı ya da yazılı tişört tercih etmedim hiç. hatta markasını reklam etmek zorunda kalmadığım tişörtleri seçtim ya da markasını ifşa eden logo ne kadar küçükse o kadar çok tercih sebebi oldu benim için.

ama o an metallica tişörtü almak istedim. sadece o an. sonra durdum, düşündüm, vazgeçtim.

siyah tişört üstüne kareli, kısa kol gömlek giyen rakçı amcalar gibi görünmek istemem çünkü. hele yaşını başını almış ama genç görüneceğim diye kırk yıllık bıyığını kesen muhafazakâr amcalar gibi hiç görünmek istemem.

yanlış anlama olmasın diye tekrar ediyorum: amacım rakçı ya da genç görünmek olsa dert etmem.

ama sanılmaktan nefret ederim. derdimin bir sevdiğim bir grubun hatırasına saygıdan, güzel bir şarkının, harika bir konser ortamının motivasyonundan başka bir şey sanılmasından.

evet, insanların düşüncesini takmak değil bu. yanlış anlaşılmaktan nefret etmek.

19 Haziran 2025 Perşembe

günün sorusu: cümleler

cümleleri insanlar mı deneyip, arayıp sonunda buluyor, yoksa tersi mi oluyor, cümleler biri gelsin de onu alsın, kullansın veya altı çizili satırlara dönüştürsün diye bekliyorlar mı bir köşede?

17 Haziran 2025 Salı

dakika ve skor

"Hıristiyan tarih yazımının başlangıcından on üç bin yıl kadar önceydi, son buzlar da su oldular, sızdılar toprağa, havaya karıştılar, yağmur olup yağdılar, yerle gök arasında devinmeye başladılar. Toprak iyice doyduğu için artık alamayınca onları içine, mavi kilin üzerinde toplandı su, yükseldi, yükselip aynadan bir bıçak oldu, kesti kara toprağı boylu boyunca. Ve bir oyuğun içinde yeniden zuhur etti, buharlı ve berrak bir göl cisminde. Suyun bıçkın buz iken topraktan çalıp götürdüğü kumlar şuradan buradan gelip gölün içine aktılar şimdi, dibine çöktüler, suyun altında sıradağlar kurdular, su başka yerlerde gittiği kadar yürüdü toprağın derinlerine."*


*: jenny erpenbeck, gölün sırrı

15 Haziran 2025 Pazar

yaba kulaklı, adsız çocuk

ya da "bir adı varmış, ben bilmiyormuşum"...

bütün bunları beyaz gemi'nin filmini seyrettim de ondan yazıyorum.

/her gün aklıma gelmese de unutmadım. unutacağımı da sanmam. ama bilirim, o yaz da geri gelmeyecek bütün yazlar gibi.

limanı gören ev. asma yapraklarının örttüğü mutfak balkonu. limanda gemiler, ne zaman başlayıp ne bittiğini fark etmediğimiz yaz yağmurları, ufukta koşan, kucağındaki güneş ışıklarını yakamoz misali denize döken bulutlar.

tavsiye üzerine cengiz aytmatov okuyorum. tam da tavsiyedeki gibi cemile'den başlayarak, külliyatı tamam etmek niyetiyle. fonda dire straits çalıyor. en çok da brothers in arms. çünkü kömür karası bir tren sarı özek bozkırını boydan boya geçiyor, dünya savaşlarının ikincisine asker taşıyor. çünkü cengiz aytmatov'un anlattıklarına en çok o yakışıyor.

hata yapsam da önümde telafi edecek kadar zaman olduğunu düşünecek kadar genç, zamanın gelip geçiciliğini unatacak kadar da çocuktum. mutluydum yani.

bir yandan da sonsuza kadar sürecek sandığım bir aşkı unutmaya çalışıyordum.

cengiz aytmatov alıp beni uzaklara götürmüştü. eski masallara, ikinci dünya savaşı zamanlarına, yokluk ve yoksullukla kuşatılmış hayatlara, aşklara, özlemlere konuk olmuştum. tabiatı kutsayan bir çevre bilinci de vardı anlattıklarında, güzel bir gelecek umudu da. en çok hüzün vardı ama. bilseniz, "ne güzel yakışıyordu bize". hâlâ da öyle...

nerelerde ağladım hatırlamıyorum ama en çok ağladığım romanı biliyorum: beyaz gemi.

öyle ağladım, ağladım ki, anlatamam. o adsız, yaba kulaklı çocuk hem kendi hem de dedesinin anlattığı masalları yanına alıp giderken, "ne çok acı var allahım!" demiştim. "teşekkürler sayın yazar. beni ağlattın."/

senaryoyu cengiz aytmatov yazmış, bolotbek shamshiyev yönetmiş. orijinal adı belyy parokhod olan film, sovyetler birliği adına yirmi altıncı berlin film festivaline katılmış.

tam bir festival filmi zaten. anlatıya dahil mitolojik unsurlardan bir hayali gerçek kılmaya çalışan sosyalist gençlere kadar.

sinema dili yerlerde gerçi. kurgu berbat, mitolojik anlar tiyatro sahnesinden kaçmış gibi 'teatral'. ama olumsuz manada. bir de tarkan'ın ahtapotundan özür dilerim.

seyretmesem de olurmuş yani.

ama...

o adsız, yaba kulaklı çocuğun adını öğrendim. bir adı olmuş filmle beraber. belki adsızlık filmde uygunsuz olduğu, belki onu oynayan çocuğun da adı olduğu ve sette kolaylık sağlayacağı için.

nurgazi...

12 Haziran 2025 Perşembe

konum - on altı

eşrefrüya ile eşrefnisan arasında bir yerlerde.

8 Haziran 2025 Pazar

deli ibram 'zeybeği'*

sevdiğim değilse de çok sevdiğim şeyler hakkında konuşmaktan imtina ediyorum galiba. bu açıdan bakınca, "söylenmemiş söz" kendini gerçekleyen bir kehanet gibi.

meseleye belli bir disiplin altında yaklaşmayı tercih etmediğim, dahası bilmediğim için söz konusu bahiste bana temas eden ne varsa anlatmak, not düşmek istiyorum çünkü. bu durum da hem konuyu dallandırıp budaklandırıyor hem de beni yoruyor.

düşünün, neredeyse on beş yıldır devam eden bir ricardo reis'in öldüğü yıl yazısı var. (bu arada, doğrusu "reis'ın" olmalı. ve romanın henüz izleyemediğim bir filmi var artık.) zaman zaman okuyorum, en iyi yirminci yüzyıl romanı listemi alt üst eden bu romanı o kadar çok yerinden tutmuş, hevesle anlatmaya niyetlenmişim ki ben bile yoruluyorum.

ama yine de, bu dört yüz sayfalık romanda bu kadar şey görebildiğim/bulabildiğim için kendimle gurur duyuyorum. çok kullanmış olmasam, uzanıp yanaklarımdan öpüyorum, bile derdim.

"burada, denizin bittiği yerde ve karanın beklediği yerde."

*

zamanla türlü oyunlarla bahsetmeyi öğrendim çok sevdiklerimden. belki bir hatırlayan çıkar; deli ibram divanı'ndan da ödülleri bahane ederek konuşmuştum. tiyatrosever olsaydım tiyatrosunu dile dolardım. ama hayır.

müzik seviyorum ama. üstelik her türden müzik dinlemeyecek kadar da kendime saygım var. deli ibram 'zeybeği'ni dinleyecek kadar da zevkim...

melih yeşilbağ'ın başının altından çıkmış bu şarkı. deli ibram divanı'ndan esinle.

elbette romanın ruhuna uygun bir şekilde zeybek olmalıydı. denizin tuzunu, rüzgârın serinliğini hissedecek, izmir sokaklarında dolaşacaksınız.

biraz dikkatli bakarsınız, suyun karşı yakasını ve bir zamanlar bize ait mavi gözlü bir şehirde doğan büyük kahramanı da görebilirsiniz.


3 Haziran 2025 Salı

serçe parmaklar

okuduğum makalede, "bir iddiaya göre" diyor. o yüzden araştırma gereği duymadım. ne yapay zekaya sordum ne gugıla...

ne de olsa, söze başlamak için bir bahane sadece. 'söylenmemiş söz'e...

iddiaya göre, çatal bıçak takımı kullanımının başlaması ısırığın biçimini değiştirmiş. sofra bıçağı sayesinde yiyecekleri yeni şekillerde kesmek mümkün olunca, iki yüz elli yıl önceye kadar yaptığımız gibi üstçene dişleri ile altçene dişleri üst üste gelecek şekilde yemeyi bırakmışız. sonuç olarak da üstçene dişleri altçene dişlerinin önüne gelmiş.

bilimciler bununla uğraşa dursun. ben cep telefonlarının etkisini merak ettim. 

boyunlarımız yeni bir normallik kazanacak mi acaba? ekran ışığının uyumaya olumsuz etkisi ortadan kalkacak mı?

ama ben en çok elleri merak ediyorum. spor salonunda onlarca ton ağırlığın altından kalkmışcasına gelişen, telefonu kolayca dengede tutan serçe parmakları mesela.

1 Haziran 2025 Pazar

hat - trick

bir.
gemi azıya almak: aynı günde hem eriğe hem duta hem de kiraza dalmak (tdk büyük türkçe sözlük)

iki.
o çok anlatılan bahisteki gibi sefere giden yeniçerilerden olsaydım üç kese altına mal olacaktı bugün. 
neyse ki, erik sitenin. kiraz üniversitenin kirazı. dut ise benim dutum sayılır.

üç..
haiku yazdım bir de. kefaret yerine geçer belki.
erik can
kiraz kırmızı, dut siyah
sağ elimde izleri