10 Aralık 2025 Çarşamba

okumalar, ressamlar, çağrışımlar, haberler

alt başlık olarak: modern sanat aleyhindedir.

bu günlerde murakami okuyorum: şehir ve belirsiz duvarları... öncesinde jaguar kitaptan, will heinrich işi kralın laneti'ni okumuştum.

/bu arada, kralın laneti tüberküloz demekmiş. tüberküloz hastalığının bir başka adı da kralın lanetiymiş yani./

okuma listesinde üst sıraları zorlamaktan uzak olsa da, "jaguar yapmış yine yapacağını," dedirten, merakla okunan, çokça karanlık bir romandı.

ama konumuz bu değil.

romanın anlatıcısı ve en önemli iki karakterden biri olan joseph'in resmi neden terk ettiğini anlatarak başlıyor roman. on yedi yaşındadır, dört yıl önce karakalemle çizmeyi bırakıp yağlı boyaya başlamış bir ressam olarak modern sanatlar müzesi'ndeki bir sergiye, eleştirmenlerden birinin "sıradan gözler için fazla ağır" diye tanımladığı hollandalı ressam piet mondrian'a ait bir retrospektife gider. ve mondrian'ın resimler kelimenin tam anlamıyla paralize olmasına neden olur. zaten yapılmışı vardır. ya da zirveyi görmüş, aşmanın mümkünsüzlüğüne ikna olmuştur.

"ressamın başarısı, ahlaki bir mükemmelliğe ulaşmış ya da genel bir estetik kusursuzluğu betimlemiş olması değildi; daha basitti: resim sanatındaki kusursuzluğu yakalamıştı. resmin özüne inmiş ve kusursuz bir betimleme sergilemişti."

/kibirli görünmek istemem. otorite olmadığım gibi kaçırmış, görememiş, anlamamış da olabilirim. ama bu başlangıçtan sonra resmin ya da resimsizliğin veya mondrian'ın anlatıda yer bulmasını ummuştum. bir kırılma anını işaret etmesinden başka bir göremiyorum oysa.

'az mı?' diyecekler çıkabilir. çıkacaktır. ama açılıştaki piet mondrian övgüsü o kadar fazla ki, roman bitip de ileriki sayfalarda ressamın izine rastlamadığımı fark edince, "galiba," diye düşündüm. "galiba yazar, çok sevdiği bir ressama saygı duruşunda bulunmuş."/

*

nihayet asıl konuya geldik. modern resim düşmanları toplanın.

piet mondrian ismini okuyunca hem internet üzerinden kitapta bahsi geçen resimlere hem de ressamın başka işlerine baktım. bir de, ben bunu aleyhte kullanırım diye kesip(!) sakladığım ki bir haberi hatırladım.

birlikte hatırlayalım: üç yıl önceki bu habere göre, mondrian'a ait bir resim tam yetmiş beş yıl boyunca ters asılarak sergilenmiş, kimse de fark etmemiş.

new york city I adlı çalışma bu keşiften sonra da zarar görmesin diye eskisi gibi asılmaya devam edilmiş ama.

new york city I, mondrian'ın new york city adlı bir başka çalışmasının bantlı versiyonu.

hatayı fark eden kuratör susanne meyer-büser'e göre, "kalın yönü üstte olmalı, tıpkı karanlık bir gökyüzü gibi. eser büyük ihtimalle ters asılmış."

benzer ismi taşıyan ve paris'te sergilenen new york city adlı eserde de üst tarafta hatlar kalınlaşıyor.

dahası, sanatçının ölümünden günler sonra çekilmiş bir atölye fotoğrafında, aynı eser diğer yöne bakarken görülüyor.

/modern sanat severlere duyurulur./

7 Aralık 2025 Pazar

günün sorusu: hatıralar

hatırladıklarımızın -ya da anılarımızın- ne kadarı gerçek, ne kadarı bizim uydurduklarımızdır acaba?

4 Aralık 2025 Perşembe

tehlikeli şiirler - yetmiş altı

bugün tehlikeli şiirler okuyalım leyla
ahmet güntan'dan beyaz peugeot mesela

güneşin altında radyo dinleyen çocuk
sen bu dünyaya mı aitsin
hayatın nasıl olduğu değil kimlerle olduğu önemli dersin
göğe ara sıra başını kaldır bak öyleyse
kendine ait bir yıldız bulabilir misin
içinde hiç bir şey olmayan bir dünya özlüyorsun
hadi bir kaç şeyi daha atsak boşluğa sevinir misin

sevdikleriyle anlaşamayan anlaştıklarından
durmadan kaçan
bakıp on altı yaşından ağlayan çocuk
peugeot çalışmıyor biraz ittirir misin
eğer çalışsaydı uzun bir yolculuk isterdin
beyaz peugeot’yu kullanan arkadaşına de ki:
çok gaz verme vitesi ikile beni unutma
herkesin herkesle sevgili olduğu bir toplumu özleyen
ve bütün gün güneşin altında radyo dinleyen bu çocuğu unutma
bir gün buradan gideceğim
sen kontağı çevir vitesi ikile beni unutma
uzak yollar beni çağırıyor
hiç bir şey yapmayacağım bundan sonra
"ben buradayım" de güneşin altında radyo dinleyen çocuğa "dünyadan korkma"
güneşin altında radyo dinleyen çocuğu sakın unutma

güneşin altında radyo dinleyen çocuk
fm’de ne çalıyor
dünya senin ama sen dünyaya ilişme
peugeot çalıştı korna çalıyor bin arkaya
her şey önünden bir bir geçsin başını cama daya
başını cama dayayan çocuk hoşça kal
ben burada kalıyorum güneşin altında
anteni çıkar radyonu aç düşlerini unutma

1 Aralık 2025 Pazartesi

aralık ayında burçlar

buğu çise hacısüleymanoğlu: iki bin, ankara. anne baba içişlerinde memur. aşk çocuğu. kadın dayanışmasına ve yıldızlara inanıyor. adrasan'da barmen, ankara'da dövmeci. küçük prens'in tamamını, kurtlarla koşan kadınlar'ın ise ilk on yedi sayfasını ezbere biliyor. tiyatro okudu.

*

koç: yine alev alevler. hem yanacak hem yakacaklar, yılın son ayında da sönmeyecekler.

boğa: bu aya hızlı başlayacaklar. ama sadece başlayacaklar.

ikizler: hem onu hem bunu isteyecekler yine. ama olmayacak yine.

yengeç: ya aşkta ya kumarda kazanacak, neden ikisinde de kazanamadım diye kahrolacaklar.

aslan: aslanlar yine aslan. çok aslan.

başak: batı cephesinde değişen bir şey yok. hiç yok.

terazi: dünyayı kaldıracak, yine de "bana mısın?" demeyecekler.

akrep: çözmek yerine düğüm üstüne düğüm atacaklar.

yay: yaylana yaylana yürüyecek bir yere varmayacaklar.

oğlak: bir ay daha yaşlanarak yeni yıla girecekler. hepsi bu.

kova: bir işe yaramak istiyorlarsa ters dönmeleri şart.

balık: bütün yıl olduğu gibi bu ay da bir kaşık suda boğulacaklar.

27 Kasım 2025 Perşembe

atışma - yirmi üç

süleyman çobanoğlu şiirinde, "seni sevip çekildim dedim dünya bu kadar"* dedikten sonra mikrofona gelen şükrü erbaş denemesinden sesleniyor: "dünyayı senden geçirerek sevdim. geri çekilmem yakışmazdı seni sevmeme."

  *:benden sonra bir daha, tamgalar
**:seni korumak için, insanın acısını insan alır: bütün yazıları-I

23 Kasım 2025 Pazar

bir bitiş hikâyesi

beni tanıyanlar iyi bilir: hiç acımam, buz gibi soğurum.

ama bu, soğumaktan ziyade bitiş. onun hikâyesi.

onu tanıdığımda aşkların bitimli, en yiğidinin ise üç yıl sürdüğünü çoktan öğrenmiştim. ama bitmesin istedim. bitmesin, ben ölene kadar sürsün.

londra yakınlarında, pakistanlı ve bangladeşlilerin yoğun olduğu küçük bir kasabada yaşayan, altmış yaşlarındaki pakistanlı sahaftan duyduğum o cümleyi dilime persenk edişim belki de değil tam da bu yüzdendi.

"önümde seni unutacak kadar zaman olduğunu sanmıyorum."

öyle değildi aslında. benimki bir karardı. dediğim gibi bütün aşkların bitimli olduğunu öğrenmiştim. ama bitmeyecek, benimle mezara gidecek bir aşk üzerimde hiç fena durmazdı hani. beni daha seksi gösterirdi kesin.

şaka bir yana. birbirini çok seven iki insandan iyi bir evlilik, karşılıklı aşktan güzel bir ilişki çıkmayabiliyor. bazıları iyi bir sevgili oluyor da ondan iyi bir eş çıkmıyor. kaldı ki, o ilişki devam etse ne benden onun istediği koca, ne ondan benim istediğim eş çıkardı.

dediğim gibi 'kararlı'ydım. onun oralarda bir yerde yaşadığını, pencerenin önünde, perde ile cam arasında durduğunu, eğilip bir gülü kokladığını, gözlerini kısarak ekrana baktığını, mutfak masasında oturup bir bardak çay içtiğini bilmek bana yeter de artardı.

ama bir gün bir şey oldu. bir 'kırılma'. çünkü sadece zamanın akışı değil kalbim de kırıldı.

o şeyi gerçekle değil de ancak örnekle anlatmak daha doğru sanki. en azından daha kolay.

beni tanıyanlar şunu da bilir: whatsappte son görülmesi kapalı bir kızla olmaz.

saçmalıyor, yanılıyor olabilirim, sağlıksız bir bakış olabilir ama o "kapalı son görülme" bana bir sürü olumsuz 'şey' söyler. elimde değil. laf aramızda; yanılmadığımı biliyorum. "kapalı son görülme"lerin en az bir tane hiç de masum olmayan sebebi vardır.

aramızda bunun muhabbeti açıldığında kendince bir kaç sebep söyledi. (hâlâ) ikna olmadımsa da üzerinde durmadım. çünkü bir 'karar' almıştım. kaldı ki, önemli olan oydu.

aradan biraz zaman geçti.

ve ben whatsappteki bu özelliğin rehberden seçilecek bazı numaralar için iptal edilebildiğini öğrendim.

ve adım gibi eminim ki, o bu özellikten haberdardı(r).

ve bana jest olsun, ben mutlu olayım diye ya da bana olan saygısından bunu yapmayı tercih etmemişti.

ve kendisi bilmez ama o zaman bitti.

21 Kasım 2025 Cuma

kerim inal* ya da yekta 'pessoa' kopan

kriminal bir vaka.

oyunlarla yaşayan, oyunlardan hoşlanan herkes gibi yekta kopan da müstearla yazanlardanmış meğer.

altzine yıllarında, polisiye parodileri yapan bir yazar yaratıp, yazılmamış romanların, polisiye klişelerine göz kırpan olay örgülerinin takipçisi olmasını istediği bu yazara da, "criminal" üstünden oyun yaparak "kerim inal" koymuş.

kerim inal altzine'de doksan sekiz - doksan dokuzda, kısa bir süre görünüp kaybolsa da, -pardon yazsa da- yekta kopan'ın defterlerinde soluk alıp vermeye devam etmiş ama.

nihayet, öykü toplamı karbon kopya kitabını hazırlarken kerim inal yeniden ses verir. yekta kopan, patricia highsmith ve polisiye hayranlığının sularında dolaşan, başlığıyla the talented mr. ripley'e selam gönderen bir öyküde, hem o defterinde kalmış, yazılmamış romanların konularını kullanır, hem de bu takma adın oluşumunu öykü karakterinin omuzlarına yükler.

sonuç mu? kitabın üçüncü öyküsü:becerikli bay kerim inal.


*: karbon kopya, can yayınları

19 Kasım 2025 Çarşamba

oda kokusu

bu sabah bir sardunya yaprağı ezdim başparmağımla işaret parmağım arasında.

odada hava bir ağustos sabahında yaprağına su değen sardunya nasıl kokusunu salarsa tam da öyle.

16 Kasım 2025 Pazar

rûberû

bir çocuk yaramazlığı ile parlayan kuru yaprak rengi gözleri şaşırmış bir insanın merak dolu gözleriyle muhatabına bakarken dudaklarında da muhatabı susar susmaz vereceği cevabı şimdiden bulmuşlara özgü muzip bir gülümseme vardı.

12 Kasım 2025 Çarşamba

gösterilmeyen yaşlar

buradan başlamak iyi olabilir.

farkında mısınız? ortalık -hatta insanlık- yaşını göstermediğini iddia eden/ söyleyen/ düşünen insanlarla dolu.

bir süreliğine iddia edileni/ söyleneni/ düşünüleni doğru kabul edelim ve bu kabul üzerine yürüyelim yolun geriye kalanını.

eğer kimse yaşını göstermiyorsa nasıl oluyor da, neyi ölçü alarak bu düşünceye ulaşıyoruz? çünkü, bu insanlar kırk yerine otuz, otuz yerine yirmi gösteriyorsa o zaman kırk yaşındayken ölçü almamız gereken görünüş otuz, otuzken de yirmi yaşın görünüşü demektir. o hâlde herkes kendi yaşını gösteriyor olmaz mı?

belki de herkes yaşını gösteriyor, sadece genetik şifrelerinin ya da hayatın hışmına uğrayan, kendine dikkat etmeyen bir kaç garip yaşça büyük gösteriyordur.

yok efendim, yaşını göstermeyenlerin ölçüsü yüz yıl önce savaştan çıkmış fakir ve gariban anadolu yiğitleri, iki yüz yıl öncesinin sanayileşmeyi devrim sanan işçi sınıfı, vaktinden önce büyümek zorunda kalmış ebeveynlerimizin kuşağı ise yaşını göstermeyenlerle aramızdaki mesafe en az bir kaç ton vardır.

istesem de anlatamam.

6 Kasım 2025 Perşembe

nazire

o muhteşem türküye, daha doğrusu türkünün "ayağında potini var/ zengin mi sandın" dediği yere nazire. anonim.

"elinde ayfonu var/ zengin mi sandın?"