sermet pars'a
kendime itiraf etmesem de bunu neden yaptığımı biliyorum aslında. bana musallat olmak için gecenin ilerleyen saatlerini bekleyen melankoli gelene kadar vakit öldürüyorum. itiraf ediyorum, arada sırada üstüme çullanan hüzün olmadan ben bir hiçim. böyle olduğu için de yazdıklarımı bir defa daha okuyup, "olmuş bu" dediğim hâlde bu paragrafı metne eklemeden duramadım.
derken telefonum çaldı. duaları kabul olmuş kul sevinciyle televizyonun karşısındaki kanepeden ayağa fırladım. soğuk bir ses kendini tanıtmaya ihtiyaç bile duymadan, "beni arıyormuşsun," dedi. "twitterdaki mevzu mu?"
tam on ikide, il encümen üyesi hidayet elibol'un şehrin batı çıkışındaki babadan kalma benzinliği yıkıp yerine ilk on yılı geri ödemesiz tarım kredisi ile yaptırdığı konaklama tesisinde buluştuk sacitle. mahallenin ve googleın harbi delikanlılarından sacit. iyi top oynardı. şehrin adını şehirden alan lisesi tek şampiyonluğunu onun sayesinden kazanmış, o da aynı sene gol kralı olmuştu. ama annesinin inadına yenik düştü. okudu, adam oldu.
peş bölgemizi benim emektarın kaputuna yaslayıp konuşmadan öylece durduk. ellerimiz ceplerimize gömülü. sacit'in bir eli dışarda ama. evde sigara içmesine izin vermeyen ikinci karısı yüzünden bulduğu her fırsatta sigaraya sarıldığını bilmeyen yok. artık siz de biliyorsunuz.
şimdiden ikinciyi yaktı ve biz tek kelime bile konuşmadık. aslında elektronik sigara içmesi tarzına daha uygun ama birazdan o sigarayı don vurmuş asfalta fırlatacak ve yola fırlatılan sigara izmaritinin ucundaki közü döke saça asfaltta yuvarlanması çok hoşuma gidiyor.
"bergman burada olsa "kilise ayinleri ya da kötü tiyatro"ya benzetirdi," diye düşündüğüm, sanat filmlerindeki kadar uzun, upuzun bir suskunluğun ardından, önce sigarasından son bir nefes alıp kalanı tıpkı az evvel dediğim gibi asfalta fırlattı, sonra da yeterince uzak mı diye bir defa daha tesiste mola vermiş tek otobüsü yıkayan elemana baktı ve zor duyulur bir sesle, "satrançta balkan üçüncülüğü var," dedi.
der demez de geldiği gibi gitmek üzere gecenin en karanlık yeriyle boyanmış otomobiline yöneldi. arkasından "hangi yıl?" diye seslendim. geri dönüp, "bilmiyorum," anlamında ellerini açtı. belki, "ben nereden bileyim?" demiş de olabilir.
"başka bir şey yok mu? ya da öğrenebileceğimiz birileri?" diye ısrar ettim otobüsü yıkamayı bitirip sigara yakan adama aldırmadan. "olsa biz bilirdik," dedi ve kapıyı kapattı. evet, biraz sertçe.
istanbul tarafına dönmek için yanıp sönen sinyal lambasına bakarken, "it," dedim çevirisi kolay olsun diye. "daha iki dakika önce, harbi delikanlı, dedim senin için. kupası paslanmış şampiyonluğu bile andım. sense artistlik yapmak için yazının bitmesini bekleyemedin."
sinirden apartmanın park yerinde arabayı sürttüm. bunları da sanayide, oto-boyacı cemil'in dükkânı açmasını beklerken yazıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder