"ankara'ya geldiğimden bu yana yağmurun ikinci yağışıydı bu. aynı yağmurun hilal'i de ıslattığını yavaş adımlarla kızılay'dan cebeci'ye yürürken, tam da kurtuluş istasyonu'ndan geçerken henüz bilmiyordum."
*
o sırada başka bir yerde:
"çerçevesine marangoz bahtiyar ustanın elinden çıkma sarmaşık gülleri dolanmış aynanın derinliğinde bir defa daha kendisini bulup göz göze gelince nihayet telefonu elinden bıraktı. ayağa kalkıp eteğine takılan çalı ve dikenlere aldırmadan terasa çıktı. sağ ayağını terasa atıp güneşe çıkmadan bir tereddüt teras kapısına asılı rüzgâr çanını okşayan esintiye eşlik etti. ilk adımla birlikte, tıpkı kendini suya bırakmadan önce ayak ucunu suya değdiren insanların duyduğu ürperti bütün vücudunu yoklamıştı. başını örtmeye karar verdikten sonra ilk defa günün bu vaktinde örtüsü olmadan terasa çıkıyordu çünkü. daha önce yalnızca bir defa, bir gece yarısı aniden başlayan yağmurun çağrısına karşı koyamamış, okuduğu kitabı başucu lambasının altına bırakıp terasa çıkmıştı. terasın orta yerinde kollarını iki yana açarak yüzünü yağmura kaldırmıştı. hasta olup yatağa düştüğü halde, hayatım boyun ezberimde tutacağım ve izin varsa ulukata da yanımda götüreceğim bir yağmurum oldu, diye düşünerek içten içe mutlu olmuştu."
*
bu defa ben:
ayhan bir kaç gün sonra hasta yatağından o sabah kurtulmuş hilalle görüşmek zorunda kalınca içinde bir yerde şefkat ve meraktan mürekkeb bir his uyanacak, hilal'in solgun ve çökmüş yüzüne bakarak, "biraz daha samimi olsaydık, kendinize neden dikkat etmiyorsunuz, diyerek kızardım" diye düşünecekti.
ve ıslanırken henüz bilmiyor ama, burnunun kağıt mendillerin yarattığı tahribat yüzünden kaşınıp duran kenarlarını hilal'in farkında olmadan sol işaret parmağının üstüyle kaşıyıp durmasına ise bayılacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder