14 Eylül 2020 Pazartesi

ilk izlenim için tek bir şansın vardır: yirmi

'dünyanın en büyük yalancısı' olan yazar borges, son öykü kitabı kum kitabı'nda, fantastik olduğu kadar "gelip geçen olaylar üzerine derin düşünceler" tadında hikâyeler anlatır. zaman zaman otobiyografik öğelerin de kendini ele verdiği bu hikâyelerin en güzeli ulrike'dir bana kalırsa.

borgesvari bir aşk öyküsü olan bu hikâyenin kolombiyalı, bogota'da and üniversitesi'nde profesör olan erkek kahramanı istemeden şahit olduğu bir sohbette, "ingiltere bizimdi ve biz onu yitirdik, eğer birinin bir şeyi varsa o şey yitip gidebilir." cumlesiyle norveçli ulrike'yi fark eder.

henüz bilmiyordur ama aşka, şehvete ve gizeme giden yolun ilk adımı olacaktır bu.

*

"İşte o zaman ona baktım, William Blake'in bir bir dizesi genç kızları yumuşak gümüş ya da öfkeli altın olarak niteler, ama Ulrike'de hem yumuşaklık vardı, hem altınlık. Zayıf, uzun boyluydu. İnce hatları ve gri gözleri vardı. Yüzünden çok, gizemli dingin havası beni etkilemişti. Kolayca gülümsüyordu ve bu gülümseme onu uzaklaştırıyor gibiydi. Siyahlar giyiyordu, çevrenin sönük havasının renklerle canlandırıldığı Kuzey ülkelerinde tuhaf kaçıyordu bu. Akıcı ve anlaşılır bir İngilizce konuşuyordu ve r'leri hafifçe vurgulu söylüyordu. İyi bir gözlemci değilimdir, bunları yavaş yavaş keşfettim."


*: jorge luis borges, iletişim yayınları- s:18

Hiç yorum yok: