27 Eylül 2013 Cuma

kayıp jokey*

borges, zâhir adlı öyküsünde "oxymoron" diye adlandırılan bir benzetme türünden bahseder. bu benzetme türünde sözcük, önüne onun karşıtı gibi görünen bir sıfat konularak nitelendirilmektedir. hatta örnek verir; "agnostikler kara ışıktan, simyacılar da kara güneşten söz etmişlerdir."

bunu okuyunca aklıma ilk gelen "mutlu son" aptallığı oldu. peşi sıra "pozitif ayrımcılık" denilen saçmalık...

sonra "oxymoron"u unuttum gitti. daha doğrusu unuttum sanmışım. meğer bir yerlerde yeniden ortaya çıkmayı bekliyormuş.

bir gün rene magritte'in kayıp jokey adlı resmine bakarken çıkıp geldi. bahsettiğim resim, magritte'in ilk sürrealist çalışması kabul edilen kayıp jokey'i değil, onunla aynı adı taşıyan, bin dokuz yüz kırk sekizde kağıt üzerine guaj boyayla yaptığı yeni yorum. soluk sarı rengiyle bir düş gibidir, sanki uykuyla uyanıklık arasına sızmış bir hayal...

"kayıp" nasıl oluyor da "jokey"in karşıtı oluyor, diye soranlar çıkacaktır. soruyla cevap vereyim: jokey ne demektir? yarış atlarına binen, daha doğrusu, belli bir güzergahı kulllanmak zorundaki atlara binen ve başlangıç noktasından varış noktasına atını herkesten önce ulaştırmakla yükümlü, çoğunlukla bir çember üzerinde hareket eden kişiler.

şimdi bir soru daha sorayım: bu kişilerin kaybolmasındaki muhteşemliği görebiliyor musunuz?

ya siz? ev, iş, yatak, bir kaç eş dost ziyareti, belki senede bir defa yurt dışı seyahatinden ibaret rotanızdan çıkıp ne zaman kaybolacaksınız?

ben mi? kaybolmayı başardım mı bilmiyorum. ama bir kaç yıl evvel bir yirmi dört kasım günü altına imza attığım metinle en azından bu yazıyı yazmayı hak ettiğimi biliyorum.


*:le jockey perdu ve ayrıca kayıp jokey'in iki ayrı yorumu için bakınız.

6 yorum:

Zelda Capulet dedi ki...

ben kayboldum; o sözünü ettiğin döngünün içinde. ve artık yolumu bulamayacağımı da biliyorum...

verbumnonfacta dedi ki...

yanlış yerde kaybolmuşsunuz.

Zelda Capulet dedi ki...

kimbilir...

verbumnonfacta dedi ki...

doğru bildiğimin sadece benim doğrum olduğunu, başkalarını enterese etmeyeceğini bir gün öğreneceğim elbette.

auster'ın lafıydı galiba: "belki de yaşantılar, onları yaşayabilecek olanlara sunarlar kendilerini," diyordu. bu da herkesin kayboluşu kendine demek galiba.

Zelda Capulet dedi ki...

hiç auster okumadım; nedense tuhaf bir mesafem var o adama. itiraf etmeliyim bu sözü de bana fazla kibirli geldi. biraz ünlü olan insanların hayata dair laf etme hakkı bulmalarından çok rahatsız oluyorum; hayatı çözmüş olma hali!

45 yaşında geldim ve yaşıyorum. bütün keyiflerimle, dibe vurmalarımla, kaybolmalarımla, beceriksizliklerimle, anne halimle; hepsi bu...

verbumnonfacta dedi ki...

"kibir" konusunda size katılmamak elde değil. özellikle de "ünlü olmak"la beraber düşününce.

son paragrafı bir defa daha okuyor, hayranlığımı saklayamıyorum. bu cümleyle bizatihi gördünüz.