yaklaşık iki ay önce "farkında mısınız bilmem ama, ricardo reis'in öldüğü yıl'a adım adım yaklaşıyoruz" demiştim.
şimdi bir adım daha atalım.
*
nobel ödüllü saramago, ricardo reis'in öldüğü yıl'ı yazmakla yalnızca fernando pessoa ve onun dış kimliklerinden ricardo reis'e selam yollamaz. latin edebiyatının güneşi borges de bu saygı duruşundan payına düşeni alır.
kendisini rio de janeiro'dan lizbon'a getiren highland brigade'den lizbon'da inen ricardo reis, oteldeki odasına yerleşirken geminin kütüphanesinden aldığı ve iade etmeyi unuttuğu bir kitabı farkeder: the god of labyrinth... kitabı keyifli bir gününde bitirmek üzere sehpanın üzerine koyar ve yazarı herbert quain üzerine düşünmeye başlar: "...aşağı yukarı kim gibi okunuyor, quain'i, quem'i, kim'i okudunuz mu, sırf birisi onu highland brigade'de keşfetti diye tanınmazlıktan kurtulan bir yazar bu, ama gemideki tek nüsha buysa, insanın kendine quem diye sorması için bir nedeni var demektir. yolculuğun verdiği sıkıntının içinde bu ilginç ad merakını cezbetmişti. labirentli bir tanrı, hangi tanrıydı bu, labirent hangi labirentti, kimdi bu labirent tanrısı. sonuçta alelade bir polisiyeydi kitap, sıradan bir cinayet, soruşturma, suçlu, kurban öyküsü ya da tersi, kurban suçludan önce, dedektif de hepsinden sonra çıkıyor sahneye, üçü cinayetin suç ortağı, tüm mesele bu öyküde gerçekten hayatta kalan tek kişinin okurun kendisi olduğunu kabul etmekte, zaten her okur her öyküyü, gerçekten hayatta kalan tek kişi olarak okur."
(lütfen, kitap hakkındaki düşüncelerinin herhangi bir polisiye roman hakkında kullanabileceğiniz kalıplar olduğuna dikkat edin.)
*
bütün bunlar bizi ister istemez borges'in kapısına götürür. çünkü borges, herbert quain'in yapıtlarının incelenmesi* adlı öyküsünde, "herbert quain geçenlerde roscommon'da öldü" diye başlar ve eserlerinin incelenmesini de ihmal etmeyen biyografik bir anma yazısına soyunur.
ölüm haberi times edebiyat eki'nde ancak yarım sütun tutan bir yazı kadar yer bulur kendine. the spectators'da ise, guain'in ilk kitabı labirentin tanrısı'nı agatha christie'nin bir kitabıyla, ötekileri de gertrude stein'ın kitaplarıyla karşılaştıran bir yazı vardır. ama borges, quain'in buna aldırış etmeyeceğine emindir; çünkü o, kendini hiçbir zaman dahi olarak görmemişti, kitaplarının deneysel niteliği konusunda oldukça gerçekçiydi. getirdiği yenilikler ve belki, sahip oldukları belli, dürüstçe bir söz tutumluluğu dolayısıyla onları hayranlık uyandırıcı buluyordu ama tutku içerdiklerini düşünmüyordu. hatta, borges'e "ben cowley'in kasideler'i gibiyim," diye yazar longford'dan. ve devam eder, "sanat'ın malı değilim, yalnızca sanat tarihinin malıyım."
borges daha sonra, "tek bildiğim, onun kitaplarının insanı şaşırtmaya can atan kitaplar olduğu" der ve sözü ilk kitaba getirir: ilk yayınladığı kitabı, tanıdığım bir hanıma vermiş olduğum ve artık geri alamayacağım için büyük pişmanlık duyuyorum. bunun bir dedektiflik öyküsü olduğunu söylemiştim. labirentin tanrısı'nın yayımcısı tarafından bin dokuz yüz otuz üç kasımının son günlerinde piyasaya verildiğini de ekleyebilirim. aynı yıl aralık ayının ilk günlerinde, londra ve new york siyamlı ikizlerin esrarı'nın zarif ve çetin dolambaçlarının büyüsüne kapılmış durumdaydı.
arkadaşımızın romanının uğradığı başarısızlığı bu yıkıcı rastlantıyla açıklamayı yeğliyorum. ancak buna (tümüyle içten davranmak istiyorum) romanın kuruluşundaki yetersizliği ve belli deniz betimlemelerindeki kendini beğenmiş ve soğuk debdebeyi de eklemek isterim. aradan yedi yıl geçti, olay örgüsünü hatırlayamıyorum. ama olup biteni özetleyebilirim, unutkanlığımın şu anda onları yoksullaştırdığı (ya da durulaştırdığı) biçimiyle. ilk sayfalarda içinden çıkılmaz çetrefillikte bir suikast söz konusudur; ortalara doğru ağır ağır gelişen bir tartışma yer alır; sonunda bir çözüm belirir. sır bir kere çözülüp bittiğinde, aşağıdaki cümleyi içeren uzun ve geri-bakışlı bir paragraf yer alır:
"herkes iki satranç oyuncusunun karşılaşmasının rastlantı olduğunu sanmıştı." bu cümle çözümün hatalı olduğunu anlamamızı sağlar. içi rahat etmeyen okuyucu ilişkin bölümleri okur ve başka bir çözümü keşfeder, gerçek çözümü. bu benzersiz kitabın okuru böylece hafiyeden daha hafiye olmak zorundadır.
(farkettiniz mi, borges de klişelere başvuruyor. ve bahanesi hazır: bir hanım arkadaşına verdiği için kitap onda değildir, kitabı gözden geçiremez ve ancak tozlanmış belleğinin yardımıyla anlatabilir. )
'geriye doğru giden, durmadan çatallanan roman'ı april march, iki perdelik kahramanlık güldürüsü gizli ayna ve son olarak sekiz öyküden oluşan öykü kitabı deyişler'e değinir ve anma yazısını -yani öyküsünü-, "edebiyatın sunduğu çeşitli hazlar arasında, en büyüğü uydurmaktır," diyen herbert quain'in, bu kitaptaki üçüncü öyküsünden yani 'dünün gülü'nden döngüsel yıkıntılar adlı öykümü türettim itirafıyla sonlandırır.
*
sanırım anladınız, ne herbert quain ne labirentin tanrısı diye bir roman vardır. bir yığın ayrıntıyla bezeli herbert quain'in yapıtlarının incelenmesi adlı öyküye rağmen tek gerçek, bu öyküyle aynı kitapta yer alan döngüsel yıkıntılar adlı öyküdür.
bir de, oyunbaz borges'in herbert quain'e söylettiği cümle: edebiyatın sunduğu çeşitli hazlar arasında, en büyüğü uydurmaktır.
*: ficciones-hayaller ve hikâyeler, iletişim yayınları
şimdi bir adım daha atalım.
*
nobel ödüllü saramago, ricardo reis'in öldüğü yıl'ı yazmakla yalnızca fernando pessoa ve onun dış kimliklerinden ricardo reis'e selam yollamaz. latin edebiyatının güneşi borges de bu saygı duruşundan payına düşeni alır.
kendisini rio de janeiro'dan lizbon'a getiren highland brigade'den lizbon'da inen ricardo reis, oteldeki odasına yerleşirken geminin kütüphanesinden aldığı ve iade etmeyi unuttuğu bir kitabı farkeder: the god of labyrinth... kitabı keyifli bir gününde bitirmek üzere sehpanın üzerine koyar ve yazarı herbert quain üzerine düşünmeye başlar: "...aşağı yukarı kim gibi okunuyor, quain'i, quem'i, kim'i okudunuz mu, sırf birisi onu highland brigade'de keşfetti diye tanınmazlıktan kurtulan bir yazar bu, ama gemideki tek nüsha buysa, insanın kendine quem diye sorması için bir nedeni var demektir. yolculuğun verdiği sıkıntının içinde bu ilginç ad merakını cezbetmişti. labirentli bir tanrı, hangi tanrıydı bu, labirent hangi labirentti, kimdi bu labirent tanrısı. sonuçta alelade bir polisiyeydi kitap, sıradan bir cinayet, soruşturma, suçlu, kurban öyküsü ya da tersi, kurban suçludan önce, dedektif de hepsinden sonra çıkıyor sahneye, üçü cinayetin suç ortağı, tüm mesele bu öyküde gerçekten hayatta kalan tek kişinin okurun kendisi olduğunu kabul etmekte, zaten her okur her öyküyü, gerçekten hayatta kalan tek kişi olarak okur."
(lütfen, kitap hakkındaki düşüncelerinin herhangi bir polisiye roman hakkında kullanabileceğiniz kalıplar olduğuna dikkat edin.)
*
bütün bunlar bizi ister istemez borges'in kapısına götürür. çünkü borges, herbert quain'in yapıtlarının incelenmesi* adlı öyküsünde, "herbert quain geçenlerde roscommon'da öldü" diye başlar ve eserlerinin incelenmesini de ihmal etmeyen biyografik bir anma yazısına soyunur.
ölüm haberi times edebiyat eki'nde ancak yarım sütun tutan bir yazı kadar yer bulur kendine. the spectators'da ise, guain'in ilk kitabı labirentin tanrısı'nı agatha christie'nin bir kitabıyla, ötekileri de gertrude stein'ın kitaplarıyla karşılaştıran bir yazı vardır. ama borges, quain'in buna aldırış etmeyeceğine emindir; çünkü o, kendini hiçbir zaman dahi olarak görmemişti, kitaplarının deneysel niteliği konusunda oldukça gerçekçiydi. getirdiği yenilikler ve belki, sahip oldukları belli, dürüstçe bir söz tutumluluğu dolayısıyla onları hayranlık uyandırıcı buluyordu ama tutku içerdiklerini düşünmüyordu. hatta, borges'e "ben cowley'in kasideler'i gibiyim," diye yazar longford'dan. ve devam eder, "sanat'ın malı değilim, yalnızca sanat tarihinin malıyım."
borges daha sonra, "tek bildiğim, onun kitaplarının insanı şaşırtmaya can atan kitaplar olduğu" der ve sözü ilk kitaba getirir: ilk yayınladığı kitabı, tanıdığım bir hanıma vermiş olduğum ve artık geri alamayacağım için büyük pişmanlık duyuyorum. bunun bir dedektiflik öyküsü olduğunu söylemiştim. labirentin tanrısı'nın yayımcısı tarafından bin dokuz yüz otuz üç kasımının son günlerinde piyasaya verildiğini de ekleyebilirim. aynı yıl aralık ayının ilk günlerinde, londra ve new york siyamlı ikizlerin esrarı'nın zarif ve çetin dolambaçlarının büyüsüne kapılmış durumdaydı.
arkadaşımızın romanının uğradığı başarısızlığı bu yıkıcı rastlantıyla açıklamayı yeğliyorum. ancak buna (tümüyle içten davranmak istiyorum) romanın kuruluşundaki yetersizliği ve belli deniz betimlemelerindeki kendini beğenmiş ve soğuk debdebeyi de eklemek isterim. aradan yedi yıl geçti, olay örgüsünü hatırlayamıyorum. ama olup biteni özetleyebilirim, unutkanlığımın şu anda onları yoksullaştırdığı (ya da durulaştırdığı) biçimiyle. ilk sayfalarda içinden çıkılmaz çetrefillikte bir suikast söz konusudur; ortalara doğru ağır ağır gelişen bir tartışma yer alır; sonunda bir çözüm belirir. sır bir kere çözülüp bittiğinde, aşağıdaki cümleyi içeren uzun ve geri-bakışlı bir paragraf yer alır:
"herkes iki satranç oyuncusunun karşılaşmasının rastlantı olduğunu sanmıştı." bu cümle çözümün hatalı olduğunu anlamamızı sağlar. içi rahat etmeyen okuyucu ilişkin bölümleri okur ve başka bir çözümü keşfeder, gerçek çözümü. bu benzersiz kitabın okuru böylece hafiyeden daha hafiye olmak zorundadır.
(farkettiniz mi, borges de klişelere başvuruyor. ve bahanesi hazır: bir hanım arkadaşına verdiği için kitap onda değildir, kitabı gözden geçiremez ve ancak tozlanmış belleğinin yardımıyla anlatabilir. )
'geriye doğru giden, durmadan çatallanan roman'ı april march, iki perdelik kahramanlık güldürüsü gizli ayna ve son olarak sekiz öyküden oluşan öykü kitabı deyişler'e değinir ve anma yazısını -yani öyküsünü-, "edebiyatın sunduğu çeşitli hazlar arasında, en büyüğü uydurmaktır," diyen herbert quain'in, bu kitaptaki üçüncü öyküsünden yani 'dünün gülü'nden döngüsel yıkıntılar adlı öykümü türettim itirafıyla sonlandırır.
*
sanırım anladınız, ne herbert quain ne labirentin tanrısı diye bir roman vardır. bir yığın ayrıntıyla bezeli herbert quain'in yapıtlarının incelenmesi adlı öyküye rağmen tek gerçek, bu öyküyle aynı kitapta yer alan döngüsel yıkıntılar adlı öyküdür.
bir de, oyunbaz borges'in herbert quain'e söylettiği cümle: edebiyatın sunduğu çeşitli hazlar arasında, en büyüğü uydurmaktır.
*: ficciones-hayaller ve hikâyeler, iletişim yayınları
2 yorum:
Yanılmıyorsam A.Manguel aslında olmayan yazar ve kitapları hakkında bir yazı yazmıştı, Borges de bu konuda başı çekiyordu :)
alberto manguel'in borges ilgisinden ve neredeyse tamamı hayranlığımı kazanmış kitaplarından haberdarım. lanet olası(!) palmiyelerin altında stevenson'dan da...
ricardo reis'in öldüğü yıl'a giderken bir adım da ondan yana atılmıyorsa tek sebep bu kıskançlığa bulanmış öfkedir.
Yorum Gönder