iki bin beş... sms yani kısa mesaj zamanları. başka bir deyişle, "bu telefonların bir de gelmeyen kutusu olmalı" dediğim günler...
john fowles'ın ölüm haberini alınca, yakari'ye "önce margarita duras, sonra john fowles... sıra cengiz aytmatov'da. sonra da biz gideriz herhalde sırayla," diye bir mesaj atmıştım.
peşi sıra oturup, "yirminci yüzyılın en iyi üç romancısından biri. duras ve fowles öldü ama allah ona uzun ömür versin. çünkü yazacakları henüz tükenmedi," diye onu yazmaya başladım. ama o da öldü. yazı ise bitmedi.
*
adını çok duyduğum bu adam artık okunmalı dediğimde doksan yedi yazıydı. limanı gören bir ev, balkonu neredeyse örten asma yaprakları, fonda dire straits.
geri gelmeyecek yazlardan biriydi. bütün bir yaz dire straits dinleyip cemile'den başlayarak cengiz aytmatov külliyatını okudum. normal olarak bir kaç yıl sonra aynı yollardan geçen yakari'ye, "çok şanslısın," diyeceğimi henüz bilmiyordum.
yazdıklarında eski coğrafyaya dair efsaneler, hikayeler güçlü bir duyarlılıkla hayat buluyordu. o eski coğrafyanın sadece geçmişi değil bugünü de yazdıklarının konusuydu. yazdıkları, anlattıkları bozkır sarısıydı. sık sık buharlı tren karası bulaşan bir sarı.
gözümün önünden hiç eksilmeyen bir görüntü: sarı-özek bozkırını bir baştan diğer başa geçen ve dünya savaşlarının ikicisi için cepheye asker taşıyan buharlı tren. trenler gelir, trenler giderdi. gün batarken sararırdı. fonda brothers in arms.
*
o yaz geri gelmeyecek yazlardan biriydi. cengiz aytmatov külliyatını okudum, dire straits dinledim. çok şey yaşadım, kendime bir çok şey sakladım.
cemile meselâ... ilk aşkın yakıcı ve yıkıcı öyküsü. belki de büyüme öykülerine bugün bile duyduğum zaafı başlatan, bana yeniden yeniden amorcord(1973), sjecas li se dolly bell? (dolly bell'i hatırlıyor musun?)(1981), almost famous(2000) izlettiren öykü. üstelik, aragon "dünyanın en büyük aşk hikâyesi" derken haksızlık etmemiş.
meselâ beyaz gemi... "onun iki masalı vardı. biri kendisinindi ve başkası bilmezdi. ötekini ise dedesi anlatmıştı ona. sonra ikisi de yok olup gitti. şimdi biz bunlardan söz edeceğiz." muhteşem paragrafıyla açılan, yaba kulaklı küçük bir çocuğun gözünden umudu, bekleyişi ve hayalleri anlatan ve "gittin yaba kulaklı çocuk." cümlesiyle biterken beni salya sümük ağlatan beyaz gemi… tatar çölü'nü okuyana kadar beni en çok ağlatan kitap olarak kalmıştı. ama acıdan değil şefkatten ağlamıştım.
ya da dişi kurdun rüyaları... aytmatov'u inkar edilemez bir biçim büyük yazar haline dönüştüren, mükemmel bir tabiat romanı olmasına rağmen yazarın her zaman yaptığı gibi tarihten, mitolojiden ve dinden bahsetmekten vazgeçmediği dişi kurdun rüyaları.
öyle ki, yirminci yüzyılın en iyi romanı 'üçleme'sinde kendine yer buldu.
adı yüzünden ne zaman hakkında konuşsam bir yığın açıklama yapma ihtiyacı duyduğum, modernizm ve teknolojinin sadece insandan değil tabiattan da neler alıp götürdüğünü anlatan roman bugün bile kıymeti bilinmeyen, okurunu bulamamış kitaplardan. bozkırın ortasında gece için yakılan ateşin başında eski papaz okulu öğrenci abdias büyük şehitten bahseder: "kollarını açtı ve şehit numarası yaptı." son noktayı ise çiftlik sahibi boston koyar. taşçaynar yerine henüz bir bebek olan oğlunu vurur.
*
dedim ya yıllar önceydi. beni ben yapan yazlardan biriydi.
o yaz cengiz aytmatov'un türkçedeki bütün kitaplarını okudum.
limanda gemiler, balkonu örten asma yaprakları. ufuk çizgisinin üzerinde bulutlar koşuyordu. fonda brothers in arms.
john fowles'ın ölüm haberini alınca, yakari'ye "önce margarita duras, sonra john fowles... sıra cengiz aytmatov'da. sonra da biz gideriz herhalde sırayla," diye bir mesaj atmıştım.
peşi sıra oturup, "yirminci yüzyılın en iyi üç romancısından biri. duras ve fowles öldü ama allah ona uzun ömür versin. çünkü yazacakları henüz tükenmedi," diye onu yazmaya başladım. ama o da öldü. yazı ise bitmedi.
*
adını çok duyduğum bu adam artık okunmalı dediğimde doksan yedi yazıydı. limanı gören bir ev, balkonu neredeyse örten asma yaprakları, fonda dire straits.
geri gelmeyecek yazlardan biriydi. bütün bir yaz dire straits dinleyip cemile'den başlayarak cengiz aytmatov külliyatını okudum. normal olarak bir kaç yıl sonra aynı yollardan geçen yakari'ye, "çok şanslısın," diyeceğimi henüz bilmiyordum.
yazdıklarında eski coğrafyaya dair efsaneler, hikayeler güçlü bir duyarlılıkla hayat buluyordu. o eski coğrafyanın sadece geçmişi değil bugünü de yazdıklarının konusuydu. yazdıkları, anlattıkları bozkır sarısıydı. sık sık buharlı tren karası bulaşan bir sarı.
gözümün önünden hiç eksilmeyen bir görüntü: sarı-özek bozkırını bir baştan diğer başa geçen ve dünya savaşlarının ikicisi için cepheye asker taşıyan buharlı tren. trenler gelir, trenler giderdi. gün batarken sararırdı. fonda brothers in arms.
*
o yaz geri gelmeyecek yazlardan biriydi. cengiz aytmatov külliyatını okudum, dire straits dinledim. çok şey yaşadım, kendime bir çok şey sakladım.
cemile meselâ... ilk aşkın yakıcı ve yıkıcı öyküsü. belki de büyüme öykülerine bugün bile duyduğum zaafı başlatan, bana yeniden yeniden amorcord(1973), sjecas li se dolly bell? (dolly bell'i hatırlıyor musun?)(1981), almost famous(2000) izlettiren öykü. üstelik, aragon "dünyanın en büyük aşk hikâyesi" derken haksızlık etmemiş.
meselâ beyaz gemi... "onun iki masalı vardı. biri kendisinindi ve başkası bilmezdi. ötekini ise dedesi anlatmıştı ona. sonra ikisi de yok olup gitti. şimdi biz bunlardan söz edeceğiz." muhteşem paragrafıyla açılan, yaba kulaklı küçük bir çocuğun gözünden umudu, bekleyişi ve hayalleri anlatan ve "gittin yaba kulaklı çocuk." cümlesiyle biterken beni salya sümük ağlatan beyaz gemi… tatar çölü'nü okuyana kadar beni en çok ağlatan kitap olarak kalmıştı. ama acıdan değil şefkatten ağlamıştım.
ya da dişi kurdun rüyaları... aytmatov'u inkar edilemez bir biçim büyük yazar haline dönüştüren, mükemmel bir tabiat romanı olmasına rağmen yazarın her zaman yaptığı gibi tarihten, mitolojiden ve dinden bahsetmekten vazgeçmediği dişi kurdun rüyaları.
öyle ki, yirminci yüzyılın en iyi romanı 'üçleme'sinde kendine yer buldu.
adı yüzünden ne zaman hakkında konuşsam bir yığın açıklama yapma ihtiyacı duyduğum, modernizm ve teknolojinin sadece insandan değil tabiattan da neler alıp götürdüğünü anlatan roman bugün bile kıymeti bilinmeyen, okurunu bulamamış kitaplardan. bozkırın ortasında gece için yakılan ateşin başında eski papaz okulu öğrenci abdias büyük şehitten bahseder: "kollarını açtı ve şehit numarası yaptı." son noktayı ise çiftlik sahibi boston koyar. taşçaynar yerine henüz bir bebek olan oğlunu vurur.
*
dedim ya yıllar önceydi. beni ben yapan yazlardan biriydi.
o yaz cengiz aytmatov'un türkçedeki bütün kitaplarını okudum.
limanda gemiler, balkonu örten asma yaprakları. ufuk çizgisinin üzerinde bulutlar koşuyordu. fonda brothers in arms.
4 yorum:
Bir Cemile'yi okumadım. Benim ilk tanışmam Aytmatovla 95 yılında üniversitede bir hocamızın tavsiyesiyle olmuştu. Bu kış kızıma
Beyaz Gemi'yi verdim okuması için. Hep güçlü gözüken kızımın kitabı
okurken battaniye altına ara ara başını soktuğunu gördüm. Kitap
bitince de anne bana bir daha böyle üzücü kitaplar verme dedi.
Aytmatov deyince gözümün önüne hep uçsuz bucaksız bozkırda bir köy, orada yaşayan bir kadın ya da bir çocuk geliyor. Tüm dertleriyle bu
dünya da varolmaya çalışan.
Sanırım bir sonraki yaz da ben okumuştum tüm külliyatını...
hayat bazan enteresan..
aytmatov’un okuduğum tek kitabı cemile.
sen de ondan başlamışsın.
yaklaşık on yıl önce istiklal caddesinde ispanya iç savaşından çıkmış gibi giyinen bir sahaftan almıştım. okumuştum. ve sevmiştim.
sonra n’aprım kime verdim bilmiyorum.
belki yeniden okurum sayende.
selamlar
"yorumhane"de bir sıkıntı olmuş. ancak gördüm bu 'katkı/yorum'ları.
@buket,
pelin'i seviyorum. bunu ona söyleyin lütfen. dilerim sadece kitaplar ve filmler yüzünden ağlar yalnızca. bana da bir arkadaşım tavsiye etmişti. kitaplarını yazdığı listeyi hâlâ saklarım. galiba aytmatov kitaplarının içimize yansıması aynı.
@balthus,
sizin yazınız nasıl bir yazdı? eşlik eden bir müzik ya da başka bir şey var mıydı?
@mithad selim,
mutlaka okuyun derim. hatta müzik seven yanınıza, dire straits, diyerek seslenmek isterim.
Yorum Gönder