nefes nefeseydi. anahtarı kilide sokup iki defa çevirdi. eğildi, elindeki zarfları dişlerinin arasına sıkıştırıp koşu ayakkabılarının bağcıklarını çözdü. ayakkabıları sol, anahtarı sağ eline alıp salona yürüdü.
bir kaç adım sonra anahtarı sağ duvara yaslanmış etajerin üzerine fırlattı. zarfları da ağzından alıp etajerin üzerine koydu. küçüklü büyüklü bir kaç zarf. bir de zarfa gerek duymamış bir kartpostal.
sonra etajerin üzerindeki boş vazoyu fark etti. daha doğrusu uzun zamandır çiçek almadığını. sarı güller geçti aklından. şehzadeler ölünce genç kadınların mezarına koyduğu sarı güller. minik pembe açmaya yazgılı olanlar bir de.
ayakkabıları balkona bıraktı. gelmişken rüzgar montunu çıkartıp havalanması için astı. peşi sıra tişörtü de. üç tane yeşil mandal yetti. balkonu denize karşıymış gibi olduğu için şükretti. soğuktu. bunu bedeninde hissetmeyi bir defa daha sevdi. bu duyumsama dirim demekti. yaşamaya dair bir çeşit onay. üşüyorum öyleyse varım. olmayan nasıl üşüsün ki?
mutfağa yürüdü. mutfak dolabından kahve kutusunu ve filtre işlevi gören kağıtlardan bir tanesini aldı. acele etmeden kağıdı kahve makinesine yerleştirdi. kutunun içindeki kaşıkla kahve, her zamanki markadan su. düğmeyi 'sıfır'dan 'bir'e getirdi. "neden sıfır ve bir?" sorusuna bu defa cevaplardan "bilgisayar çağı"nı seçti.
duş başlığından hırsla boşalan sıcak su suratına çarpınca başını eğip avuçlarını duvara, duş kolonunun iki yanına yasladı. ağlamışsa da bilmiyorum. ağladığını kendisi bile anlayamazdı.
sonra traş. sonra temiz kıyafetler. evde bildik bir koku: kahve kokusu.
gri yassı tabaklardan birine konulan terkibinde üzüm kurusu da olan bisküviler ve on dört yıl önce sevgilisinin hediye ettiği unicef reklamı yapan fincanla kahve makinesinin başına gitti. bisküvilerden biri tarih olmuştu bile.
kahvesini ve bisküvi tabağını alıp çalışma masasına oturdu. bilgisayarı açtı. sanki önüne bir defter çeker gibiydi. sayfanın en başına "bir adam" yazdı.
bir kaç adım sonra anahtarı sağ duvara yaslanmış etajerin üzerine fırlattı. zarfları da ağzından alıp etajerin üzerine koydu. küçüklü büyüklü bir kaç zarf. bir de zarfa gerek duymamış bir kartpostal.
sonra etajerin üzerindeki boş vazoyu fark etti. daha doğrusu uzun zamandır çiçek almadığını. sarı güller geçti aklından. şehzadeler ölünce genç kadınların mezarına koyduğu sarı güller. minik pembe açmaya yazgılı olanlar bir de.
ayakkabıları balkona bıraktı. gelmişken rüzgar montunu çıkartıp havalanması için astı. peşi sıra tişörtü de. üç tane yeşil mandal yetti. balkonu denize karşıymış gibi olduğu için şükretti. soğuktu. bunu bedeninde hissetmeyi bir defa daha sevdi. bu duyumsama dirim demekti. yaşamaya dair bir çeşit onay. üşüyorum öyleyse varım. olmayan nasıl üşüsün ki?
mutfağa yürüdü. mutfak dolabından kahve kutusunu ve filtre işlevi gören kağıtlardan bir tanesini aldı. acele etmeden kağıdı kahve makinesine yerleştirdi. kutunun içindeki kaşıkla kahve, her zamanki markadan su. düğmeyi 'sıfır'dan 'bir'e getirdi. "neden sıfır ve bir?" sorusuna bu defa cevaplardan "bilgisayar çağı"nı seçti.
duş başlığından hırsla boşalan sıcak su suratına çarpınca başını eğip avuçlarını duvara, duş kolonunun iki yanına yasladı. ağlamışsa da bilmiyorum. ağladığını kendisi bile anlayamazdı.
sonra traş. sonra temiz kıyafetler. evde bildik bir koku: kahve kokusu.
gri yassı tabaklardan birine konulan terkibinde üzüm kurusu da olan bisküviler ve on dört yıl önce sevgilisinin hediye ettiği unicef reklamı yapan fincanla kahve makinesinin başına gitti. bisküvilerden biri tarih olmuştu bile.
kahvesini ve bisküvi tabağını alıp çalışma masasına oturdu. bilgisayarı açtı. sanki önüne bir defter çeker gibiydi. sayfanın en başına "bir adam" yazdı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder