emrah serbes, "yağmur durur, saçaklardan ve ağaç dallarından düşmeye devam eden taneleri kalır. hiç kimse bıçakla kesilmiş gibi terk edemez dünyayı. bir insanın tam manasıyla ölmesi için onu hatırlayan hiç kimsenin kalmaması gerekir," derken, tadından yenmez memleket hikâyeleri'nin yazarı refik halit karay'ın oynadığı oyunları acaba biliyor muydu?
*
memleket hikâyeleri'nin yazarı, fecri ati'nin kurucularından, "kirpi" müstearıyla taşlama ve mizahi yazılar da yazmış refik halit, hürriyet ve itilaf fırkası'na üye olduğu ve kurtuluş savaşı aleyhine yazdığı yazılar nedeniyle vatan hainliğiyle suçlanır ve "yüzellilikler" adı verilen muhaliflerden biri olarak beyrut ve halep'te sürgün hayatı yaşamaya mecbur kalır. halep'te yaşadığı o sürgün yıllarında, istanbul gazetelerine "refik halit karay'ın vefat ve başsağlığı ilanı" gibi kendisi için taziye ve ölüm ilanları verir.
anılarına bakılırsa, bu sözde "ölümünden sonra" kendisi hakkında yazılanları okuyor, evine başsağlığı için gelenleri takip ediyor vs... kendi ifadesiyle, "kıs kıs gülüyor hallerine..." sonra da hiçbir şey olmamış gibi "bir yanlışlık olmuş" deyip hayatına devam ediyor. bunu birkaç kez yaptığı için de, insanlar bir süre sonra duydukları ölüm haberlerine doğal olarak inanmıyor, en azından daha temkinli yaklaşıyor.
refik halit karay bin dokuz yüz altmış beş yılında yetmiş yedi yaşında gerçekten(!) vefat ettiğinde onu tanıyanlar bu ölüme de şüpheyle baktılar mı bilinemez ama insan yaptıklarına kızamıyor. en azından ben anladığımı sanıyorum; atıldığı sürgünde unutulduğunu gören refik halit, arada bir ölüyor, ölerek hatırlatıyordu kendini.
*
size de tavsiye ederim.
4 yorum:
Bizde iz birakan ayni kelime, mısra veya cumlelerin dokundugu hayatlarimizi dusunurum bazen ve bu dusuncenin verdigi heyecan bile beni hayata biraz daha baglar.
Burada yazarin atladigi, o bilmesede yarattigi kac kafadadir ayni anda ... Kac tane hayati kurtarir bazen bir cumle, bir misra, bir kelime ... Kac defa derinlerden uyandirmistir beni siirler, oykuler, romanlar yada kahramanlar ... Ama onlar bunu hic bilmez.
Genel egilimimiz sevdigini kaybettikten sonra ballandirmamiz ama iceriden gonderilen selami kimse ulastiramaz dogru adrese...
Hatirlanmak icin ölmemeli, bir yerlerde hatirlandigini bilmeli...
aynı kitabı okumuş iki sevgilinin altını çizdiği yerlerden bir teki bile farklıysa birbirlerini terk etmeli, diyecek kadar önemsiyorum, içimizde bir yerlere dokunan kelimeleri, cümleleri, şiirleri, öyküleri, romanları ya da kahramanları.
bir cümle, bir mısra, bir kelime... hayat kurtarır mı bilmem ama iyi gelin bazan.
"yokluğunda anladım seni" cümleleri büyüten bir iklimde yaşıyoruz. bence asıl derdimiz bu.
"orada bir yerde beni her şeyden çok seviyor olman neye yarar ki," demiştim ya da sormuştum bir zamanlar.
Refik Halit Karay’ın sürgün hayatı yaşadığını bilmiyordum ben vnf… Demek o sebeple, yüreğe tesir eden gurbet öyküleri yazmış. Eskici’yi bilirsiniz değil mi?
Babadan yetim Hasan’ı hani… Annesi de ölünce, Filistin’deki halasının yanına gönderirler hani. Tren, vapur derken… Yolculuk önce hoşuna gider çocuğun… Ama yolculuk uzadıkça anlamadığı bir lisan konuşmaya başlar insanlar… “Taal hun Hassan” derler… Halası “Yahabibi ya ayni…” diyerekten, çok sever Hasan’ı.. … Fakat Hasan kimselerden ana dilini işitemeyince, sus pus olur. Günlerce inatla konuşmaz. Ağzından laf çıkmaz. Bir gün bahçelerine bir ayakkabı tamircisi gelir. Hasan hayranlıkla bu adamı izler. Sonra unutur inadını, “o çiviler ağzına batmaz mı senin?” diye konuşur. Eskici şaşırır. “Sen Türk müsün?” diye sorar. Eskici de, taaa oralara Türkiye’den gitmemiş mi meğer… İkisi kana kana bir başlarlar muhabbete… Hasan hiç durmadan konuşmaya başlar. Coşar. Eskici de yurdunun bir deresini, rüzgarını dinler gibi dinler Hasan’ın anlattıklarını… Sonu hüzünlü biten bir öyküdür Refik Halit Karay’ın bu öyküsü… Gurbet öyküsüdür. Şahanedir.
Gizli not: Refik Halit Karay’ın yemeklerle ilgili nefis tespitleri vardır. Bayılırım:) Ama yorumu uzatıp, konu dışına fazla dalmayayım:)
Böyleyken böyle.
refik halit karay sürgün yoluyla gurbet duygusunu tadanlardan. bu yüzden yazdıklarında hem gurbet hem de sürgün hüznü vardır.
"o çiviler ağzına batmaz mı senin?" hatırlattı o öyküyü bana. ilkokul ya da ortaokul türkçe kitaplarından birinde de okudum ben bu öyküyü.
Yorum Gönder