mutsuzdum.
çünkü hayatın gerçekliği bana bir şey demiyordu. yaşadığım hayatın bana bir şey demeyen gerçekliğinden kaçıp sanata sığınıyordum.
sözlerini anlamadığım müzikler dinliyor, anlayamadığım o sözlerin yerine hayaller kuruyor, bir sinema salonunun karanlığına saklanıp, siyah beyaz görüntülerdeki kadının neredeyse bütün perdeyi dolduran gözlerine vuruluyordum.
okuma planları için kitaplığın raflarını yoruyordum.
tecilli olduğu için yapılmayan ve o günlerde yurt dışına çıkarken probleme dönüşen askerlik olmasaydı uzak yerlere de gidebilirdim; miami sahillerinde sörf yapmak, çeçenistanda bir mücahit olup savaşmak, eğitimi bahane ederek avrupalı başkentlerden birine sığınıp ayyaş olmak, isfahan'a gidip günlerce susmak... hiç farketmezdi.
ama biliyordum. insan nereye giderse gitsin kendisini de götürüyordu. yani cehennemini.
bende sanata vermek istedim kendimi, ama yeteneksizdim.
yine de bir opera bestelemek isterdim. elbette müzik yok. çünkü orada daha çok yeteneksizim. ama bir konusu var. daha doğrusu bir görüntü, bir imge:
sırtını seyirciye dönmüş bir adam karşısındaki kızın gözlerine bakarak, bu karanlık gözlerin derinliklerinde parlayan ışığa dair bir şarkı söylüyor... kopkoyu karanlık bir gecede, bu karanlık tarafından yutulmakla tehdit edilen ama direnen, engin denizde ilerlemekte olan küçük bir teknenin ışığını anlatan.
2 yorum:
Sana ait o imge, zihnimdeki opera salonunda az önce sahnelendi. Temsil kısa sürdü (çünkü imgeyi sahneleyenler, imgeleyenin imgesine sadık kalmışlardı) ama şahaneydi.
sesin yankısını bulması.
gülümsüyorum...
Yorum Gönder