meğer, oyunu başlatan videoyu kelimelerin altına saklamayı becerememişim.
*
kaçınılmaz biçimde kaybedenler kulübü geliyor aklıma. hayır, 'yolda'ki değil, istanbul'daki.
/zaten, 'yolda' olanı biraz meraktan, biraz da çemberi tamamlamak için izledim. umutlu olmak için sebebim yoktu.
bir kaç cümle dışında ilk filmden çok uzaktı. o kadar kötüydü ki, "bu filmi bunca sene utançlarından saklamışlar" ile "hiç kimse bu filmi dolaşıma sokarak günah işlemek istememiş" arasında kaldım.
ama ilk film öyle miydi? tam yerine ve zamanına denk gelmesi bir yana, oyunculuk, senaryo, anlatım dili ve teknikleriyle ortalamanın üzerindeydi.
evet, çok güzeldi. üstelik, en çok izlediğim film olabilir kendileri.
yine de, bir baş yapıt olmadığını, ölçü sinema ise en son izlediğim the banshees of inisherin (2022) filminin bile ondan bir kaç gömlek üstün olduğunu kabul ediyorum.
martin mcdonagh tarafından yazılan ve yönetilen filmin senaryosu, mekan tercihi, görüntü seçimi, psikolojisi, örtük ya da örtük olmayan mesajları muhteşemdi.
filme bulduğum tek kusur ise, bundan yüz yıl öncesinde yaşayan insanların bu denli 'zengin' giyinmeleriydi. belki de yönetmen tercihidir bilmiyorum.
ama iki sahne, ilan-ı aşk denemesi ve iki yakın arkadaştan dostluğu bitirmek isteyenin sebepleri gerçekten çok güzeldi./
hani, mete ile kaan radyo programından sonra köfteciye gidiyorlar ve kaan, "hiç satmayan kitaplar basıp, hiç dinlenmeyen bir radyo programı yapıyorum," diyor ya o sahne.
ama, "bu çok iyi" diyen dost sesi yok.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder