bunu derken, zamanı durdurmak, mutlu evlilik, kitap okuma oranının azlığı, sayısı arttıkça kalitesi azalan üniversiteler, misyoner vejetaryanlık gibi çözümü abesle iştigal mahiyetindeki sorunlara nizam vermekten bahsetmiyorum.
"kurtulmak"tan bahsediyorum mesela. ama "unutmak" anlamında olandan değil "unutulmak" gibi olanından.
sosyal varlık olarak tarif edilen insanlar sosyal hayatın içinde oradan oraya savrulurken rastlaşıyor, bir süre yan yana duruyorlar ya da geçip gidiyorlar. bazan kalpleri de temas ediyor.
biliyorum, bu rastlaşmalar normal. durmaları ya da geçip gitmeleri, kalplerin teması... nihayetinde, insan. bunlar da insana dahil.
kaçınılmaz olan o an geldiğinde, yani gitmek zamanı geldiğinde evdeki hesapların hiçbiri çarşıya, alışveriş merkezlerine, kadınlar pazarına, ikinci el kitapçılara ve hatta online alışveriş sitelerine uymuyor ama. hiçbir ilişki bitmesi gereken o anda bitemiyor. çünkü hiç kimse o anda bitiremiyor.
çok özel durumlar dışında uzuyor, uzadıkça da eski günler, hasbelkader mutlu olunmuş bir kaç an da kirleniyor. pişmanlık ve "keşke"lerin yerini, "lanet olsun"lar alıyor.
onu sevmediğinizi, hayatınızın bundan sonrasında onunla muhatap olmak istemediğinizi söylemek, arayıp sormamak, mesajlarına yanıt vermemek, telefonlarına çıkmamak, hatta "ben başkasını seviyorum"lar yetmiyor kurtulmaya.
tanıdık değil mi? herkesin kurtulamadığı birileri, bir türlü varamadığı "kurtuluş" isimli masal ülkesi var.
şimdi de nasıl bittiğini hatırlayın. o bir dala tutununca, bir başkasının yanında oyalanmaya karar verince, bir kaç küçük tadilattan sonra içindeki boşluğa pekâlâ sığabilecek birilerini fark edince...
şimdi söyle modern insan! sen mi muktedirsin? yoksa, o "bitti," deyince mi bitiyor sonsuza yazgılı dediğiniz hikâye? ya da "yeni biriyle tanıştım ve ona bir şans vermeye karar verdim," deyince mi? ya da "ben evleniyorum," dediğinde mi?
notgibi: bu bahsin bir de, berbat bir ilişki, sevgisiz evlilik, mutsuz iş hayatı hâli var ama o bambaşka bir yazının konusu.
4 yorum:
bu konuda hepimizin söyleyecek bir şeyleri var ama ben " misyoner vejetaryanlık" ifadesinin yerliliğine saygılarımı sunuyorum :)
şüphesiz var. nihayetinde bu "hâl beyanı" değil.
"yehova şahitleri" ya da "on iki havari" de diyebilirdim ama bu "müslüman mahallesinde salyangoz satmak" olurdu.
ama bu ifade, hoşlanmadığım şeyin vejetaryan beslenme biçimleri değil, "vejetaryanlıktan başkası yalan", "vejetaryan olunca dünyayı kurtardım", "vejetaryanlar elittir", "benimle vejetaryan olur musun?", "kaç kişinin vejetaryan olmasına vesile oldunuzsa o kadar kere vejetaryan olursunuz" tarzı hayat süren, konuşmalarının arasına vegan reklam alanlar diyebilmek içindi.
bir de bunun, "kurtlarla koşan kadınlar" okuyup yıldızlardan haber alabildiğini iddia eden, doğum saatini bilmeyenlerle konuşacak bir şey bulamayanlar hâli var ki, diyecek söz bulamıyorum.
Blogu özlemişken, geçmişte yapılan yorumlardan bulup fırından çıkmış sıcak bir yazıya denk gelmek içimi ısıttı. Hala büyüyoruz. Hala kanıyoruz. Hala yaşıyoruz. Ve hep bu hallerde yazma ihtiyacı doğuyor. En mutluyken değil. Yuvarlanıp giderken değil. Yeni biri doğarken. Sancırken
alper canıgüz, alper kamu'nun ikinci macerası cehennem çiçeği'nin en sonunda, "bütün aşklar küllenir, bütün babalar ölür, bütün hikayeler biter. birinin yıkıntıların nöbetini tutması gerekir; işte o yüzden biri hariç, bütün çocuklar büyür," der. blog bulvarı söz konusu olduğunda o "biri" benim işte.
yapacak çok daha iyi şeylerim var. ama buraya yazmayı sevdiğim için buradayım. son yazı olduğunu bilmediğim son yazıyı günün birinde yazacağımı biliyorum elbette.
evet, "hâlâ"...
doğum da bir sancı değil mi kabuğun iç çeperine inen gaga darbelerinin sebep olduğu kırılmayla gelen?
insanın dönüşürken ya da doğarken vücut bulan buraya yazmak arzusunu ise şahit aramak ihtiyacına bağlıyorum ben. ki motivasyonu artsın ya da yoldan dönmek aklına düşse "mahalle baskısı" hissetsin.
Yorum Gönder