güney koreli yönetmen joon-ho bong'un yönettiği, bu yıl cannes'da altın palmiye kazanan parazit(gisaengchung)'i izleyenler ne düşündü bilmem ama benim ilk aklıma gelen kemal tahir oldu. daha doğrusu, esir şehir üçlemesi'nin son kitabı yol ayrımı oldu.
gençliği ve kendini beğenmişlik ile küstahlık arasında gidip gelen özgüveniyle kemal tahir'i hatırlatan murat, görünüşteki farkın özdeki aynılığı saklayamadığını anlatıyor:
"Fukara evlerin köşeleri bucakları süprüntülerle doludur tıklım tıklım... İrili ufaklı şişeler, paslı çiviler, yamrı yumru delik kaplar, her boyda, her renkte paçavralar... Meşin kırpıntıları. Bir sürü kırık dökük... Eski püskü... Bizim ev böyleydi. 'Bir gün lazım olur,' diye saklıyorduk. Hiçbirinin lazım olduğu zaman bulunup kullanıldığını görmedim. Yoksulluğun verdiği korku, bize yıllarca süprüntü bekçiliği yaptırdı. Bu süprüntü bekçiliği yalnız yoksulların işi değil... Zenginler de de başka çeşit süprüntü bekçisi... Yalnız bekçilik edilen süprüntünün cinsi değişiyor. Hisse senetleri... Tahviller... Değerli taşlar, gümüş takımları, halılar, kürkler... Tablolar... Durmadan artırılmak istenen para... Dünyayı kavrayacak kadar genişletilmesine çabalanan iş... Bunlar da bir çeşit süprüntü...
(...)
Şu bakımdan süprüntü... Bir devlet müzesinin değerini kat kat artıracak bir tabloyu satın alıp duvarınıza asmışsınız da, yıllarca bir kere bile bakmamışsınız. Daha korkuncu, bakmışsınız da hiçbir şey anlamamışsınız. Koca bir salon dolusu kitaplarınız var, duvarları kaplamış baştan başa... Hepsi maroken ciltli... Çoğu tek kalmış dünyada... Numaralı... Lüks baskılar... Birini bile açmamışsın... Okumak için demiyorum, resimlerine bakmak için olsun... Milyonlarınız var, sofrada dana eti posası geveliyorsunuz. Tonlarla şampanya, viski satın almaya gücünüz yeterken, ancak bir bardak maden suyu içmenize izin vermiş doktorunuz... Gene de boyuna biriktiriyorsunuz... 'İleride lazım olur belki,' demeniz bile artık sizi gülünç edecekken... Topladıklarınız süprüntü değil de nedir?"
gençliği ve kendini beğenmişlik ile küstahlık arasında gidip gelen özgüveniyle kemal tahir'i hatırlatan murat, görünüşteki farkın özdeki aynılığı saklayamadığını anlatıyor:
"Fukara evlerin köşeleri bucakları süprüntülerle doludur tıklım tıklım... İrili ufaklı şişeler, paslı çiviler, yamrı yumru delik kaplar, her boyda, her renkte paçavralar... Meşin kırpıntıları. Bir sürü kırık dökük... Eski püskü... Bizim ev böyleydi. 'Bir gün lazım olur,' diye saklıyorduk. Hiçbirinin lazım olduğu zaman bulunup kullanıldığını görmedim. Yoksulluğun verdiği korku, bize yıllarca süprüntü bekçiliği yaptırdı. Bu süprüntü bekçiliği yalnız yoksulların işi değil... Zenginler de de başka çeşit süprüntü bekçisi... Yalnız bekçilik edilen süprüntünün cinsi değişiyor. Hisse senetleri... Tahviller... Değerli taşlar, gümüş takımları, halılar, kürkler... Tablolar... Durmadan artırılmak istenen para... Dünyayı kavrayacak kadar genişletilmesine çabalanan iş... Bunlar da bir çeşit süprüntü...
(...)
Şu bakımdan süprüntü... Bir devlet müzesinin değerini kat kat artıracak bir tabloyu satın alıp duvarınıza asmışsınız da, yıllarca bir kere bile bakmamışsınız. Daha korkuncu, bakmışsınız da hiçbir şey anlamamışsınız. Koca bir salon dolusu kitaplarınız var, duvarları kaplamış baştan başa... Hepsi maroken ciltli... Çoğu tek kalmış dünyada... Numaralı... Lüks baskılar... Birini bile açmamışsın... Okumak için demiyorum, resimlerine bakmak için olsun... Milyonlarınız var, sofrada dana eti posası geveliyorsunuz. Tonlarla şampanya, viski satın almaya gücünüz yeterken, ancak bir bardak maden suyu içmenize izin vermiş doktorunuz... Gene de boyuna biriktiriyorsunuz... 'İleride lazım olur belki,' demeniz bile artık sizi gülünç edecekken... Topladıklarınız süprüntü değil de nedir?"
2 yorum:
Meltem gürleyi hatırladım bunu okuyunca. O da güncel hayatta bir şeylerle karşılaştığında hemen okuduğu bir kitaba atıf yapıyordu. Bunu yapmak için kafanın kütüphaneye dönmesi lazım. Ayrıca başındaki görevlinin de tüm kitaplara aynı anda hakim olacak kadar ayık olması. Şimdi biraz meltem gürle aratayım. Blogunu kapatmıştı, belki açmıştır.
meltem gürle'yi hatırlatmak büyük bir onur. bir madalya gibi dursun burada.
onun blogunu ben de severek okurdum. hatta kendimi tutamayıp yorum yaptığımı da hatırlıyorum.
her zaman ortalamanın üzerinde bir okur oldum. (bunu sadece sayılar üzerinden söylemiyorum. sayıların canı cehenneme!..) okuduğum kitapların büyük çoğunluğu ile ilişkim daha sonra da devam eder. elime alır, karıştırır, bazı yerleri yeniden okur hem metni hem o günleri anarım. kaldı ki, yeni baştan okuduğum kitaplar da az değildir. yeniden yeniden okuduklarım da...
yine de elias canetti'nin ölümsüz romanı körleşme'nin baş kahramanı prof. kien değilim. aksi takdirde kafamda bir kütüphane taşımam gerekirdi.
Yorum Gönder