9 Ağustos 2019 Cuma

iltifat

babam çok yakışıklı bir adamdı. gerçekten.  her mahallede en az bir tane bulunan, hülya koçyiğit ya da fatma girik'in "gel şoförüm ol" dediği yakışıklı o değildi ama.

o yakışıklı mevlüt amcaymış. babamın kuzeni... fatma girik, "benimle gel" demiş ama o kalmayı, çamlık'taki gazinoyu işletmeyi ve tutkuyla bağlı olduğu altmış bir model, gece karası chevrolet impalasıyla hilalin bir ucundan diğerine denizi seyrederek gidip gelmeyi seçmiş. yıllar sonra gazinosunda sahneye çıkan assolistin peşi sıra istanbul'a gittiğinde gazinoyu devretmiş, gece karası impalasını satmış, geride dört çocuk ve bir eş bırakmıştı. galiba on yıl kadar önceydi. yenilmiş ve yorulmuş askerler gibiydi. geri dönmüştü. yapayalnız ama hâlâ yakışıklıydı.

ne diyordum? babam çok yakışıklı bir adamdı. bunu sadece babasına hayran, onu kahramanı seçmiş bir çocuk olarak söylemiyorum. "çocuk o, anlamaz" diyen kadınların yanımda konuştuklarından, bahar yağmuru ve dağlarda eriyen kar yüzünden coşan nehirlere benzeyen ergen kızların yaptığı şakalardan, arkadaşlarının babama takılmalarından, annemin babama bakışından anlardım bunu. hem bunlara ne hacet? bir sürü fotoğraf var. göz var. nizam var.

kocaman amcalar, yaşlı teyzeler, abiler ve ablalar beni ilk görüşte babama benzettiklerinde mutlu olurdum. büyüyünce ben de yakışıklı olacaktım. ergenlik falan derken bu benzerlik çoğaldı. kesindi, kaçarı yoktu artık.

ama olmadı. aynada gördüğüm şeyden yana bir şikayetim olmasa da hiçbir zaman babam kadar yakışıklı olmadım, onun, -sözgelimi, doksan üç ilkbaharında, annemin gözü gibi baktığı, çıldırmış arapsaçıları arkasında, salondaki koltukta oturup sonsuzluğa baktığı fotoğraftaki kadar ışıltılı çıkmadım herhangi bir fotoğrafta.

ama babam yakışıklı olmaya, her fotoğrafında ışıltılı ve klas çıkmaya devam etti. rastladığı her aynada, bulduğu her parlak yüzeyde kendini seyretmekten keyif almaya da...

bir defasında asansöre binmiştik. girer girmez aynada kendine baktığını fark ettim. bakar bakmaz da gördüğünden memnun bir ifade yüzüne yerleştiğini de... o ana kadar bahsi hiç geçmemişti ama geçecekse o an geçecekti.

"biliyor musun?" dedim. "küçükken büyüdüğümde senin kadar yakışıklı olacağım sanıyordum." yüzüme baktı. "ne yani, yakışıklı değilim mi sanıyorsun?" dedi.

anladım ki, babam beni yakışıklı buluyor. aldığım cesaretle aynaya baktım. hiç de fena sayılmazdı.

4 yorum:

Adsız dedi ki...

öncelikle babanıza rahmet diliyorum. bir evladın babasını güzelliklerle yad etmesi her iki taraf içinde ne eşsiz bir nimet.
yakışıklılık ve güzellik kavramları ise şükür ki çok göreceli şeyler. ve insanın aynaya baktığında kendini güzel bulması ile içine baktığında kendinden razı olması birbiriyle kapışır gibi geliyor. ve sanki insan kendinden razı olmadan güzelliği ona pek görünmüyor.
kızım 'şimdilik' bana hayran, giydiğim her elbisemi ve ayakkabımı saklamamı istiyor, yeterince büyüyünce kendi giyebilsin diye. onun gözünden güzel görünmek, başını kaldırıp yüzüme uzun uzun bakması daha önce güzel olduğumu hissettiren bütün bakışları unutturuyor.

verbumnonfacta dedi ki...

bir başka şansım daha olsaydı babamın yine babam olmasını isterdim.
güzelliği ellerden başlatan, güzelliği seven biri olduğumu kabul ederim. ama güzelliğin tek başına bir hiç olduğunu da bilirim. hem bir insan kaç yıl daha güzel kalabilir ki? oysa ben talip olduklarıma ömrümün sonuna kadar talip oldum. hayat karşımıza sapaklar çıkardıysa bu durum ne istediğim ne planladığım bir şeydi.
içine baktığında kendinden razı olmak bir lütuf. tanrısal bir armağan. hâl böyle iken öyle olmak elbette başka ne varsa onların hepsini döver.
"kız çocuklarının başını kaldırıp annesinin yüzüne uzun uzun bakması" muhteşem bir güzellik tanımı. sevdim.
peki siz onun nelerini sakladınız? meselâ, on dokuz numara pabuçlarını?

Adsız dedi ki...

ilk olan ne varsa.. tulumu, pabucu, bir sene nerdeyse her sabah pijamasının üstüne giydiği elbisesini, bir süredir çizimlerini, en çok ikimizi hep yanyana yapıp kalp koyduklarını ve onlarla gelen bir sürü duyguyu aldım, sakladım.

verbumnonfacta dedi ki...

demek "resim yaşları" zamanı. kuru dalların ucunda küpeler gibi sallanan yeşil yapraklar ve kıpkırmızı elmalar resimleri yapmak dönemini geçti mi peki?

bence defter de tutmalısınız. önemli gün ve haftaları yazmak için. (hayal kuruyorum: adı, leyla defteri olmalı. hayal kuruyorum, çünkü, kızına leyla adı verecek ebeveyn çağında yaşamıyoruz bir süredir. hayal kurmaya devam ediyorum: o deftere, "cânım kızım, bugün vnf. ile tanıştın. ona beraber yaptığımız elmalı kurabiyelerden götürdük," yazarsınız. burada tebessüm var.)

inananlar için cennet var. bir zamanlar selçuk'a da dediğim gibi -"pis!.. pis adam!" demesinden çok sonraydı bu- cennette çocuklarımızın her anını aynı anda görmek, dolayısı ile o anlara dair bütün duyguları ilk defaki gibi hissetmek mümkün olacak. en azından benim cennetimde.