son zamanlarda, konusu ne olursa olsun bütün sohbetlerimiz oğluna bağlanıyor. sonra da, yaptığı şeyin farkına varınca yani, mahcup bir ifadeyle, "hep aynı şeyi yapıyorum değil mi?" diyor. şikayetçi değilim. çünkü baba-oğul hikâyelerini severim.
hafta sonu bir sürü müzik cdsi almış. zeki müren, müzeyyen senar, şükran ay, berkant, seyyan hanım ve bir sürü isim daha. bunları dinleyerek büyüsün istiyormuş. aslında internette varmış ama elinin altında da olsun istemiş. kaldı ki, bir süredir bilgisayarında, cep telefonunda kayıtlı olanlardan, youtubetan falan dinletiyormuş.
"bizim de vardı öyle bir hayalimiz" deyince, "siz?" diye sordu. adını söyledim. hatırlamak için bir kaç defa kendine tekrar etti. "nerede o şimdi?" diye sordu bu defa. bilmiyorum, en son avrupa'daydı.
"bir hafta sonu baba-oğul evdeyiz. annemizin işi var" diye anlatmaya başladı. daha doğrusu "anneniz mi?" diye başladığım, en hafifi, "yeni annenle yaptıklarınızı freud bile açıklayamazdı," olan bir sürü alay cümlesinden sonra.
"bir hafta sonu baba-oğul evdeyiz... o sırada mutfaktayım. yemeğe bir şeyler hazırlıyorum. beni odasına çağırdı. elimdeki işi bırakıp gittim. oyununa arkadaş olmamı istiyormuş. "işim var. bitince hemen gelirim söz," dedim. odasından çıkarken, "gitme baba..." diye seslendi. ben cevap vermeyince devam etti: gitmeee sana muhtacım. başımda tacım..."
bir süre kahkahalar, "canım benim"ler, "bu çok iyi"ler havada uçuştu. birden yüzü gölgelendi. hem hüzün hem acı vardı o gölgede. yakın zamanda bir akrabasını kaybetmiş, bir arkadaşının kanser olduğunu öğrenmiş de mutlu olmakla ayıp ediyordu sanki.
ben de durunca anlattı: "sana söylemedim ama oğlum doğunca tavsiyene uyarak bir defter tutmaya başlamıştım. aslında iyi de oldu. o kadar çabuk büyüyor ve değişiyor ki hızına yetişmekte, ayrıntıları aklımda tutmakta zorlanıyorum. bellek belki de farklı çalışıyor, en başta bir çizgi çizdiği kağıtları bile saklarken şimdi en güzel resimlerini bile iki gün sonra çöpe atıyorsak bellek de yeni hatıralara yer açmak için eskilerden kurtuluyor olabilir. sana anlattığım bu olay neredeyse bir sene önce oldu. unutmuşum. geçen gün defteri karıştırırken hatırladım. ve çok ağladım."
(daha bitmedi...)
* yiğit yavuz'un nitelikli çevirisiyle ve konuş, hafıza/ tekrar ele alınmış bir otobiyografi adıyla türkçeleşen, 'nabokov tarzı" bir biyografi diyebileceğimiz speak,memory/ an autobiography revisited'tan esinle.
hafta sonu bir sürü müzik cdsi almış. zeki müren, müzeyyen senar, şükran ay, berkant, seyyan hanım ve bir sürü isim daha. bunları dinleyerek büyüsün istiyormuş. aslında internette varmış ama elinin altında da olsun istemiş. kaldı ki, bir süredir bilgisayarında, cep telefonunda kayıtlı olanlardan, youtubetan falan dinletiyormuş.
"bizim de vardı öyle bir hayalimiz" deyince, "siz?" diye sordu. adını söyledim. hatırlamak için bir kaç defa kendine tekrar etti. "nerede o şimdi?" diye sordu bu defa. bilmiyorum, en son avrupa'daydı.
"bir hafta sonu baba-oğul evdeyiz. annemizin işi var" diye anlatmaya başladı. daha doğrusu "anneniz mi?" diye başladığım, en hafifi, "yeni annenle yaptıklarınızı freud bile açıklayamazdı," olan bir sürü alay cümlesinden sonra.
"bir hafta sonu baba-oğul evdeyiz... o sırada mutfaktayım. yemeğe bir şeyler hazırlıyorum. beni odasına çağırdı. elimdeki işi bırakıp gittim. oyununa arkadaş olmamı istiyormuş. "işim var. bitince hemen gelirim söz," dedim. odasından çıkarken, "gitme baba..." diye seslendi. ben cevap vermeyince devam etti: gitmeee sana muhtacım. başımda tacım..."
bir süre kahkahalar, "canım benim"ler, "bu çok iyi"ler havada uçuştu. birden yüzü gölgelendi. hem hüzün hem acı vardı o gölgede. yakın zamanda bir akrabasını kaybetmiş, bir arkadaşının kanser olduğunu öğrenmiş de mutlu olmakla ayıp ediyordu sanki.
ben de durunca anlattı: "sana söylemedim ama oğlum doğunca tavsiyene uyarak bir defter tutmaya başlamıştım. aslında iyi de oldu. o kadar çabuk büyüyor ve değişiyor ki hızına yetişmekte, ayrıntıları aklımda tutmakta zorlanıyorum. bellek belki de farklı çalışıyor, en başta bir çizgi çizdiği kağıtları bile saklarken şimdi en güzel resimlerini bile iki gün sonra çöpe atıyorsak bellek de yeni hatıralara yer açmak için eskilerden kurtuluyor olabilir. sana anlattığım bu olay neredeyse bir sene önce oldu. unutmuşum. geçen gün defteri karıştırırken hatırladım. ve çok ağladım."
(daha bitmedi...)
* yiğit yavuz'un nitelikli çevirisiyle ve konuş, hafıza/ tekrar ele alınmış bir otobiyografi adıyla türkçeleşen, 'nabokov tarzı" bir biyografi diyebileceğimiz speak,memory/ an autobiography revisited'tan esinle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder