s.melek yıldız kısa bir metinle "konuk"luğuna devam ediyor. alıştığımız karanlık yanı yok belki ama şehvet yerli yerinde.
*
dilini değil ama ruhunu sevdiğim şehirde. o şehrin daima çok sevdiğim övülesi toplu taşıma sistemi ve bu sistemin en önemli parçası olan metro trenlerden birinde. güneyden kuzeye yol alıyoruz.
şaşırtıcı bir biçimde kalabalık.
tam önümde, yüksek topuklarının üzerinde salınıp duruyor. bir süredir dengesini korumaya çalışmaktan vaz geçti. herkes gibi artık o da etrafındaki omuzlara, gövdelere çarpıyor. ve buna aldırmıyor. denge. hem hayat hem toplu taşıma aracı; ikisi birden fazla gelmiş olmalı.
neredeyse aynı boydayız. saçlarını topuz yapmış. beyaz gömleğinin dik yakasına rağmen boynu upuzun. "tam burada bir kırlangıç dövmesi uçuşmalıydı" diyor içimden bir ses. "çamur atma," diye karşı çıkıyor diğer ses. topuza dahil edemediği altın sarısı tüyler ve topuz kaçkını kısa saç telleri. kulaklarında zümrüt yeşili bir küpe. su damlası biçiminde sallanıyor; damladı damlayacak.
gölün yüzünü okşadıktan sonra usul usul yükselen bir sis gibi beni bulan bir kokusu var. parfüm olamaz. eriyen karlarla beslenen bir dağ gölü ne diye parfüm kullansın?
dayanamayıp, aklıma ilk gelen dilde soruyorum: boynunuzu öpebilir miyim?
başı hafifçe sola dönüyor. sabah aynanın karşısında giyindiği nar rengini hâlâ üzerinde taşıyan dudakları bir çukurda son buluyor. sanki bütün nar taneleri o çukura doluyor.
şehre ait bir ses şehre ait olmayan bir dilde, "olabilir," diyor.
ilk durakta kabalıktan sıyrılıp iniyorum.
dudaklarımda bir sıcaklık.
*
dilini değil ama ruhunu sevdiğim şehirde. o şehrin daima çok sevdiğim övülesi toplu taşıma sistemi ve bu sistemin en önemli parçası olan metro trenlerden birinde. güneyden kuzeye yol alıyoruz.
şaşırtıcı bir biçimde kalabalık.
tam önümde, yüksek topuklarının üzerinde salınıp duruyor. bir süredir dengesini korumaya çalışmaktan vaz geçti. herkes gibi artık o da etrafındaki omuzlara, gövdelere çarpıyor. ve buna aldırmıyor. denge. hem hayat hem toplu taşıma aracı; ikisi birden fazla gelmiş olmalı.
neredeyse aynı boydayız. saçlarını topuz yapmış. beyaz gömleğinin dik yakasına rağmen boynu upuzun. "tam burada bir kırlangıç dövmesi uçuşmalıydı" diyor içimden bir ses. "çamur atma," diye karşı çıkıyor diğer ses. topuza dahil edemediği altın sarısı tüyler ve topuz kaçkını kısa saç telleri. kulaklarında zümrüt yeşili bir küpe. su damlası biçiminde sallanıyor; damladı damlayacak.
gölün yüzünü okşadıktan sonra usul usul yükselen bir sis gibi beni bulan bir kokusu var. parfüm olamaz. eriyen karlarla beslenen bir dağ gölü ne diye parfüm kullansın?
dayanamayıp, aklıma ilk gelen dilde soruyorum: boynunuzu öpebilir miyim?
başı hafifçe sola dönüyor. sabah aynanın karşısında giyindiği nar rengini hâlâ üzerinde taşıyan dudakları bir çukurda son buluyor. sanki bütün nar taneleri o çukura doluyor.
şehre ait bir ses şehre ait olmayan bir dilde, "olabilir," diyor.
ilk durakta kabalıktan sıyrılıp iniyorum.
dudaklarımda bir sıcaklık.
2 yorum:
Bu blog benim soluklanma noktam gibi bir şey olmaya başladı.
Pek ses etmiyorum normalde ama, bilinsin istedim bu sefer.
bu deniz fenerinin birilerine ağaç gölgesi olabilmesi ne güzel.
Yorum Gönder